top of page

Jung hayatımı nasıl kurtardı

introverted.jpg

Jung, mistisizme bulanmış, ölçülemez bazı teorileri ve yoÄŸun kuramsal diliyle benim bilimsel amaçlarla okumayı tercih edebileceÄŸim bir yazar hiç olmadı. Ama onun çok katmanlı ve sembolik felsefesi birçok konuyu sezgisel olarak anlamamda en az anneannemin anlattığı masallar kadar baÅŸarılı oldu.

 

Onun psikolojik tipleri ve daha sonra nörobilim tarafından da desteklenen içedönük – dışadönük ayrımı, toplum gözünde kendimi en hastalıklı hissettiÄŸim günlerde nefes almamı saÄŸladı.

 

GençliÄŸin ilk yıllarında beni umutsuzlukla kıvrandıran bazı özelliklerim vardı.

 

- En basit öneriler bile duraksamama neden oluyordu. Oysa hayat bu kadar duraksamayla yaÅŸanmıyordu.

 

- Bu duraksamalar bana etraflıca düÅŸünme ÅŸansı verdiÄŸi için daha sık olumsuz yön buluyordum, bu da beni, en ufak konuda bile, kötümser ve eleÅŸtirel yapıyordu.

 

- Yakından tanımadığım insanlara karşı komiklik derecesinde çekingendim. Adres sormak veya bir garsona sipariÅŸ vermek gibi çok basit nedenlerden dolayı iletiÅŸime geçmek bile bana muazzam ağırlık ve stres veriyordu.

 

- Bir sorun yaşadığımda, hemen uzaklaşmak, kendi başıma kalmak istiyordum. O an yanımda en sevdiğim insanlar olsa bile konuşmalarına katlanamıyordum.

 

- Ä°ster düÅŸünmek olsun ister bir ÅŸeyi izlemek; bir eyleme odaklandığımda dikkatimin dağıtılmasından, çok kısa sürse de, yoÄŸun öfke duyuyordum.

 

- Alkol almadıkça gürültülü ortamları dayanılmaz buluyor, insanların buna neden katlandıklarını anlayamıyordum.

 

- Tanımadığım insanların ortasında konuÅŸmak, dolu bir odanın kapısını dışarıdan açmak, bir cafede tek başına oturmak gibi basit eylemleri yapmakta zorlanıyordum.

 

Jung'un "psikolojik tipleri"yle karşılaÅŸtığımda savunması dağıtılmış, her türlü saldırıya açık bir devlet gibiydim. Birkaç paragraftan oluÅŸan metnin, kendimi toparlamak konusunda beni nasıl bu kadar etkileyebildiÄŸine hala ÅŸaşırıyorum. Oysa yaptığı basitti: benim hastalık semptomları olarak nitelendirdiÄŸim ÅŸeylerin aslında karakterimin özellikleri olduÄŸunu belirtiyordu. Åžöyle yazıyordu Jung:

 

"Bir sınıf insan vardır ki önlerine çıkan bir duruma tepki gösterme anında ilkin sessizce ‘Hayır' dercesine biraz geri çekilirler ve ancak ondan sonra tepki gösterebilirler. Bunlar içedönük davranış biçimini temsil ederler.”

 

"Ä°çedönük tip, insanlara ve nesnelere karşı güvensizdir, sosyal deÄŸildir ve düÅŸünmeyi harekete geçmeye yeÄŸler."

 

"Toplumdan hoÅŸlanmazlar ve büyük topluluklar içinde kendilerini yalnız ve kaybolmuÅŸ hissederler. Duyguludurlar, aptalca görünmekten korkarlar, fakat genellikle toplum içinde nasıl davranılacağını öÄŸrenemedikleri görülür. Savrukturlar ya da çok fazla dürüsttürler ve çok titiz bir biçimde, daha çok komiklik derecesinde naziktirler. Aşırı vicdan sahibi, kötümser ve eleÅŸtirici olma eÄŸilimindedirler. Hep en iyi niteliklerini kendilerine sakladıklarından doÄŸal olarak kolaylıkla yanlış anlaşılırlar."

 

"Üstün yönlerini ancak içten çevrelerde ortaya koyabildiklerinden dolayı dışadönük çalışma arkadaÅŸlarından daha az baÅŸarılı olurlar. Buna karşın enerjilerini baÅŸkalarını etkilemek için harcamadıkları ve sosyal etkinliklerde kullanmadıkları için genellikle olaÄŸanüstü bilgi sahibi oldukları veya ortalamanın üzerinde olan bazı yetenekler geliÅŸtirdikleri görülür."

 

"Ä°çedönükler yalnız olduklarında ya da küçük bir dost grubu içinde bulunduklarında çok etkindirler. Kendi düÅŸüncelerini, sohbet ve kitaplara, sakin uÄŸraşıları gürültülü etkinliklere yeÄŸ tutarlar. Onlar için kendi yargıları genel olarak kabul edilen bir görüÅŸten daha önemlidir. Bir içedönük çok popüler bir kitabı okumayı reddeder ve herkesin övdüÄŸü bir ÅŸeyi deÄŸersiz sayar."

 

"Bu kararlarındaki bağımsızlık ve günün koÅŸullarına uymadaki baÅŸarısızlık doÄŸru olarak ele alınır ve kullanılırsa deÄŸerli olabilir. Ayrıca sosyal niteliklerinin eksikliÄŸine karşın içedönükler baÄŸlı ve içten birer dostturlar."

 

Bu metni okuduktan sonra elbette kiÅŸiliÄŸim deÄŸiÅŸmedi. Bugün benzer sorunları, aynı sıklık ve ÅŸiddette olmasa da, hala yaşıyorum. Ancak bu metin önemli bir baÅŸlangıç noktası oldu; sonrasında özellikle Eagleman'ın, Pinker'ın ve Haidt'in kitaplarındaki ispatlar sayesinde bu özelliklerin çoÄŸunun kalıtımsal olduÄŸunu öÄŸrendim.

 

Bugün, buna göre inÅŸa edilmiÅŸ bir hayatım ve beklentilerim var. Evden çıkmadan ve sıkılmadan bin saat yaÅŸayabilmeyi sevsem de, arada bir "daha dışadönük olsaydım her ÅŸey nasıl olurdu" diye düÅŸünmeden edemiyorum.

 

Ama kendimi hastalıklı olarak görmüyorum.

 

 

Alıntılar:

 

Frieda Fordham - Jung Psikolojisi

​

Yazının orijinali: Jung hayatımı nasıl kurtardı

Jung hayatımı

Toksik olumluluk ve empati

toxic positivity.jpg

"Empatik bir cevap neredeyse hiçbir zaman 'en azından...' gibi bir kelimeyle baÅŸlamaz."

 

Brene Brown'ın aklıma kazınan bu cümlesi her olumsuz durumda etrafına illa pozitif dalgalar yayma mecburiyeti hisseden insanları gördükçe daha fazla anlam kazanıyor.

 

Ä°ÅŸimi kaybedersem duymak istediÄŸim ÅŸey "en azından daha çok kitap okuyabileceÄŸim" olmaz, terk edilirsem "en azından önümde uzun bir yol olduÄŸunu" bilmek istemem, bir kolum kopsa "en azından ikisini kaybetmediÄŸim için ÅŸükretmem gerektiÄŸini" duyarsam delirebilirim. Çünkü olumlanmak deÄŸil, duygularımın paylaşılmasını isterim.

 

Olgulara olumlu taraflarından bakmaya çalışmanın, hayata yönelik olumlu bir tavır takınmaya çabalamanın elbette birçok faydalı yönü bulunuyor.

 

Ancak her ÅŸeye sadece olumlu tarafından bakmak için uÄŸraÅŸmak, olumsuz duyguları yok sayarak, sadece olumlu duyguları kucaklamak birçok sorunu da beraberinde getiriyor.

 

Toksik olumluluk denilen bu durum, kiÅŸinin olumsuz bir vaziyetteyken otantik duygusal deneyimini reddederek en aza indirgemesini, yok saymasını veya geçersiz kılmasını hedefliyor.

 

Toksik olumluluktan muzdarip kiÅŸiler, yalnızca kendi olumsuz duygularını bastırmakla kalmıyor, çevresindeki acı çeken insanların da böyle yapmasını teÅŸvik ediyorlar:

 

"Ne olursa olsun gülümsemeye devam et," "Her ÅŸey bir nedenden dolayı olur,” "Daha kötü olabilirdi," "Her zaman hayatın parlak tarafından bak." gibi nasihatlerde bulunurken aslında sıklıkla empati kurmaktan ve olumsuz duyguları hissetmekten kaçınıyorlar.

 

Ayrıca, acının perspektifle, gayretle ve odaklanmış enerjiyle yok olabileceÄŸini söyleyerek, karşılarındaki insanlara “mutlu hissedemiyorsan sorumlusu sensin!” mesajı veriyorlar.

 

Dün, saygı duyduÄŸum psikiyatrist Ä°lker Küçükparlak Twitter'dan uyarmak zorunda hissetti:

 

"Çok rica ediyorum, 'depresyondaysanız deÄŸerlerinizi gözden geçirin, depresyondaysanız hayatınızda deÄŸiÅŸiklik yapın' gibi absürd önerileri bari buraya yazmayın. Yapmıyorlar. Yapamazlar. Depresyon o yapamama hali zaten."

 

"Depresyon; mutsuzluk, harekete geçememe, karamsarlık ve deÄŸersizlik fikirleriyle karakterize zaten. Bu tabloda kiÅŸiye gerçekleÅŸtiremeyeceÄŸi öneriler sunmak deÄŸersizlik fikirlerini ("yine beceremedim") ve karamsarlığı ("asla toparlayamayacağım") iyice körüklüyor."

 

Duygularımız yalnızca çevremizde ne olup bittiÄŸine dair sahip olduÄŸumuz içsel rehberler deÄŸildir. Aynı zamanda çevremizdekilere de bizim ne hissettiÄŸimize dair bilgi taşırlar. Sadece olumlu duyguları hesaba katmak hem kendimiz hem de çevremiz hakkında bizi cahilleÅŸtirir.

 

Ä°nsanların neden gözyaşı döken bir canlıya evrildiÄŸini araÅŸtıran bazı bilim insanları cevabın daha güçlü baÄŸ kurmak olduÄŸunu bulguladı. Kendimiz için deÄŸil, acımızın baÅŸkaları tarafından görünmesi için gözyaşı dökeriz.

 

Bu yüzden, acı çekerken empati yoksunu boÅŸ cümleler duymak nadiren iÅŸe yararlar. Ä°yileÅŸmemizi saÄŸlayan, sıklıkla, kurduÄŸumuz baÄŸlardır.

 

Alıntılar:

 

Brene Brown - On Empathy

Ä°lker Küçükparlak - KiÅŸisel Twitter hesabı

​

Yazının orijinali: Toksik olumluluk ve empati

Toksik olumluluk

Çekingenlik ve kırılganlık

shyness.jpg

Çekingenlik, kendimi bildim bileli uÄŸraÅŸmak zorunda kaldığım bir sorun. Ä°çinde barındırdığı kırılma korkusuyla bir yandan birçok acıya, bir yandan gereksiz alınganlığa, bir yandan da yüzlerce fırsatın kaçmasına neden oldu / oluyor.

 

Hayatımın uzun bir bölümünde olumsuz düÅŸündüÄŸüm bu özellik hakkında Eugenia Borgna okuduktan sonra fikrimin deÄŸiÅŸmeye baÅŸladığını hissettim. YaÅŸantımı zorlaÅŸtıran bütün etkilerine raÄŸmen, kırılganlığın özellikle empati kurma ve derinlemesine inceleme konusunda bana yardımcı olduÄŸuna inanıyorum.

 

Åžöyle tanımlıyor Borgna çekingenliÄŸin kırılganlıkla iliÅŸkisini:

 

Çekingenlik, kırılgan, son derece kırılgan bir hayat biçimidir ve kolaylıkla kırılır: Sadece hareketler deÄŸil, edilmemiÅŸ bir tebessüm, verilmemiÅŸ bir selam ve özellikle de sözcükler, ruhsuz ve çorak sözcükler de çekingenliÄŸi yaralar ve hırpalar. Yara ve zarar almış çekingenlikten geriye ne kalır?

 

Zaman zaman hiç onarılmayan ve yarası kapanmayan yıldız kalıntıları, kanayan kıymıklar kalır.

 

Ve kırılganlığa yönelik bu korku insanı bir kenara saklanmaya, ama saklanırken etrafındaki her ÅŸeyi gözlemlemeye iter.

 

Duygulanımların dünyasına esrarengiz bir ÅŸekilde baÄŸlı olan çekingenlik, insanı saklanmaya sevk eder ve öyle dalgalı, öyle ele gelmez antenleri vardır ki, etrafında var olan kayıtsızlık ya da içtensizlik izlerini hemen kavrayıverir.

 

GözlemlediÄŸimiz insanların olumsuz ve tutarsız yönlerine daha çok odaklanırız, o yönlerini abartmaya meyilli oluruz. Bu da onlara yakınlaÅŸmamızı, kendimizi açmamızı engeller:

 

BaÅŸkalarıyla büyük bir iletiÅŸim kurma özlemi çeksek de, çekingenlik bizi diÄŸerlerinden uzaklaÅŸtırır; eÄŸer çekingensek, baÅŸkalarının içten olamayacağından korkar, onların his ve varoluÅŸlarında belli belirsiz gördüÄŸümüz gölgeleri ya da hiç olmazsa karaltıları, huzursuzlukları, zaman zaman da ikilemleri ince bir sezgiyle kavrayıveririz.

 

Ä°nsanlarla aramıza mesafe koyarak yaptığımız derinlemesine inceleme, kendi içimizdeki kırılganlık bilgisiyle birleÅŸince empati kaçınılmaz olur. Onların kırılganlıklarına karşı daha duyarlı oluruz:

 

Çekingenlik, sahip olduÄŸu karaltılı kırılganlık sayesinde baÅŸkalarının içsel hayatıyla özdeÅŸleÅŸmemize yardımcı olmakla kalmaz, karşılaÅŸtığımız kiÅŸilerle yaÅŸanmışlık mesafesini korumamız ve canlı tutmamızı, baÅŸkalarının özgürlüÄŸünü sonuna kadar savunmamız, sınırları hiçbir ÅŸekilde aÅŸmamak için gayret etmemizi de saÄŸlar.

 

Ve topluma bir zararımız olmamasına raÄŸmen pek sevilmeyiz. Çünkü toplumun baÅŸarılı insan kıstasına kolay kolay giremeyiz. Çekingenlik özgüven eksikliÄŸi, özgüven eksikliÄŸi ise hastalık olarak görülür. Oysa toplumu çökerten birçok olayın temelinde aşırı özgüven vardır:

 

ÇekingenliÄŸe daima duyarlılık ve güvensizlik eÅŸlik eder; bu hayat biçimi de eski ve gereksiz, zararlı ve neredeyse kusur olarak görülmektedir; oysa, kendi sınırlarından hiçbir zaman ÅŸüphe duymamış, bunun üzerine hiç düÅŸünmemiÅŸ bir özgüven ne çok risk ve ÅŸiddet barındırmaktadır.

 

Borgna, özellikle çekingenliÄŸin parıldadığı ergenlerle olan iletiÅŸimimize dikkat etmeyi, onların titreÅŸen kırılganlıklarını dinlemekten asla yorulmamamız gerektiÄŸini tembihler. Aile, okul ve psikiyatri bunu devamlı yapmalıdır.

 

Atılganlığın bu kadar desteklendiÄŸi bir kültürde, daha eÅŸit, daha duyarlı ve daha anlayışlı bir toplum olabilmemiz için çekingen insanların saklanmalarına deÄŸil, onların katkıda bulunmalarına ihtiyacımız var.

 

 

Alıntılar:

 

Eugenio Borgna - Şu Bizim Kırılganlığımız

​

Yazının orijinali: Çekingenlik ve kırılganlık

Çekingenlik ve kırılganlık

Yalnız olmak, yalnız hissetmek

yalnız.jpg

“Hiç yalnız hissetmedim kendimi.”

 

Edebiyatın pis moruÄŸu Charles Bukowski, 1987 yılında aktör Sean Penn’e verdiÄŸi röportajda, genellikle yalnızlıkla geçen hayatında bunu olumsuz bir duygu olarak yaÅŸamadığını ifade eder:

 

"Bir odada intiharın eÅŸiÄŸinde tek başıma kaldım, depresyona girdim, kendimi berbat hissettim ama hiç bir zaman kapıma gelecek bir veya birkaç insanın sorunlarımı iyileÅŸtireceÄŸini düÅŸünmedim. BaÅŸka bir deyiÅŸle, yalnızlık beni hiçbir zaman rahatsız etmedi çünkü tek başına kalmaya dair hep güçlü bir arzu hissettim."

 

Yazar, asıl sıkıntıyı kalabalıkların içinde yaÅŸadığını anlatır. Ona göre dışarısı çoÄŸunlukla aptallıktır:

 

"EÄŸer insanların coÅŸtuÄŸu bir partiye veya stadyuma gidersem, iÅŸte orada yalnız hissedebilirim. Ibsen, “En güçlü insanlar genellkle yalnızdır” der. Hiç, “bir sarışın gelsin, oramı buramı okÅŸayıp beni tatmin etsin de kendimi iyi hissedeyim” diye düÅŸünmedim. Bu iÅŸe yaramaz. Tipik cuma gecesi sözünü bilirsiniz “hey bugün Cuma, ne yapacaksın? Burada kös kös oturacak deÄŸilsin ya?” Evet, bunu yapacağım. Çünkü dışarıda hiçbir ÅŸey yok. Sadece aptallık var. Aptal insanlar aptal insanlarla fingirdeÅŸiyorlar. Bırakalım aptallıklarına aptallık katsınlar."

 

Bu sözler biz okuyucularına ilginç gelir çünkü eserlerinde onu hep dışarıda görürüz; özellikle de barlarda. Hatta bu nedenle biyografi filminin ismi de Barfly / Bar sineÄŸidir. Ancak Bukowski, barı da bir tür korunma yeri olarak görür:

 

"Hiç gecelere akmak gibi bir ihtiyacın içinde olmadım. Barlarda saklandım çünkü fabrikalarda saklanmak istemedim. Hepsi bu. Milyonlarca insana özür dilerim ama hiç yalnız hissetmedim. Kendimden hoÅŸnutum. En iyi eÄŸlence kendimim. Hadi biraz daha ÅŸarap içelim.”

 

Tek başına oldukları halde yalnızlık hissetmeyenlerin aksine, etrafında insanlar olmasına raÄŸmen kendini yalnız hissetmek acıların en büyüklerinden biri olarak bilinir. Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı eserinde bunu bütün huzursuzlukların kaynağı olarak görür:

 

"Ayrı olma duygusu huzursuzluÄŸu doÄŸurur, daha gerçeÄŸi, bu tüm huzursuzlukların kaynağıdır. Ayrı olmam demek, insanca güçlerimi kullanma olanağımdan yoksun bırakılmam demektir. Ayrı olmam demek, çaresiz olmam, dünyayı (eÅŸyaları ve insanları) etkin bir ÅŸekilde kavramamam, dünya üzerime çullandığında, direnecek gücü bulamamam demektir."

 

Yalnız olan kiÅŸiler, kendilerini yalnız hissetmeyebilirler. Bukowski gibi birçok yazar, sanatçı, bilim insanı ve filozof kendi düÅŸünceleri ve yaratımlarıyla hayatla aralarında bir baÄŸ hissederken, birçokları kalabalıklar içinde olsalar da hayatla baÄŸ kuramadığı için yalnızlık duygusu altında ezilebilirler. Robin Williams'ın oynadığı bir karaktere ait söz, bunu etkileyici bir ÅŸekilde özetler:

 

"Eskiden dünyadaki en kötü ÅŸeyin yalnız başına ölmek olduÄŸunu düÅŸünürdüm. DeÄŸilmiÅŸ. Dünyadaki en kötü ÅŸey sana yalnız olduÄŸun hissettiren kiÅŸilerin yanında ölmekmiÅŸ."

 

Alıntılar:

 

Charles Bukowski, 1987 Interview röportajı

Erich Fromm - Sevme Sanatı

​

Yazının orijinali: Yalnız olmak yalnız hissetmek

Yalnız olmak yalnız hissetmek

Can sıkıntısı ve anlamsızlık

can sıkıntısı.jpg

Bir öÄŸrenci bölgedeki tapınaÄŸa gider ve Zen ustasına tapınaÄŸa katılırsa aydınlanmasının ne kadar süreceÄŸini sorar.

 

“On yıl” der Zen ustası.

 

“Peki, gerçekten çok çalışıp çabalarımı iki katına çıkarırsam?”

 

"Yirmi yıl."

 

 

Bazı sorunlarımızla ne kadar çok savaşırsak, derdimizi de o kadar çoÄŸaltırız; istemsiz düÅŸünceler, depresyon, kıskançlık gibi.

​

Kaşıdıkça daha çok kaşıma hissi duyarız içimizde ve yarayı çoÄŸaltırız.

​

Can sıkıntısı da bunlardan biri.

​

Ä°çimizde güçlü bir uyarılma olduÄŸu halde bu uyarılmayı genellikle hayal gücü, motivasyon ve konsantrasyon eksikliÄŸi nedeniyle bir nesneye yönlendiremediÄŸimiz durumlarda canımız sıkılır.

​

Bir ÅŸeyler yapmak isteriz, ne yapabileceÄŸimizi bulamayız ve içeriden gelen baskı ruhumuzu daraltır.

​

ÇoÄŸunlukla bir kontrol ve özgürlük sorunudur can sıkıntısı; kaçınamadığımız, belirsiz ve kontrolümüzün dışındaki durumlarda daha çok canımız sıkılır; örneÄŸin havaalanında veya bir toplantı öncesinde beklemek gibi. Çocuklara bakın, oynamak isteyip ikinci bir kiÅŸiyi bulamadıklarında gerçekten acı çekerler.

​

Ama yetiÅŸkin hayatını asıl zorlayan sıkıntı türü, anlam sorunuyla ilgili olandır. “Can sıkıntısı hayatın boÅŸluÄŸu hissinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir.” diyen Schopenhauer muhtemelen haklıdır. Albert Camus ise DüÅŸüÅŸ adlı eserinde anlamsal can sıkıntısının nelere yol açabileceÄŸini bir paragrafa ÅŸöyle sığdırır:

​

"Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaÅŸamının yirmi yılını verdi, her ÅŸeyi feda etti ona, dostlarını, emeÄŸini, dürüstlüÄŸünü bile, ama bir akÅŸam, kadını hiç sevmemiÅŸ olduÄŸunu anladı. Canı sıkılıyordu, hepsi bu, insanların çoÄŸu gibi canı sıkılıyordu. Böylece karmaÅŸa ve dram dolu bir yaÅŸam yaratmıştı kendine. Bir olayın olması gerek, insan baÄŸlantılarından çoÄŸunun açıklaması iÅŸte bu. Bir olayın olması gerek, hatta aÅŸksız bir köleliÄŸin, hatta savaşın ya da ölümün bile. O halde yaÅŸasın ölü gömme törenleri!"

 

Psikiyatrist Neel Burton’a göre durumsal can sıkıntısını azaltmamız için yapmamız gerekenler, sıkıntının etken maddeleri olan kontrol, motivasyon, konsantrasyon ve hayal gücüne odaklanmak.

 

Üzerinde az kontrolümüz olan durumlardan mümkün olduÄŸunca kaçınmak, dikkat dağıtıcı ÅŸeyleri ortadan kaldırmak, kendimizi motive edebilmeye alıştırmak, beklentilerimizi azaltmak, hayatımızda var olan her ÅŸeyi önem derecesine göre sıralamak durumsal sıkıntıdan duyduÄŸumuz acıyı hafifletecektir.

 

Ancak hayatımızdaki anlam eksikliÄŸi nedeniyle sıkıntı yaşıyorsak, onunla mücadeleye giriÅŸmek nafile olacaktır. Bunun yerine sıkıntının “anlama dair” uyarılarını dikkate almalı ve ÅŸapkayı önümüze koymalıyız: kendimize göre daha deÄŸerli bir hayat yaÅŸamak için ne yapmalıyız?

 

Samuel Johnson'ın dediği gibi,

 

"Küçük ÅŸeyleri inceleyerek, olabildiÄŸince az sefalete ve daha çok mutluluÄŸa sahip olma sanatına ulaÅŸabiliriz."

 

Alıntılar:

 

Neel Burton - Sunny Side of Boredoom

Albert Camus -DüÅŸüÅŸ

​

Yazının orijinali: Can sıkıntısı ve anlamsızlık

Can sıkıntısı ve anlamsızık

Bilin bakalım ben kimim

ben kimim.jpg

1. Sürekli bir dışlanma beklentisi yaşıyorum.

 

Instagram’da dolanırken bir de bakıyorum iki arkadaşım buluÅŸup bir etkinliÄŸe katılmışlar. Üstelik bana haber vermeden.

 

Demek artık beni istemiyorlar.

 

Çok rahat etmediÄŸim bir ortamdayım. Masaya elimi bile nasıl koyacağımı bilmiyorum. Birden bire sessizlik oluyor ve masanın diÄŸer tarafında gülüÅŸmeler duyuyorum.

Kesinlikle benimle alay ediyorlar.

 

2. İnsanlarda art niyet arıyorum.

 

Arkadaşım bir hata yaptı. Tartıştık. Özür diledi. Ve hayatına devam etti. Ben ise hala sürünüyorum. Neden böyle bir hata yaptı? Nasıl bu kadar çabuk özür diledi? Gerçekten yaptığı hata nedeniyle mi özür diledi, yoksa beni susturmak için mi?

 

Bayram deÄŸil, seyran deÄŸil, bir akrabam aradı. Nazik nazik konuÅŸuyor, hal hatır soruyor. Acaba borç mu isteyecek?

 

Biri, Facebook’tan mesaj attı. Son gönderimi çok beÄŸenmiÅŸ, o da aynı fikirdeymiÅŸ. Demek ki benimle iliÅŸki yaÅŸamak istiyor.

 

3. Belirsiz durumlarda takıntılı davranıyorum.

 

Bir partiye gittim, tanıdık birilerini ararken arkadaşıma rastladım, birisiyle konuÅŸuyordu. Hemen yanlarında bittim ama o arkasını dönüp arkadaşıyla konuÅŸmaya devam etti. Beni gördüÄŸü halde görmemezlikten geldi. Demek artık böyle, ben de onunla olan fotoÄŸraflarımı sildim.

 

Patronuma whatsapptan iki mesaj attım, gördüÄŸünü de gördüm ama hala yanıt vermedi. Demek ki onu çok kızdırdım ve bunalttım. Herhalde beni kovacak. Ne yapacağım ÅŸimdi, hemen iÅŸ bakmam lazım.

 

4. Duygularıma ve düÅŸüncelerime güvenmediÄŸim halde tavrımı deÄŸiÅŸtiremiyorum.

 

Tartışmanın ortasındayım ama savunduÄŸum ÅŸeyin içten içe saçmalık olduÄŸunu kabul ettim bile. Ama durduramıyorum kendimi. Karşı tarafa saldırmaya devam ediyorum. SakinleÅŸemiyorum.

 

Sevgilimden haksız yere ÅŸüphelenmiÅŸim. MeÄŸer gerçekten de ona gece gece yorum yazan kiÅŸiyi tanımıyormuÅŸ. Ama hala küskün ve soÄŸuk davranıyorum ona. Eskisi gibi olamıyorum.

 

5. Asla güvende hissedemiyorum.

 

Yıllarca süren iliÅŸkilerimde bile güvensizlikten kurtulamıyorum. Sürekli olarak terk edilme, kandırılma, aldatılma kuÅŸkusu kaplıyor içimi.

 

Partnerlerimin telefonlarını karıştırıyorum, gittikleri yerlerden mesaj atmalarını bekliyor, her durumun bana açıklanmasını istiyorum. Ondan gelen yeniliÄŸe dair fikirler beni korkutuyor, acaba benden sıkıldı mı, beni terk mi edecek diye korkuyorum.

 

6. Haklı öfke geçici güç veriyor.

 

Haklı olduÄŸum konularda beslediÄŸim öfkenin aynı zamanda bana güç verdiÄŸini de hissediyorum. Ama çok kısa süren bu gücün asıl nedenlerinin en derinlerimde hissettiÄŸim deÄŸersizlik, utanç ve yalnız bırakılma korkusuyla ilgili olduÄŸunu biliyorum.

 

Bilin bakalım, ben kimim?

 

Ülkemizde çok sık karşılaÅŸtığımız insan türüdür iliÅŸkilerine "kaygılı baÄŸlanmış" kiÅŸiler. Açıkçası ben de bu saydığım özelliklerden birkaçını deneyimledim / deneyimliyorum.

 

Kaygılı baÄŸlanmadan muzdarip insanlar, baÅŸkalarıyla olan iliÅŸkilerinde sürekli diken üstünde, tedirgin ve ÅŸüpheci davranırlar. Tavırlar ve söylemler konusunda çok hassastırlar; güvensiz hissettikleri durumlarda her an her ÅŸeyden bir tehdit unsuru çıkarabilirler.

 

TrajikliÄŸi ÅŸuradadır: bu insanlar hem yakın temasta olmak isterler, hem de bu temasa çok direnç gösterirler.

 

Kaygılı baÄŸlanma bir hastalık deÄŸil, bir özelliktir. Ama kaygılı baÄŸlanmanın ortaya çıkardığı neticeler (örn. depresyon) insanın saÄŸlığını bozabilir, hayatını zorlaÅŸtırabilir.

 

ÇocukluÄŸumuzda ebeveynlerimizle iliÅŸkilerimizle oluÅŸan baÄŸlanma stilimiz derinlerimize kazınır. Ne yazık ki onu deÄŸiÅŸtirmek çok zordur.

 

Yine de, eÄŸer bu hikayedeki senaryoları sık sık yaşıyorsanız, bilimsel metodoloji kullanan ve diplomalı bir terapistle bu konu üzerinde çalışmak en iyi çözümdür.

​

Yazının orijinali: Bilin bakalım ben kimim

Bilin bakalım ben kimim

Unutarak cezalandırmak

salvador-dali-paintings-14.jpg

Alman ÅŸair Schiller “affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.” der. Birçok Budist doktrin de unutmayı över. Ama bu, pasif bir kabullenme deÄŸil, aksine aktif bir seçimdir.

 

Affetmek ve unutmak, yapılan kötülüklerin sorun teÅŸkil etmediÄŸi anlamına gelmez Bütün bu yaÅŸananlardan dolayı duyduÄŸumuz acının artık hayatımızı etkilemesine izin vermeyeceÄŸimiz anlamına gelir.

 

Nefret salonlarında geviÅŸ getire getire volta atmayı bırakıp bahçeye çıkmamızı ve nefes almamızı saÄŸlar.

 

Bize kötülük eden insanlara duyduÄŸumuz nefretin altında bütün bunlara izin verdiÄŸimiz için kendimize yönelttiÄŸimiz gizli nefret yatar.

 

Bu nedenle unutmak, karşımızdakiyle değil, kendimizle barışmak anlamına gelir.

 

Bu tür insanlara hayatımızda ve zihnimizde yer vermemek, onlara yönelik bir ceza olduÄŸu kadar, daha iyi ve saÄŸlıklı bir hayat sürebilmemiz için elzemdir de.

 

Tutunamayanlar’daki Selim karakterinin vaazı bunu çok iyi özetler:

 

Ne yazık onlara ki, çıkarlarına dokunulmadıkça doÄŸru yola girmezler ve Allah’ın kendilerine sunacağı nimetleri bilmezler.

 

Ne yazık onlara ki, kalpleri temiz olmadığı için herkesi kötü sanırlar ve günahsıza ve günahkara bir fark gözetmeden kötülük ederler.

 

Ne yazık onlara ki, duygulu çekingenliÄŸi korkaklık, samimiyeti yaltaklanma ve yardımı bir baskı sayarlar.

 

Ne yazık onlara ki, kendilerine açılan saf bir kalbi zaaflarından istifade edilecek, istismar edilecek bir akılsız sayarlar.

 

Onların, geleceği yaratan insanlar arasında yeri yoktur.

 

Unutulacaklardır.

 

 

Alıntılar:

 

OÄŸuz Atay - Tutunamayanlar

​

Yazının orijinali: Unutarak cezalandırmak

Unutarak cezalandırmak

Reddedilme hassasiyeti

reddedilme hassasiyeti.jpg

"Kadınlar ÅŸeytan gibi görünür, onlar tarafından istenmediÄŸinde."

 

Büyük ÅŸair Jim Morisson'ın bu sözlerine muhtemelen psikanalist Karen Horney de katılırdı.

 

Reddedilmeye karşı diÄŸerlerinden çok daha duyarlı olabiliriz. Herhangi bir eylem bizim için reddedilme anlamına gelebilir: randevu gününde bir deÄŸiÅŸiklik, "benimle buluÅŸmak istemiyor'a", whatsapp'tan hemen yanıt alamama, "benimle konuÅŸmak istemiyor'a", aynı fikirde olmama, "bana deÄŸer vermiyor'a", isteklerine uymama, "ne istediÄŸimi umursamıyor'a" dönüÅŸebilir.

 

Nevrotik durumlarda bu terslenme beynimizde basit bir deneyim olarak iz bırakmaz; içinde neler saklandığından emin olamadığımız derin kuyularımızdan çıkan bir canavarın sesi yankılanır:

 

"Seni sadece reddetmedi. Varlığını umursamadı. Yani seni aşağıladı da."

 

Daha da kötüsü, en önemli evrimsel nimetlerimizden biri olan geleceÄŸe dair öngörülerde bulunma yeteneÄŸimiz, kendimizi vuran bir silaha dönüÅŸebilir: Reddedilme korkusu, sürekli bir reddedilme beklentisi haline gelebilir.

 

Bilinçaltımızda reddedileceÄŸimize dair inanca teslim olduÄŸumuzda, insanlarla aramıza mesafe koyabilir, hatta onlara karşı öfke besleyebiliriz. Morisson'ın dediÄŸi gibi, onlar tarafından kabul edilmeyeceÄŸimize eminsek, onları ÅŸeytanlaÅŸtırabiliriz.

 

Reddedilmeye dair bu beklenti güçlendikçe çekingenliÄŸe ve ketlenmeye yol açabilir. Olası herhangi bir reddedilmeyle karşılaÅŸmayacağımıza emin olmadığımız sürece, hoÅŸlandığımız erkek veya kadınla kur yapmaktan bile kaçınabiliriz. Sevilemez olduÄŸumuza dair duyduÄŸumuz yanlış inanç, bizi insanlardan uzaklaÅŸtıran bir tür savunma mekanizmasına dönüÅŸebilir.

 

 

Peki iliÅŸki baÅŸlarsa? Karen Horney bu kısır döngüyü çok iyi açıklar:

 

Önce ayrıcalıklı olmayı ve koÅŸulsuz sevilmeyi içeren kaygı yoÄŸun bir duygusal yakınlık ihtiyacı hissederiz. Bu talepler karşılanmadığında reddedilme hissi bizi kavurur. Reddedilmeye karşı yoÄŸun bir düÅŸmanlık ve öfke hissederiz ama sahip olduÄŸumuz duygusal yakınlığı kaybetme korkusu nedeniyle bu duyguyu içimizde bastırırız. Bastırdıkça içimizdeki gerilim artar. Gerilim arttıkça daha çok güvence ihtiyacı duyarız. Bu güvence için "sahip olduÄŸumuz iliÅŸki gibi" yeni araçlar ararız. Ancak bu araçlar da yeni kaygılar ve düÅŸmanlıklar üretir ve baÅŸtan baÅŸlarız.

 

Kısacası bu nevrotik döngüde bize çıkışı gösteren her yol, yeni tehlikelere de sürükler.

 

Bizi hayattan koruduÄŸu için rahatlık veren her iliÅŸki, baÅŸlı başına kaygı yaratma niteliÄŸine de sahiptir.

 

Çünkü bir gün bizi reddedebilir.

 

 

Alıntılar: Karen Horney - Çağımızın Nevrotik KiÅŸiliÄŸi

​

Yazının orijinali: Reddedilme hassasiyeti

Reddedilme hasasiyeti

Anhedoni

anhedoni.jpg

Nefes alıyorsun ama yaÅŸamıyorsun. Bir ÅŸeyler yapmaya niyetleniyorsun ama hiçbir ÅŸey çekici gelmiyor sana. Neye baÅŸlasan bir angarya hissi eÅŸlik ediyor, hemen yoruluyorsun. “HoÅŸlandığın ÅŸeyleri yap” gibi tavsiyeler de fayda etmiyor, her ÅŸey yelkovanı izlemek kadar sıkıcı. Önceden, birkaç tane de olsa sana heyecan veren ÅŸeyler vardı; bunlara yönelik ilgini gitgide kaybederken elinden bir ÅŸey gelmemesi zihinsel bir iÅŸkenceye dönüÅŸüyor.

 

Hayata yeniden tutunmak, elinle dumanı yakalamaya çalışmak gibi. YaÅŸamadığın halde ölümü bekliyorsun.

 

Bunun adı, anhedoni.

 

Anhedoni, haz yitimi anlamına geliyor. Normalde zevk alınması gereken faaliyetlerden zevk alamama, yaÅŸam zevkinin kaybolması hali için kullanılıyor.

 

Genellikle depresyondaki kiÅŸilerde görülse de, depresyondaki her kiÅŸide görünmüyor.

 

Nedenleri arasında yakın zamanda gerçekleÅŸmiÅŸ travmatik veya stresli bir olay, geçmiÅŸte yaÅŸanan suistimaller ve ihmaller, yaÅŸam kalitesini düÅŸüren rahatsızlıklar, ciddi hastalıklar ve yeme bozuklukları sayılıyor.

 

YaÅŸadığımız salgın ve deneyimlediÄŸimiz karantina hali beyinlerimizi birçok "sosyalleÅŸme ödülünden" mahrum bırakıyor. Ödülünü alamayan beyin zevk yoksulu haline geliyor. Zevk yoksunluÄŸu ise yaÅŸam enerjimizi düÅŸürüyor. DüÅŸük yaÅŸam enerjisi ise bizi cinsel isteksizlikten varoluÅŸ isteksizliÄŸine kadar geniÅŸ bir isteksizlik okyasunda boÄŸuyor.

 

Bugünlerde "neden daha çok zevk alamıyorum" diye kendimizi hırpalamak yerine, zevk alabildiÄŸimiz kırıntılara odaklanmak zihin saÄŸlığımız için daha uygun bir yaklaşım olabilir.

 

Zira, depresyonda olmasak bile karantinada çoÄŸu depresyon semptomuyla birlikte yaÅŸamak zorunda kalıyoruz.

​

Yazının orijinali: Anhedoni

Anhedoni

MaÄŸduriyete eÄŸilimli kiÅŸiler

blame.jpg

MaÄŸduriyete eÄŸilimli kiÅŸiler, bütün kötü olayların kendilerinin başına geldiÄŸine inanırlar. Paranoyak deÄŸillerdir; sadece dış dünyayı algılama konusunda aşırı benmerkezcil bir tutum sergilerler.

 

Elbette bu tutumun faydaları vardır: kendilerinden ziyade baÅŸkalarının kusurlarına odaklandıkları ve bir deve kadar uzun süre kin güdebildikleri için kendi eylemlerinin sorumluluklarından kurtulurlar.

 

Elsevier Personality and Individual Differences dergisinde geçen ay yayımlanan bir makalede araÅŸtırmacılar, maÄŸduriyet eÄŸilimini dört ana kaynaÄŸa baÄŸlıyorlar:

 

 

1. Farkına varılma ve onaylanma ihtiyaçları yoÄŸundur:

 

MaÄŸduriyete eÄŸilimli kiÅŸiler kendilerini sıklıkla "kurban" rolünde göstererek dikkat çekmek ve onaylanmak isterler.

 

2. Ahlak konusunda seçkinci davranırlar:

 

MaÄŸduriyete eÄŸilimli kiÅŸiler sıklıkla kendilerini ahlaki olarak saf ve kusursuz görürler. Oysa onlara karşı çıkanlar, onları eleÅŸtirenler ve maÄŸdur edenler ise ahlaki olarak düÅŸük seviyededirler ve adaletsizdirler.

 

3. Empatileri düÅŸüktür:

 

MaÄŸduriyetlerine yönelik ilgileri bütün vicdani kapasitelerini kapladığı ve her ÅŸey zaten onların başına geldiÄŸi için baÅŸkalarının acılarına pek yer kalmaz.

 

Kendi acılarına gösterdikleri yoÄŸun odaklanma, baÅŸkalarına zarar verme ya da zalim davranma konusunda kendilerini haklı hissetmelerine de neden olabilir.

 

4. MaÄŸduriyetleri konusunda düÅŸünsel geviÅŸ getirirler:

 

MaÄŸduriyete eÄŸilimli kiÅŸiler yaÅŸadıklarına inandıkları maÄŸduriyetleri sık sık ve uzun uzun düÅŸünürler. Ancak bu düÅŸünme süreçlerindeki en büyük etken sabit fikirlilikleridir. Dolayısıyla baÅŸka açıları kapsamaz. Bu sayede uzun yıllar ilk günkü gibi kızgın ve haklı hissedebilirler.

 

AraÅŸtırmacılar, diÄŸer insanlarla olan iliÅŸkilerinde olumsuzluklara daha çok odaklanan ve baÅŸkalarının niyetlerini okurken daha sık kötü niyet atfeden bu kiÅŸisel özelliÄŸin her ortamda geliÅŸebildiÄŸini ve zamanla sabitleÅŸtiÄŸini düÅŸünüyorlar.

 

Yine de, uygun terapi yöntemleriyle, bu kiÅŸilerin kendi benmerkezcilliklerinin farkına varmaları, diÄŸer insanların olumlu özelliklerini de hesaba katmaları, daha güçlü empati kurabilmeleri ve daha sık sorumluluk alabilmeleri saÄŸlanabiliyor.

 

Alıntılar:

 

R.Gabay, B.Hameiri, A.Nadler - The tendency for interpersonal victimhood: The personality construct and its consequences

 

David Ley - The Victim Personality

​

Yazının orijinali: Mağduriyete eğilimli kişiler

Maduriyet eÄŸilimli
bottom of page