top of page

Yazma alışkanlığı kazanarak kendimizi daha iyi ifade edebilmek

0. BaÅŸlangıç

 

Hayalinizde iki kişi canlandırın.

 

Biri ÅŸimdiki sizsiniz.

 

DiÄŸeri de sizsiniz. Tek bir farkla. Ä°kinci haliniz kendini daha iyi ifade edebiliyor.

 

Bu ikinci halinizin okulunuzda, iÅŸ yerinizde, sosyal ve özel hayatınızda neleri baÅŸarabileceÄŸini bir düÅŸünün.

 

Bir de, geçmiÅŸte kendinizi iyi ifade edemediÄŸiniz anları ve neler kaybettiÄŸinizi hatırlayın.

 

Aradaki büyük farkı anlayacaksınız.

 

Ama Üzülmeyin. Yazma ve yazdıklarımızı paylaÅŸma alışkanlığı kazanarak kendimizi çok daha iyi ifade edebiliriz.

 

-

 

Bu sözleri, yıllar önce Michigan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin online olarak sunduÄŸu Yazma kursunda, profesör Patrick Barry’den duymuÅŸtum. 

 

Bugün, Huzursuz Beyin’de üç yıl düzenli olarak yazdıktan ve paylaÅŸtıktan sonra Barry’nin tamamen haklı olduÄŸunu biliyorum. 

 

Varsayım ÅŸu: Ä°ster özel hayatınız, ister mesleki veya ilgi alanlarınız hakkında olsun; eÄŸer duygu ve düÅŸüncelerinizi yazmak konusunda bir alışkanlık edinirseniz, kendinizi çok daha iyi anlarsınız. EÄŸer bu yazdıklarınızı diÄŸer insanlarla paylaşırsanız, kendinizi çok daha iyi ifade edebilen bir insana dönüÅŸürsünüz.


 

Eminim bu varsayım size de makul gelecek. Çünkü kağıt üzerinde harika. Ancak bir süre sonra, benim de zamanında içine düÅŸtüÄŸüm gibi, üç yanlış inancın pençesine düÅŸebilirsiniz.


 

1. Yazarlık doğuştan gelir. Oysa benim doğal yeteneğim yok.

 

2. Yazsam bile kim neden okusun ki, anlatacak ilginç bir ÅŸeyim yok.

 

3. Yazmak için motive olmam gerek, oysa ben sürekli erteleyen bir insanım.

 

Bu yazıda bizi durduran üç yanlış inancı irdeleyip, yazma ve yazdıklarımızı paylaÅŸma alışkanlığı edinmek için yapabileceklerimizi konuÅŸacağız.

 

Ayrıca sosyal medyada kendinizi daha iyi ifade etmek için kullanabileceÄŸiniz bazı pratik ipuçlarını bulabilecekseniz.

 

EÄŸer bunları uygularsanız eminim birkaç ay içinde kendinizi daha iyi ifade edebilen bir insana dönüÅŸebilirsiniz.

 

Dilerseniz başlayalım.

 

 

1. Yazarlık doğuştan gelmez

 

SorumlululuÄŸu üzerimizden atmak

 

Dünyaca ünlü yazarlara, yazma yeteneklerinin doÄŸuÅŸtan mı geldiÄŸini sorduÄŸumuzda hemen hemen hepsi aynı yanıtı verir. “Hayır. Çok okudum ve çok yazdım.” 

 

Aslında ÅŸaşırtıcı gelmemeli; genetik faktörlerin daha belirleyici olduÄŸu müzik ve spor gibi alanlarda bile en özel yeteneklerin her gün saatlerce çalıştığını biliriz.

 

Buna raÄŸmen, nispeten daha az genetik faktörlere baÄŸlı olan yazarlığı, doÄŸuÅŸtan yazma yeteneÄŸiyle kutsanmış, seçkin bir azınlığın yapabileceÄŸine inanırız. 

 

Friedrich Nietzsche, Ä°nsanca, Pek Ä°nsanca adlı eserinde, bu inancın kibirimizden kaynaklandığını iddia eder.  EÄŸer birileri, bizim yapamayacağımızı düÅŸündüÄŸümüz bir ÅŸeyi baÅŸarıyorsa, bunu ya deha ile ya da tanrısal bir lütufla açıklarız. Bu sayede kendimize “ben neden yapamıyorum?” diye sormamıza gerek kalmaz. Birine “doÄŸuÅŸtan yetenekli” dediÄŸimizde aslında onunla  yarışmamıza gerek olmadığını ima ederiz. Alman filozof ÅŸöyle der:

 

“Kibrimiz ve özsevgimiz dehayı ancak kendimizden çok uzaklarda, bir mucize olarak düÅŸünürsek incinmeyeceÄŸi için, ona tapınmaya meylederiz. Fakat bunu bir kenara bıraktığımızda, ortada bir mucize yoktur. Bütün bu mucizeler, düÅŸüncelerini bir noktaya odaklayan, her ÅŸeyi o amaca dönük olarak kullanan, sürekli kendilerinin ve baÅŸkalarının içsel yaÅŸamlarını hevesle inceleyen, her yerde örnekler ve uyarıcılar gören, malzemelerini tekrar tekrar düzenlemekten bıkıp usanmayan insanları hayal ettiÄŸimizde açıklığa kavuÅŸur.”

 

Üstelik, yeteneÄŸimiz olmadığından nasıl emin oluruz? 

 

Japon yazar Haruki Murakami, “kiÅŸinin güçlü, kuvvetli bir yeteneÄŸi varsa bir gün mutlaka ortaya çıkar,” gibi inançları doÄŸru bulmadığını söyler. Bazı yetenekler, ancak uygun ÅŸartlarda ortaya çıkar, bazı yeteneklerimizi fark edebilmek içinse derinlerimize inmemiz gerekebilir.

 

Ama en önemlisi, biz zaten en iyi yazar olmak için yazmıyoruz. Yazmak, duygu ve düÅŸüncelerimizi dondurarak onları inceleme fırsatı sunuyor bize. Bu sayede bildiklerimizi toparlayabiliyor, onları farklı kategorilere ayırabiliyoruz. Ray Bradbury, yazmaya baÅŸlayacak sıradan okuyucuna sorar:

 

“En son ne zaman birisine karşı gerçek hayatta duyduÄŸun nefret veya sevgin kağıda sızdı? En son ne zaman terk etmediÄŸin bir önyargını sayfaya bir yıldırım gibi fırlatmaya cesaret ettin? Hayatındaki en iyi ve en kötü ÅŸeyler neler ve ne zaman onları fısıldayarak veya haykırarak dışa vuracaksın?”

 

Orhan Pamuk, Nobel Ödülü aldığı konuÅŸmasında neden yazdığını açıklar:

 

“Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoÅŸuma gittiÄŸi için yazıyorum. Onu ancak deÄŸiÅŸtirerek gerçekliÄŸe katlanabildiÄŸim için yazıyorum.

 

Ben, ötekiler, hepimiz, bizler Ä°stanbul’da, Türkiye’de nasıl bir hayat yaÅŸadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiÄŸim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her ÅŸeyden çok inandığım için yazıyorum.

 

Bir alışkanlık ve tutku olduÄŸu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuÄŸum için yazıyorum. GetirdiÄŸi ün ve ilgiden hoÅŸlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum.

 

Hayat, dünya, her ÅŸey inanılmayacak kadar güzel ve ÅŸaşırtıcı olduÄŸu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliÄŸini ve zenginliÄŸini kelimelere geçirmek zevkli olduÄŸu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için deÄŸil, hikâye kurmak için yazıyorum.

 

“Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya —tıpkı bir rüyadaki gibi— bir türlü gidemiyormuÅŸum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum.



 

Ama onların ilhamları ve ritüelleri var

 

Yazarların enselerinde ilham perisiyle dolaÅŸtıklarını ve sadece o ilhamı hissettiklerinde yazdıklarına inanırız. Çünkü devlet memuru gibi saatlerce masa başında oturduklarını ve sürekli bir ÅŸeyleri karalayıp sonra çöpe fırlattıklarını düÅŸünmek zihnimizde yarattığımız “süper kahraman” imgesiyle uyuÅŸmaz.

 

Onların süper yazma gücü ve bu gücü çağıran özel ritüelleri, giysileri, kalemleri, yerleri olmalıdır. Åžair Taylor Mali, bu inancın trajikomikliÄŸini kendi ritüeliyle anlatır:

 

“Japon usulü el yapımı kağıtlarım ve iki yüz yıllık dolma kalemim var ve her sabah, - tabii ki üçüncü kez seviÅŸtikten sonra kendimi doÄŸaya bırakır ve en az on kilometre koÅŸarım. DöndüÄŸümde kıyafetlerimden kurtulur, çırılçıplak vaziyette evin terasına çıkar,  güneşın doÄŸuÅŸunu izler ve ÅŸiirlerimi yazmaya baÅŸlarım. Aslında saÄŸ elimi kullanırım ama kendimi diÄŸerini kullanmaya zorlarım, çünkü bunun yaratıcılığımı artırdığına inanırım…” 

 

“…demeyi isterdim ama asıl yaptığım ÅŸey ÅŸu: bütün gün bilgisayarımın önünde oturup acı çekiyorum.”

 

Yazarlar genelde bunu yapar; metin önünde saatlerce acı çeker.

 

Kurt Vonnegut da bu çaresizliÄŸi iyi bilenlerden, “Yazarken, aÄŸzında mumboyası tutan kolsuz bacaksız bir adam gibi hissediyorum.” der.

 

Stephen King, ilham perisinin varlığını kabul eder. Ancak ona ulaÅŸmamız için kendi mahzenimizde saatlerce çalışmamız gerektiÄŸini söyler:

 

“Bir ilham perisi var ama kanatlarını çıraparak çalışma odanıza gelip bilgisayarınızın üzerine yaratıcı peri tozları serpiÅŸtirmiyor. O, yukarıda deÄŸil, aÅŸağıda yaşıyor. Evin mahzeninde takılmayı seviyor. Onun yanına inmelisiniz, inince de yaÅŸaması için odayı döÅŸemelisiniz. Ä°lham perisi oturup puro içerken bütün ağır iÅŸleri siz yapmalısınız. Sizce bu adil mi? Bence adil.”

 

Peki yazarların ilham dolu anları olmaz mı? Elbette olur. 

 

Ama zaten, hepimizin olur.

 

Ray Bradbury,  ilham perisinin, herkeste bulunan bilinçaltı dediÄŸimiz olgunun yaratıcı boyutu olduÄŸubnu söyler:

 

“Ne ad verirsek verelim, yüceltiyormuÅŸ gibi yaptığımız, adına göstermelik mabetler yükselttiÄŸimiz bireyin özü budur. ÖzgünlüÄŸümüzün esasıdır. Çünkü, dünyadaki herkesi birbirinden farklı kılan, bir deneyimin algılanış, depolanış ve unutuluÅŸunun da dahil olduÄŸu toplamdır.”

 

Ama hiçbir yazar, yazmak için ilhamın gelmesini beklemez.

​

​

​

Zaten her gün yazıyoruz. Bunu maksatlı yapalım.

 

Kendimizi bir yazar gibi görmenin üç büyük avantajı bulunur.

 

1. Maksatlı yazarız.

2. Empati gücümüz, iliÅŸkilerimiz ve kendimizi ifade gücümüz  geliÅŸir.

3. Sürekli geniÅŸleyen kocaman bir alet çantamız olur.


 

Ann Handley, “Herkes Yazabilir” adlı kitabında farkında olmadan her gün kelimelerce yazdığımızı söyler. Whatsapp’ta saatlerce yazışır, Instagram’da yorumlar yapar, Twitter’da tweet atar, iÅŸ epostalarında en doÄŸru kelimeleri bulmaya çalışır, deÄŸerlendirme sitelerinde ürünleri deÄŸerlendiririz. 

 

Aradaki fark; maksatlı yazmaktan geçer.

 

Kendimizi ifade gücünü geliÅŸtirme arzusu taşıyan bir yazar olarak tanımladığımızda her ÅŸeye baÅŸka bir gözle bakarız.  Artık insanlar, yerler, filmler, kitaplar, yiyecekler, içecekler hem yazılarımızda kullanabileceÄŸimiz nesnelere, hem de kendimizi ifade edebilme yeteneÄŸimizi geliÅŸtirecek araçlara dönüÅŸür.

 

ÖrneÄŸin whatsapp’ta mesaj yazarken, kendimizi en doÄŸru ÅŸekilde ifade edip etmediÄŸimizi, doÄŸru kelimeleri kullanıp kullanmadığımızı, yazdıklarımızın karşımızdaki insan tarafından hangi sertlikte algılanabileceÄŸine daha dikkat ederiz. 

 

Artık  film izlerken, kitap okurken veya ÅŸarkı dinlerken; bunu yalnızca izleyici, okuyucu veya dinleyici olarak deÄŸil, aynı zamanda bu eserlerin bizde yarattığı etkiyi baÅŸkalarıyla paylaÅŸacak olan yaratıcılar olarak deneyimleriz.

 

Çevremize yönelik bu tür bir vizyon, zamanla empati gücümüzü yükseltir. PaylaÅŸtıklarımızın daha deÄŸerli olmasını isteriz.

 

Peki sosyal medyada bir içeriÄŸi deÄŸerli kılan nedir?

 

Ann Handley, harika bir formül verir bize:

 

İşe yararlılık + İlham + Empati

 

PaylaÅŸtığımız içerik;

 

  • Karşımızdaki kiÅŸinin hayatına bir deÄŸer katıyor mu?

  • Karşımızi kiÅŸiye ilham veriyor mu?

  • Karşımızdaki kiÅŸiyle empati kuruyor mu?

 

PaylaÅŸacağımız içerik bu üç olguya ne kadar sahipse, o kadar deÄŸerli bir içerikten bahsedebiliriz.

 

Kendimizi bir yazar olarak görmenin belki de en etkileyici yanlarından biri ise sürekli geniÅŸleyen bir alet çantasına ve kiÅŸisel arÅŸive sahip olmamızı saÄŸlamasıdır.

 

Çünkü yazmak ve yazdıklarımızı paylaÅŸmak  bir yandan da kendimizi sürekli güncellemek ve geliÅŸtirmek anlamına gelir. Bunu, içini dilediÄŸimiz kadar doldurabildiÄŸimiz bir alet çantası olarak düÅŸünebiliriz.

 

Bu alet çantası içinde neler olur?

 

  • Ä°yi yazarlardan iyi metinler

  • BeÄŸendiÄŸimiz paragraflar

  • Aklınızı çelen alıntılar

  • Güzel kelimeler

  • Dilbilgisi kuralları

  • Farklı stiller

  • Ä°lgili eÄŸitimler

 

KiÅŸisel olarak, yazarlığın  en sevdiÄŸim tarafı bu.

 

Huzursuz Beyin’le birlikte baÅŸladığım Dijital Not Defterim, alıntılarla, videolarla, kategorilere ayrılmış yazılarla, gün içerisinde keÅŸfettiÄŸim yazarlar, kitaplar ve sanatçılarla ÅŸimdiden binlerce sayfayı buldu. Yalnızca böylesine bir arÅŸive sahip olmak için bile yazarlık harika bir ÅŸey.

 

 

Sosyal medyadan faydalanın

 

Peki neden sadece günlük tutmanızı deÄŸil de sosyal medyada da paylaÅŸmanızı tavsiye ediyorum?

 

Bunun iki nedeni var.

 

Birincisi, sadece kendimize yazmak, duygularımızı ve düÅŸüncelerimizi fark etmemizi, birçok konuda içgörü kazanmamızı saÄŸlar ancak kendimizi etkin bir ÅŸekilde  ifade etmek konusunda ilerlemek istiyorsak paylaÅŸmaya, geri bildirim almaya ve okuyucu / dinleyici eksenli yazmaya da alışmalıyız.

 

Ä°kincisi, sosyal medya, barındırdığı fırsatlar açısından inanılmaz bir yer. Bunun başında da mesleÄŸiniz, ilgi alanlarınız, hobileriniz ne olursa olsun sizi ilgiyle dinleyebilecek yüz binlerce insanın olması geliyor.

 

Gündelik hayatta ünvanınız, maaşınız, baÅŸarılarınız, sertifikalarınız, mezun olduÄŸunuz üniversite, yöneticilerle iliÅŸkiniz, hatta bazı araÅŸtırmalara göre boyunuzun uzunluÄŸu, yüzünüzün simetrisi ve giyim tarzınız bile dinlenip dinlenmeyeceÄŸini etkiliyor.

 

Sosyal medyada o kadar önemi yok bunların.

 

Önemli olan tek ÅŸey, belirli bir konu hakkında ne kadar tanındığınız. Ancak tanınır olmak derken ünlü olmayı kastetmiyorum.

 

Ünlüler, bir nedenden ötürü hayatlarını merak ettiÄŸimiz insanlardır; oyuncular, sporcular, politikacılar, ÅŸarkıcılar gibi. Sosyal medyada tanınır olmak ise belirli bir konuda otoriteye, itibara ve kitleye sahip olmak anlamına gelir.

 

Takip ettiÄŸimiz öyle hesaplar var ki aldıkları maaşı veya sertifikaları geçin, adlarını ve yüzlerini bile bilmeyiz. Yine de, o belirli konu hakkında; örneÄŸin saÄŸlık, siyaset, ekonomi, spor, bilim, ebeveynlik hakkında söylediklerini önemseriz.

 

Peki bu ünlü olmayan insanlar bunu nasıl baÅŸarırlar?

 

Sosyal medya pazarlama duayeni Mark Schaefer’e göre dört temel noktası bulunur bu sürecin:

 

-  Kendilerine ilgilendikleri bir konu bulurlar.

-  Kendilerine içerikleri paylaÅŸabilecek bir alan bulurlar.

-  O alanı, o konuyla ilgili yaratıcı içeriklerle doldururlar.

-  Takipçilerinin içeriklerle etkileÅŸime girmesini saÄŸlarlar.

 

Sosyal medyada tanınır olmanın kısa yolu yoktur; emek isteyen evrimsel bir süreçte, yavaÅŸ yavaÅŸ olur.

 

Dolayısıyla yazma alışkanlığımızı sosyal medyanın fırsatlarıyla birleÅŸtirdiÄŸimizde belki de önümüze inanılmaz fırsatlar açılır. 

 

Peki ne yazacağımıza nasıl karar vereceÄŸiz? 

 

Bu noktada ikinci bir kuÅŸku düÅŸer içimize.

 

“Tamam ama benim anlatacak deÄŸerli bir ÅŸeyim yok.”

 

​
 

2.  Söyleyecek deÄŸerli bir ÅŸeyim yok.

​

Friedrich Nietzsche, EÄŸitimci Olarak Schopenhauer adlı eserinde çok ülke görmüÅŸ bir gezginden bahseder. Gezgini görenler, karşılaÅŸtığı bunca insanın ortak özelliÄŸini sorar. “TembelliÄŸe eÄŸilimliler,” diye yanıt verir gezgin.  

 

Nietzsche bu yanıtın eksik olduÄŸunu düÅŸünür; tembelliÄŸimizin de altında yatan görünmez bir ağırlık vardır: “cesaretsiz olmamız.” 

 

“Aslında her insan, kendisinin benzersiz bir varlık olduÄŸunu, bu dünyada bir eÅŸinin daha bulunmadığını bilir.” der Alman filozof.  “Bunu bilir ama bir suç gibi saklar. Çünkü yanındakinden korkar.”

 

Zaten filozofa göre sanatçı olanlar, her insanın eÅŸsiz bir mucize olduÄŸuna dair o reddedilmiÅŸ hakikati keÅŸfedenlerden oluÅŸur. 

 

Sıkıcı olan tembelliÄŸimizdir. Gündelik basmakalıp muhabbetlerimiz, herkesle hemfikir oluÅŸumuzdur. Dürüst ve çıplak olduÄŸumuzda karşılaÅŸacağımız zorluklardan korkarız. Bu nedenle farklılıklarımızı kendimize saklarız.

 

Ama her konuda deÄŸil. 

 

ÖrneÄŸin sosyal medyada yediÄŸimiz birbirinden farklı yemekleri, içtiÄŸimiz içecekleri,  yaptığımız spor figürlerini, gezdiÄŸimiz yerleri, izlediÄŸimiz ı filmleri, dinlediÄŸimiz ÅŸarkıları, hatta evlilik teklifleri gibi en özel anlarımızı sergilemekten kaçınmayız. 

 

Ama konu, bizi farklı kılabilecek duygu, düÅŸünce ve fikirlerimizi paylaÅŸmak olunca sanki görünmez bir cin oturur boÄŸazımıza. Miskinlik ardına saklanmış korku ve endiÅŸe;  bize söyleyecek deÄŸerli bir sözümüz olmadığını fısıldar.  Sorduklarında; “benim söyleyeceklerim neden önemli olsun ki?” deriz. 

 

Nietzsche, kendinden sıkılanlara ÅŸu öÄŸüdü verir:

 

“Kitlelerin bir parçası olmak istemeyen insanoÄŸlunun yapması gereken tek ÅŸey, içinde olduÄŸu rahatlığa son vermektir; ona ÅŸöyle seslenen vicdanının sesine kulak versin: 

 

“Kendin ol! Åžu anda, yaptıklarının, düÅŸündüklerinin, istediklerinin hiçbiri deÄŸilsin.”



 

“Ä°znim yok sanıyordum”

 

Düzyazı konusunda gelmiÅŸ geçmiÅŸ en önemli kiÅŸilerden olan  William Zinsser, genç yazarların kendisine sık sık “ben kimim ki kendi düÅŸüncelerimi söyleyeyim?” diye sorduÄŸunu anlatır:

 

“Ben de onlara ‘sen kimsin ki kendi düÅŸüncelerini söyleyemeyesin’ diye yanıt veriyorum. Yalnızca bir tane sen varsın. BaÅŸka hiç kimse ne aynı ÅŸekilde düÅŸünebilir, ne aynı ÅŸekilde hissedebilir." 

 

Zinsser, 1976 yılında basılan ve düzyazı konusunda baÅŸyapıt sayılan “Ä°yi Yazmak Üzerine” de bizim de okullarımızda maruz kaldığımız sahneyi anımsatır:

 

“Ne zaman yazarlık eÄŸitimi için bir okula gitsem aynı sahne tekrarlanır.  ÖÄŸrencilere yazmakla ilgili en önemli problemlerini sorarım, öÄŸrenciler de her defasında aynı yanıtı verir:

 

“Hocanın istediÄŸi konu hakkında yazmak zorundayız.”

 

Zinsser  “Ä°yi hocalar bunu istemez” der. “Hiçbir öÄŸretmen aynı konu hakkında aynı kiÅŸi tarafından yazılmış 25 tane ayn ıyazıyı istemez. Aradığımız ÅŸey, yani kağıtlardan fışkırmasını istediÄŸimiz ÅŸey bireyselliktir. Sizi eÅŸsiz yapan her ne ise onu görmek isteriz.”

 

Ama bunu yapamayız. Buna iznimiz olmadığına inanırız.

 

Oysa, ilgi çekici yazı; samimiyette ve dürüstlükte gizlidir. Ä°ster çocukluk anılarımız, ister romantik hayatımız, ister siyasi fikirlerimiz, veya gündeme dair düÅŸüncelerimiz olsun, gerçek duygu ve düÅŸüncelerimizi yalın bir ÅŸekilde paylaşığımızda her yazı ilgi çekici hale gelir.  Samimi olan için konu bulamamak diye bir ÅŸey de olmaz. Flannery O Connor’ın çok güzel ifade ettiÄŸi gibi; çocukluÄŸunu saÄŸ salim atlatan herkesin geri kalan hayatı boyunca yazmaya yetecek kadar materyali vardır.

 

Ama kişisellikten korkarız.

 

Zinsser; baÅŸka insanların hayatlarını anlatarak para kazanan 65 yaşındaki gazeteci arkadaşına, daha kiÅŸisel metinler yazması için baskı yapar. Adam en sonunda baskılara dayanamaz ve her sabah kendi hayatı hakkında bir ÅŸeyler yazmaya baÅŸlar. Hayatının o döneminde bile bu kadar özgürleÅŸtirici bir yolculuÄŸa çıktığına inananamaz. Babası hakkında keÅŸfedemediÄŸi ÅŸeyleri keÅŸfeder ve ÅŸöyle der:

 

“Daha önce hiç cüret etmemiÅŸtim çünkü iznim olduÄŸunu düÅŸünmüyordum.” 

 

Kendi hayatımıza cesur bir bakış; her ÅŸeyi ilgi çekici hale getirir.


 

Sende ne varsa onu ver.

 

En az iki bin yıllık Kitab-ı Mukaddes’te“güneÅŸin altında yeni bir ÅŸey yok.” yazar. Yine de her sene birbirinden özgün binlerce öykü, roman, ÅŸiir, makale, senaryo yazılmaya devam eder. Sadece bunlar mı?

 

Decathlon’un sitesindeki pamuklu bir çorap için yüzlerce kullanıcı yorumu bulunur. 

 

En çok ziyaret edilen “Sahibinden” “N11” “Trendyol” gibi sitelerde milyonlarca yorum yer alır.

 

Milli deÄŸerimiz EkÅŸi Sözlük yalnızca metin tabanlı.

 

Kimse kimsenin başına yorum yapması için silah dayamaz ama insanlar yine de bu iÅŸi seve seve -üstelik bedava- yapar.

 

Çünkü kitap, çorap, araba, yemek, ideoloji fark etmez, düÅŸüncelerimizi paylaÅŸmayı ve baÅŸkalarının fikirlerinden yararlanmayı severiz.

 

“Yazmak bir ego iÅŸidir ve bunu kabul etseniz iyi olur” der. Yaptığımız her yorumla etrafa kendimizden saçarız.

 

Sosyal medya, var olma, tanınma, onaylanma ve sevilme arzumuzu diÄŸer insanların ihtiyaçlarıyla birleÅŸtirebilme fırsatı sunar bize.

 

Yani zaten her gün, farklı yerlerde düÅŸüncelerimizi ifade ederiz.

 

Peki kendimizi rastgele forumlara, gruplara saçmak yerine, sosyal medya hesabımızı baÅŸka insanların da faydalanabileceÄŸi bir tür kendilik merkezine çeviremez miyiz?

 

Psikologsan gündelik hayatta karşılaÅŸtığın psikolojik sorunları anlatabilirsin bize. Avukatsan boÅŸanmayı, vergiyi, anayasayı;

Bankacıysan faizi, ekonomiyi anlatabilirsiniz.

 

Kuşları biliyorsan kuşlardan, pulları biliyorsan pullardan, motorları biliyorsan motorlardan bahsedebilirsin.

 

Çok film izliyorsan fimleri, çok kitap okuyorsan kitapları, çok müzik dinliyorsan ÅŸarkıları analiz edebilirsin.

 

Yeni öÄŸrendiÄŸin, ve hayatını kolaylaÅŸtıran ipuçlarını veya edindiÄŸin tuhaf bilgileri paylaÅŸabilirsin bizimle.

 

Hiçbir özelliÄŸin, yeteneÄŸin, ilgi alanın olmadığına inanıyorsan; çocuk olmayı, sevgili olmayı, ebeveyn olmayı, vatandaÅŸ olmayı, çevreci olmayı, kibirli olmayı, stresli olmayı, yasta olmayı, kıskanç olmayı, birinci olmayı, ikinci olmayı, sonuncu olmayı anlatabilirsin bize.

 

Kimse okumaz, kimse ilgilenmez diye düÅŸünmeyin.

Faydalı ve içten olduÄŸuna inanıldığında Decathlon’daki pamuk çoraplara yapılan yorumlar bile okunur internette.

 

Konusu ne olursa olsun, her yazıyla kendinizi daha iyi ifade edebilmeyi hedefleyin sadece. 

​

​

​

3. Ä°çimizdeki sabotajcı


 

Şu ana hemfikir olduğumuz iki noktayı hatırlayalım.

 

Bir: Ä°yi yazabilmek için doÄŸuÅŸtan yeteneklere sahip olmamız gerekmez. Odaklanarak, sürekli yazma pratiÄŸi yaparak, kelime daÄŸarcığımızı büyüterek, içgörü kazanarak ve kendimizi daha iyi tanıyarak yazma kabiliyetimizi geliÅŸtirebilir; böylelikle kendimizi daha iyi ifade eden bir insan olabiliriz.

 

Ä°ki: YazabileceÄŸimiz ve insanların ilgisini çekebileceÄŸimiz birçok konu var. KEndi özel hayatımızdan geçmiÅŸ deneyimlerimize, ilgi alanlarımıza, uzmanlıklarımıza, okuduklarımızdan öÄŸrendiklerimize kadar geniÅŸ bir yelpazede insanlara yardımcı olan, ilham veren ve empati hissettiren içerikler hazırlayabiliriz.

 

Åžimdi, herhangi bir alışkanlık edinmeye çalışırken  en sık karşılaÅŸtığımız dostumuzdan bahsetmemizin vakti geldi: Ä°çimizdeki sabotajcı

 

Steven Pressfield, milyonlar satan “Yaratma Savaşı’n”da ondan direnç olarak bahseder ve düÅŸmanımız olduÄŸunu söyler. GeçtiÄŸimiz aylarda Netflix’te belgeseli yayınlanan Psikiyatrist Phil Stutz’a göre o “Part X”tir ve bizi potansiyelimize eriÅŸmekten alıkoyar:

 

“Herkes, hayatlarının bir döneminde, içlerinde henüz keÅŸfedemediÄŸi bir potansiyel olduÄŸunu hisseder. Bazılarımız çocukları doÄŸduÄŸunda hisseder aslında daha fazlası olduÄŸunu, bazılarımız geceleyin yıldızlara baktığında. Ä°yi haber, gerçekten sınırsız bir potansiye sahibiz. Kötü haber, bunun için savaÅŸmamız gerekir. Özellikle de bizi her adımda sabote etmeye çalışacak içsel mekanizmalarımızla.”

 

Bense onu daha çok, manipülasyon konusunda uzman, aşırı evhamlı, yaÅŸlı bir akrabamız gibi düÅŸünüyorum. Bize direkt olarak “yapma” demez, bunun yerine bin bir yolla bizi manipüle etmeye çalışır.

 

En çok ortaya çıktığı durumları ÅŸöyle sıralayabiliriz:

 

1. Yazı, resim, müzik, film, dans ya da yaratıcılık gerektiren herhangi bir çalışmaya giriÅŸtiÄŸimizde

 

2. Kar amacı gütsün veya gütmesin, herhangi bir iÅŸ kurma giriÅŸiminde bulunduÄŸumuzda,

 

3. Beslenmemiz, saÄŸlığımız  ile ilgili bir rejim veya spor programına baÅŸladığımızda,

 

4.  Zararlı bir alışkanlıktan veya bağımlılıktan kurtulmak için adım attığımızda,

 

5. Yabancı dil, uzmanlık, mesleki eğitim gibi eğitimlere kayıt olduğumuzda,

 

6. Kendimizi ve hayatımızı deÄŸiÅŸtirmek için siyasi, ahlaki ya da manevi cesaret sergilememiz gereken bir dönemeçte içimizdeki sabotajcı ile karşılaşırız.

 

Dikkatle incelediÄŸimizde, bütün bu durumların hepsinde ortak bir nokta olduÄŸunu fark ederiz. Konfor alanımızdan çıkmak, kısa süreli hazları reddedip uzun süreli geliÅŸim, saÄŸlık ve en önemlisi, bütünleÅŸmeyi  kovalamak.

​

​

Ä°çimizdeki sabotajcının özellikleri:

 

1. Görünmezdir.

 

Ama onu hissedebiliriz. Bazen korku, endiÅŸe, kaygı olarak kendini gösterir; bazen yorgunluk, rahatlama ve ferahlama isteÄŸi, bazen fiziksel bazen cinsel açlık ÅŸekline bürünür. Bizi uzaklaÅŸtırmak için girmeyeceÄŸi kılık yoktur.

 

En sık söylediÄŸi yalan “enerjin yok” yalanıdır.

 

Enerjimizin olmadığına inandığımızda, yapmamız gerekenleri yapmamak için bahane bulmuÅŸ oluruz.

 

2. Kaynağı içimizdedir.

 

Bizi durduranın, gürültü yapan çocuklarımız, ilgi isteyen eÅŸimiz, gecenin köründe mesaj atan yöneticimiz, sürekli dışarıya çağıran arkadaÅŸlarıımız, siyasi partimiz, futbol takımımız, sosyal medya hesaplarımız olduÄŸuna inanırız.

 

Ancak bu faktörler, içimizdeki sabotajcının kullandığı araçlardır yalnızca. Onları dönem dönem müttefik olarak seçer.

​

3. Sinsidir.

 

Bizi uzun vadeli planlarımızdan ayırmak için ne gerekirse onu yapar. Yanlış yerlere yönlendirir, yanıltır, baÅŸtan çıkarır; bazen bizden hiçbir ÅŸey olamayacağımızı fısıldar, bazen zaten en iyisi olduÄŸumuzu, çok uÄŸraÅŸmamamız gerektiÄŸini haykırır. Bazen iyi bir tatili hak ettiÄŸimizi, bazen kimsenin bizi hak etmediÄŸini, bazense bizim kimseyi hak etmediÄŸimizi söyler.

 

Bizi planımızdan uzaklaÅŸtırmak için ne gerekiyorsa onu yapar.

 

4. Evrenseldir.

 

Herkesin içindeki sabotajcı farklıdır ama herkesin içinde illa vardır. Yazma alışkanlığı kovalayan, rejim yapmayı planlayan, alkolü veya sigarayı bırakan, Ä°ngilizce öÄŸrenmeye çalışan, aktivist eylemlere katılma kararı alan, yani konfor alanını terk eden herkesin içinde farklı farklı güçlerde bulunur.

 

O, evrenseldir ama her birimizin içinde kendine özgü ÅŸekilde büyür. 

 

5. Kaybolmaz.

 

Uzun vadeli planlarımızı alışkanlıklara dönüÅŸtürdükçe direncin gücü azalır ama asla kaybolmaz. Ara vermemizi, kibirli davranmamızı bekler. Bu nedenle en çok da bitiÅŸ çizgisine yaklaÅŸtığımızda gücünü gösterir. Ne zaman “ben artık oldum” desek; ne zaman “ben artık çok uÄŸraÅŸmadan yazabiliyorum,” “ben artık sigarayı bıraktım.” “ben artık doÄŸru besleniyorum” desek ve kemerleri biraz hafifletsek; sabotajcı  oradan çıkar ve bizi eski halimize döndürür.

 

Pressfield, Odisey’in hikayesini hatırlatır.  Kahraman, yıllar süren zorlu maceralardan sonra evine dönerken, ÅŸehriin ışıklarını görünce rahatlar  ve uykuya dalar. O sırada adamlarından biri, içinde altın var sanarak heybesini çalar ve açtığında Rüzgar tanrısının Odisey için sakladığı “Åžiddetli Rüzgarlar” ortaya salar  ve gemiyi binlerce fersah öteye sürükler.



 

Nasıl mücadele edebiliriz? Alışkanlığı kimliÄŸe katmak

 

Ä°çimizdeki sabotajcı ile mücade etmenin en etkili yolu, ona daha az alan vermektir. Bunu da yapmak istediklerimizi bir alışkanlığa dönüÅŸtürerek saÄŸlayabiliriz.

 

James Clear, Atomik Alışkanlıklar’da alışkanlığın üç katmanı olduÄŸunu söyler. 

 

Ä°lk olarak sonuçları deÄŸiÅŸtirmeye çalışırız. ÖrneÄŸin kilo vermek, yazı paylaÅŸmak gibi.

 

Ä°kinci katmanda süreci deÄŸiÅŸtiririz. Spor salonuna yazılırız, yazma rutini oluÅŸtururuz. 

 

Üçüncü ve en derin katmanda ise asıl deÄŸiÅŸiklik gerçekleÅŸir. KimliÄŸimizi deÄŸiÅŸtiririz. SaÄŸlıklı insan, fit insan, yazar gibi. Clear, sigarayı bırakmaya çalışan iki kiÅŸiden bahseder. Biri, kendisine sigara sunulduÄŸunda “hayır bırakmaya çalışıyorum,” der, diÄŸer ise “ben sigara içmem” der. Ä°kinci cümleyi kullanan kiÅŸilerin alışkanlıklarını sürdürme ihtimalleri daha yüksektir. Çünkü kimliÄŸimize yönelik saldırıları daha ciddiye alırız.

 

Hedefimiz, x sayıda kitap okumak deÄŸil, okuyan bir insana dönüÅŸmek

Hedefimiz, x sayıda yazı yazmak deÄŸil, yazan bir insana dönüÅŸmek olur.

 

Bunun için yazmayı kimliÄŸimizin bir parçasına dönüÅŸtürmemiz gerekir. PRessfield buna “profesyonel davranmak” der. Nasıl ki her gün iÅŸe gidiyorsak, yazmayı da hayatımızın günlük bir parçasına çevirmeliyiz. Elbette kimse günde sekiz saat yazmamızı bekleyemez. Aksine, Stephen King, ilk baÅŸlarda küçük küçük lokmalardan baÅŸlamamız gerektiÄŸini söyler. James Clear, iki dakikanın bile hiç yapmamaktan çok daha önemli olduÄŸunu iddia eder.

 

Çünkü iki dakika bile yazmış olmamız, yazarlık kimliÄŸimiz lehine attığımız oy anlamına gelir:

 

“Bu tür stratejiler baÅŸka bir nedenle iÅŸe yarar. Ä°nÅŸa etmek istediÄŸiniz kimliÄŸi pekiÅŸtirirler. Üst üste beÅŸ gün spor salonuna giderseniz, - sadece iki dakika için bile olsa - yeni kimliÄŸinizin lehine oy kullanmış olursunuz. EndiÅŸeniz forma  girmek deÄŸil, egzersizlerini atlamayan bir insana dönüÅŸmektir. Olmak istediÄŸiniz insanı teyit eden en küçük adımı atıyorsunuz.”

 

En çok da bu nedenle, ilham ve motivasyon gibi dışsal kavramlardan uzak durmamız gerekir. Çünkü onlar da sabotajcının müttefiÄŸine dönüÅŸebilir. 

 

Psikoterapist Russ Harris, “Beynimiz o kadar akıllıdır ki önemli olan bir ÅŸeyi yapmamak için binlerce neden bulabilir. Bunların başında da, ne olduÄŸu belirsiz, “motivasyon bulamıyorum” cümlesi gelir. Nedir ki bu?

 

Duygu durumumuzun, enerjimizin, psikolojik halimizin, yorgunluÄŸumuzun iÅŸi yapmamıza engel olduÄŸunu söyleriz. Yani ÅŸunu demek isteriz: “yapabilecek gibi hissettiÄŸimde yapacağım. O ana kadar, yapmayacağım.”

 

Yani o rahatlık alanına hapsoluruz.

 

Belki de hislerimizden ziyade başka bir motivasyon kaynağı bulmalıyız.

ÖrneÄŸin deÄŸerlerimizi. ÖrneÄŸin olmak istediÄŸimiz kiÅŸiyi.” der.

 

Nietzsche’nin sözlerine geri dönelim. 

 

Konu yazmak olunca ortada bir mucize yoktur. 

 

DüÅŸüncelerini bir noktaya odaklayabilen, her ÅŸeyi o amaca dönük olarak kullanabilen, sürekli sürekli kendilerinin ve baÅŸkalarının içsel yaÅŸamlarını hevesle inceleyen, her yerde örnekler ve uyarıcılar gören, malzemelerini tekrar tekrar düzenlemekten bıkıp usanmayan insanlar vardır.

Sosyal medyada yazmak ve paylaÅŸmak için bazı ipuçları

1. İlk taslaklar her zaman berbat olur. Yazmak yeniden yazmaktır.

​

Tamam, videoyu izledin ve yazma alışkanlığı kazanmak için mücadeleye baÅŸladın. Dyelim ki Ruh Gıdası için seçtiÄŸim kitap hakkında veya Bülten’de sorduÄŸum bir soruya yanıt vermek için word dosyasını açtın. Yazdık yazdın yazdın ve bir baktın ortaya berbat bir ÅŸey çıkmış.

​

Can sıkıcı olabilir ama gayet normaldir. Buna alışmamız gerekir.

​

Anne Lammot, “Bir KuÅŸtan Öbürüne” adlı harika kitabında ÅŸöyle der:

​

“Tanıdığım yazarlarının çoÄŸuna ve bana göre, yazma öylemi aslında mest edici bir ÅŸey deÄŸildir. Aslına bakarsanız, bir ÅŸey yazabilmenin tek yolu gerçekten ama gerçekten boktan ilk taslaklar yazmaktır.”

​

Lammot, üç adımlı bir formül önerir:

​

Ä°lk taslak: Ä°ç dökme. Aklınızdakileri kağıda dökersiniz.
İkinci taslak: Toplama. Yazdıklarınızı derleyip toplarsınız.
Üçüncü taslak: DiÅŸçi taslağı. Her kelimeyi, cümleyi ve paragrafı tek te kontrol edersiniz.

​

Aynısı benim için de geçerli. Huzursuz için bir konu bulduÄŸumda en az üç farklı word dosyası ile çalışıyorum. Ä°lki “taslak” oluyor zaten. Ä°lk oraya yazıyorum ve berbat oluyor. Ama bu taslağın amacı bilinç akışıyla aklımdakileri ve çaÄŸrışımları mı yazmaktan ibaret.

​

Daha sonra yeni bir word dosyası açıyorum. Bu sefer tane tane yazmaya baÅŸlıyorum. Ama sonunda o da bozuluyor. En nihayetinde iÅŸi üçüncü taslakta toparlıyorum. ama bazen dörde çıktığım oluyor.

​

Ancak, yazma alışkanlığı olmayanlar için ilk taslakta karşılaÅŸtıkları rezalet onlar için epey düÅŸ kırıklığı ve utanç kaynağı olabiliyor. KeÅŸke hepsine, büyük üstat William Zinsser’ın “yazmak yeniden yazmaktır” sözünü fısıldayabilsem. Ä°lk taslağın hiçbir anlamı yoktur.

​

Gerçi, deneyimli yazarlar bile öyle berbat bir taslaktan sonra paniÄŸe kapılabilirler. Lammot’un psikologundan aldığı tavsiyeyi dinleyelim:

​

“Gözlerinizi kapatıp o malum dırdır baÅŸlayana kadar sessizleÅŸin. Ardından seslerden birini diÄŸerlerinden ayırın ve konuÅŸan kiÅŸiyi bir fare olarak hayal edin. Onu kuyruÄŸundan tutup bir cam kavanoza atın. Sonra devam edin; kafanızda vızıldayıp duran herkesi, yüksek beklentili ailenizi, iÅŸ arkadaÅŸlarınızı, çocuklarınızı, hepsini kavanoza atın ve istediklerini yapmadığınız ve daha baÅŸarılı olmadığınız, daha sık ziyarete gelmediÄŸiniz için size kendinizi  bok gibi hissettirmeye çalışan tüm o fare insanların camı pençeleyip durmaısnı izleyin. Ardından kavanozda bir ses kontrol düÄŸmesi varmış gibi hayal edin; önce sesi sonuna kadar açıp akıntıya kulak verin, sonra sesi tamamen kısın ve ilk taslağınıza geri dönün.”

​

Yazmak yeniden yazmaktır. Buna öyle alışmak gerek ki önemli tartışmalarda, whatsapp’tan mesaj atmadan önce düÅŸündüklerimizi bir kenara yazmalı, üzerinde biraz oynayıp karşı tarafa öyle göndermeliyiz.

 


2. En önemlisi samimi ve basit bir yazı

​

Ä°lk taslağı hallettik. Åžimdi sıra üzerinde çalışmaya geldi. En önemli ilkemiz samimi, berrak ve basit bir yazı.

​

Ülkemizde genellikle uzmanlık karmaşıklıkla özdeÅŸleÅŸtirilir. Oysa mahir olan zor konuları bile basit anlatabilme becerisidir.

​

Her cümleyi en basit ÅŸeklinde yazın. Uzun bir cümle, kısa cümlelere bölünüyorsa kesinlikle bölün. Dilerseniz daha sonra renk katmak için üzerine baharatlar ekebilirsiniz.

​

Karmaşık yazı, okuyucunun zihnine ve zamanına hakaret gibi geliyor

.

Cicero iki bin yıl önce, “açıklamanızı kısa kesin, gereksiz her kelime zihnin kenarından dökülür” diye yazdığında henüz sosyal medya yoktu. Oysa günümüzde her gün o kadar çok içerikle karşılaşıyoruz ki duru dil eskisinden de önemli hale geliyor.

​

Yine de basit yazmayı tercih etmiyoruz.

​

Whatsapp mesajı, Instagram yorumu, blog yazısı fark etmiyor; basit ÅŸekilde aktarabileceÄŸimiz bir durumu, gereksiz kelimelere boÄŸarak, cümleleri edilgen hale getirerek ve devrikleÅŸtirerek anlaşılmasını zorlaÅŸtırıyoruz.

​

Niye?

​

Net düÅŸünmüyoruz ve basitliÄŸi eksiklik olarak görüyoruz.

​

“Net cümle kazara oluÅŸmaz,” diyor Zinsser, “net düÅŸünme, net yazı yazmaya dönüÅŸür.”

​

DüÅŸüncelerimiz bulanık olduÄŸunda cümlelerimiz de uzar, karmaşıklaşır ve bulanıklaşır.

​

George Orwell ise cümlenin uzamasıyla samimiyetsizlik arasında baÄŸ kuruyor:

​

“Duru dilin en büyük düÅŸmanı samimiyetsizliktir. Birinin hissettiÄŸi ve beyan ettiÄŸi amaçlar arasında fark olduÄŸunda, kiÅŸi içgüdüsel olarak uzun kelimelere ve bitkin deyimlere baÅŸvurur.”

​

Cümlelerinizi insanlara sunmadan önce olabildiÄŸince basitleÅŸtirin.

Gereksiz sıfatlardan ve zarflardan kurtulun. 

​

AtabildiÄŸiniz her sözcüÄŸü atın.

​

The Elements of Style’da yazdığı gibi:

​

“Nasıl ki bir makine fazladan parçaya, bir resim fazladan çizgiye ihtiyaç duymuyorsa, bir metin de fazladan sözcüÄŸe ihtiyaç duymaz.” 

​

Ä°yi yazmanın sırrı her cümleyi en basit öÄŸelerine ayırmaktır.  

​

Asıl meslekleri yazarlık olmamasına raÄŸmen güzel yazan bazı tanınır kiÅŸilerin örnek metinlerini göstermek istiyorum:

​

Nörolog Oliver Sacks, Hareket Halinde Bir Hayat’ta, yaÅŸamının büyük bir bölümünde yaptığı, hatta ödüller kazandığı halter hakkında itirafta bulunuyor:

​

“Bazen, ağırlık kaldırmak için kendimi neden o kadar zorladığımı merak ediyorum. Bence nedeni, herkesinki gibiydi; vücut geliÅŸtirme reklamlarındaki kırk beÅŸ kiloluk çiroz olmasam da çekingen, ürkek, güvensiz, uysaldım. Ağırlık kaldırarak güçlendim -çok güçlendim ama sonunda anladım ki karakterim deÄŸiÅŸmiyor, aynı kalıyordu.”

​

Psikolog Lori Gottlieb, Belki de Biriyle KonuÅŸmalısın’da evlenme planları kurduÄŸu sevgilisinin onu terk etmesinin ardından bunalıma giriyor ve danışan koltuÄŸuna oturuyor:

​

“Nasıl bu kadar çok aÄŸlayabildiÄŸimi merak ederek aÄŸlayıp duruyorum. Aşırı su kaybetmiÅŸ miyimdir, diye merak ediyorum. Ve gözyaÅŸlarının ardı arkası kesilmiyor. Birden Wendell seansımızın bittiÄŸini belirtmek için bacaklarına pat pat vuruyor… Az önce tam kırk beÅŸ dakika boyunca aÄŸlamamı izlemesi için birine para mı ödedim?

​

Hem evet hem de hayır.

​

Hiç kelime kullanılmamış olsa bile, Wendell ve ben sohbet ettik… Hikayemi, bugün nasıl anlatmaya ihtiyacım varsa, o ÅŸekilde anlatmama izin verdi.”

​

Nörolog Eric Kandel, BelleÄŸin PeÅŸinde’de, hayatını bilimsel metodolojiye adamasına raÄŸmen, en önemli konuların belirsiz olduÄŸuna ve  eÅŸinin ona nasıl güven verdiÄŸini anlatıyor: 

​

“… Denise’le evliliÄŸi bana bir ÅŸey öÄŸretmiÅŸti. Daha önce evlenmeyi düÅŸündüÄŸüm tüm kadınlardan daha çok sevdiÄŸim sevdiÄŸim Denise de söz konusu olsa, evliliÄŸe gönülsüzdüm, korkuyordum; fakat evliliÄŸimizin yürüyeceÄŸi konusunda Denise’in özgüveni öyle yüksekti ki ona inanıp bu adımı atmıştım. Bu deneyim bana, bazı durumlarda salt katı gerçeklere dayanarak karar verilemeyeceÄŸini öÄŸretti; çünkü gerçekler çoÄŸunlukla yetersiz kalır. Nihayetinde insan, bilinçdışı yönüne, içgüdülerine yaratıcı dürtülerine güvenmek zorundadır.”


Gazeteci Ä°slam Çupi, 49 yaşında Milliyet’teki ilk yazısında geç kalmışlık hissine vurgu yapıyor:

​

“3 yıl önce geldim sokaÄŸa 23 yıl sonra tekrar düÅŸmüÅŸüm. kafasını asfalta dökmüÅŸ, moralini sıfır kilometreye getirmiÅŸ, üzerimdeki tek pantolon ve gömleÄŸi taşınmaz ağırlık kılmış bir adamcık olarak. iÅŸte o anda pencerelerden birinden bir ip düÅŸmüÅŸ önüme. ...ben bu ipi 23 yıl beklemiÅŸim. çünkü bu ipin zahmetli kilometrelerinin bitiminde, türk sporunun everest gazetesi milliyet'e varmak vardı. ...iÅŸte geldim, 23 yılımı eskitmiÅŸ olaraktan, yaşım kırk dokuza devrilmiÅŸ olaraktan... milliyet için çok mu ihtiyarım acaba?''


3. Yazıyı alıntılar, anılar, anektodlarla zenginleştirin.

​

Videoda bahsetmiÅŸtim; yazma alışkanlığının en güzel yanı, zamanla geliÅŸen ve büyüyen kocaman bir arÅŸive sahip olmak.

​

Ne zaman bir yazıya baÅŸlasam, çaÄŸrışımlarla oradan buraya savruluyor ve yazacağım konuyla alakası olmasa da harika ÅŸeyler buluyorum. Onları arÅŸivime atıyorum. Bir de bunları belirli bir kategoriye dahil ettiÄŸimde, gelecekte yazacağım ilgili metinlerde bulmam kolaylaşıyor. (örneÄŸin bendeki kategoriler kiÅŸilik, yazarlık, komedyenler, duygular, çocuk geliÅŸimi, ÅŸarkılar, futbol, ebeveynlik, stres, hafıza, yaratıcılık vb. ama kategorileme konusunda baÅŸarılı deÄŸilim, bulduÄŸum ÅŸeyleri sık sık dümdüz bir yere atıyorum.)

​

Sosyal medyaya baktığımızda genellikle “listeler” görürüz. Listeler harikadır, çünkü okuyucuya anında bir perspektif katar. Ama tavsiye etmiyorum, çünkü üç maddeden fazlası hatırlanmaz. Okuyucuya hem deÄŸerli bir ÅŸey bulmuÅŸ hissi veren, hem de perspektif kazandırmaktan ziyade aklına iÅŸleyen hep hikaye tarzı anlatımlar olur. Üstelik listeleri herkes yapar, sadece hikaye anlatanlar hatırlanır.

​

Bu nedenle Sociabrand’de çalıştığımız uzman müÅŸterilerimizi her zaman mesleki hikayeler anlatmaları için darlıyoruz. Çünkü ülkemizdeki uzmanların ne yazık ki pek azı bunu yapıyor. Genel eÄŸilim listeler yapmak ve zaten herkesin iki saniyede bulabileceÄŸi bazı bilgileri anlatmak oluyor.

Siz bunları boÅŸ verin; alıntılarla, anılarla, anektodlarla metninizi hikayeleÅŸtirmeye çalışın.

​

4. Konuştuğunuz gibi yazın. Ama edilgen şekilde konuşuyorsanız, o zaman konuşmanızı değiştirin.

​

Resmi gazete sayıları sıkıcı olur. Arama motorunda rastgele resmi gazete ve psikolojiyle ilgili bir makale örneÄŸine tıkladım ve cümlelerin nasıl bittiklerine baktım:

​

Resmi gazete:  “atanmıştır, bildirilmiÅŸtir, belirlenmesidir, gerekli iÅŸlemler yapılabilecektir, hükme baÄŸlanmıştır.”

​

Bilimsel makale: “Türkçe kaynak eksikliÄŸi bulunmaktadır,”

“amaçlanmaktadır,” “geleneÄŸi içinde deÄŸerlendirilmektedir.”

​

Bu tip metinlerin insanlara sıkıcı gelmesine şaşmamalı. Usta yazarlar sık sık tekrarlar: konuştuğunuz gibi yazın.

​

Oysa kaymakamlık el kitabı yutmadıkça kimse gündelik hayatında ÅŸöyle konuÅŸmaz:

​

“AkÅŸam yemeÄŸi yenmiÅŸtir ve her ne kadar tatlı için kıvranılsa da üstün irade örneÄŸi sergilenerek bu itki durdurulmuÅŸtur. Ä°ÅŸler erken bittiÄŸi için dizi izlenebilecektir ve sonrasında bir saat oyun oynamak amaçlanmaktadır.”

“-tir, -tur, -dır.”

​

Sosyal medyada buna benzer metinleri görünce aklıma Cem Yılmaz’lı Doritos reklamı geliyor, hani ürettikleri yastık  büyüklüÄŸündeki patates cipsi tanesini sallayıp “insan yiyecek bunları, insan insan!” dediÄŸi.

​

Sıradan insanlar okuyacak bu metinleri.

​

Kaymakam, hakim veya bilim kurulu üyeleri deÄŸil.

​

Bu yüzden mümkün olduÄŸunca konuÅŸtuÄŸunuz gibi yazın. Ama eÄŸer konuÅŸurken de sık sık edilgen bir dil kullanıyorsanız o zaman sorun var demektir. Irvin Yalom’un VaroluÅŸçu Psikoterapisi’nden:

​

“Hastanın önce kendisini kiÅŸisellikten çıkararak "o" yaptığını ve ardından da deÄŸiÅŸken dünyantn iniÅŸ çıkışlarının pasif alıcısı haline geldiÄŸini duyuyoruz. "Ben bunu yaptım," ifadesi, "Bu oldu," haline geliyor. Tekrar tekrar insanların sözünü kesmek, kendilerine sahip çıkmalarını istemek zorunda kaldığımı fark ediyorum. BaÅŸka bir yerde ve baÅŸka bir kiÅŸiye olan bir ÅŸey üzerinde çalışamayız. "Hareketli bir günden "YoÄŸun çalışıyorum"a, "Uzun bir konuÅŸma olacak tan "Çok konuÅŸuyorum"a giden yolu bulmalarını istiyorum.”

​

5. Metni sesli okuyun ve aÅŸağıdaki listeye göre kontrol edin:

​

  • Metnin başı ve sonu uyumlu mu? Bazen hoÅŸumuza giden anıları, anektodları, alıntıları kullanmak için konudan sapabiliyoruz. Böyle durumlarda en iyisi onları arÅŸive koymak ve daha uygun bir yazı gelene kadar orada tutmak.

​

  • Gereksiz sıfat ve zarf kullanımı var mı? Kullandığımız çoÄŸu sıfat ve sarf, okuyucunun gözünde abartıdan baÅŸka bir ÅŸey hissettirmiyor. Sadece gerekli yerlerde kullandığımıza emin olmamız gerekiyor.

​

  • Terim kullanımı uygun mu? Kullandığım kelime ve terimler okuyucu  kitlem tarafından anlaşılır mı? Anlaşılmayacaksa onlardan kurtulalım.

​

  • Yazının duygusal tonu istediÄŸim gibi mi? 

​

6. Kontrol bittikten ve gerekli değişiklikler yapıldıktan sonra yazımız servise hazır.

​

Not: Sosyal medya hedef koyma, içerik planlama, persona yaratma gibi detaylı bilgileri sosyal medya rehberinde bulabilirsiniz. 

bottom of page