top of page

Virüs adil toplum deÄŸil

virüs adil.jpg

Virüs yayılmadan önce birçoÄŸumuz Maslow’un Ä°htiyaçlar Piramidi'nin ortalarında mücadele veriyorduk.

 

Fizyolojik, güvenlik ve sosyal ihtiyaçları nispeten karşılanmış bazılarımız deÄŸer verilme / saygınlık ihtiyacımızı ve kendimizi geliÅŸtirme ihtiyacımızı ön plana alıyor, bir yandan ne kadar akıllı, zeki, duyarlı olduÄŸumuzu kendimize ve çevremize ispatlamaya çalışırken, diÄŸer yandan vücudumuzu ve beynimizi geliÅŸtirmenin yollarını arıyorduk.

 

Virüs bir anda fırtına gibi esti ve hepimizi ilk basamağın dibine geriletti. Artık hepimiz fizyolojik ihtiyaçlarımıza ve güvenlik ihtiyaçlarımıza odaklandık. Bu noktaya hiç alışık deÄŸiliz. Dünya farklı görünüyor bu noktadan. Kafamız karıştı. Otorite figürü aradık. Sırf bilgi veriyor diye durup dururken saÄŸlık bakanı övmeye filan baÅŸladık. Adam da ÅŸaşırdı.

 

Virüsün ünlülere, zenginlere, baÅŸarılı insanlara; yani daha üst sınıfa bulaÅŸması insanlarda “bir eÅŸitlik” havası yarattı. Geçenlerde ülkedeki adaletsizlikle savaÅŸan bir gazeteciden ÅŸöyle bir ÅŸey okudum:

 

“Salgın hastalık ortaya çıkıp bir de can almaya baÅŸladığında siyasetin de, hırslarımızın da, paranın da, ÅŸöhretin de ne kadar anlamsız olduÄŸu görülüyor.”

 

Bence durum bunun tam tersi.

 

Öncelikle siyasetin en anlamlı olduÄŸu noktadayız. Karar alıcıların merhametine ve basiretine kaldık. Bir cümleleriyle karantina kararı alınacak, bir cümleleriyle insanlar iÅŸlerine devam etmek zorunda kalacak, bir cümleleriyle sosyal haklarımız korunacak veya darbe alacak. Hacı adayları konusunda berbat bir sınav verdik örneÄŸin.

 

Siyasi sebeplerden ötürü fakültelerimiz evrim karşıtı profesörlerle doldu, oysa bugün evrimin ispatı olan bir virüsle savaşıyoruz. KeÅŸke siyasi mücadelemiz konusunda daha hırslı olsaydık da, virüsü böylesine antibilimsel bir ortamda karşılamasaydık.

 

Paranın da en önemli olduÄŸu noktadayız. Zenginler dükkanlarını kapatıp kendilerini Bodrum’a attılar bile. Bugün sahada hangi zengin vatandaÅŸ mücadele ediyor? Kargolarımızı zenginler mi getiriyor? Her gün binlerce insanla temas haline olmak zorunda kalan market kasiyerleri zengin mi? Paraları olsa bu iÅŸi yapmaya devam ederler miydi?

 

Büyük tehdit altındaki hastane, adliye, eczane, emniyet personelleri zenginlerden mi oluÅŸuyor? CumhurbaÅŸkanının geçenlerde açıkladığı önlem paketinin %90’ı bile zenginlerin durumunu korumakla ilgiliydi.

 

Åžöhret de daha önemli olamazdı sanırım. Åžöhretli sporcular, ÅŸarkıcılar, politikacılar vücutlarında herhangi bir hastalık göstergesi olmadığı halde yüzlerce kez test edildiler bile. Oysa hastalık emareleri gösteren yüz binlerce insan test edilmeyi bekliyor.

 

Bugün koronavirüs nedeniyle dünyadaki ölüm sayısı 10 bini aÅŸtı. Uzmanlar milyonlarca vaka bekliyor. Yani milyonlarca insan hastanelere uÄŸrayacak. Kısıtlı sayıdaki yataklar ve cihazlar kimilerine yetmeyecek. Peki kimlere daha özel koÅŸullar saÄŸlanacak?

 

Virüs adil olabilir. Ama toplumumuz deÄŸil.

 

İkisini karıştırmamamız gerekir.

​

Yazının orijinali: Virüs adil, toplum deÄŸil

Virüs adil

Ä°lahi mucize

ilahi mucize.jpg

Dört yaşındaki Ayda, enkazdan 91 saat sonra kurtarıldığında hepimiz yoÄŸun duygular yaÅŸadık.

 

Bunu fırsat bilenler oldu; ÅŸirketler kendi reklamlarını yapabilmek için seferber oldular örneÄŸin; köftecisinden getircisine kadar “iÅŸi bilenler” Twitter’da duyurdu yapacakları “yardımları.”

 

Siyasiler durur mu; zaten sorumluluklarından kaytarmak için her felakete "ilahi mesaj" diyorlardı, bu olay için baÅŸka bir isim buldular:

 

“ilahi mucize”

 

Altın tuvaletli sarayların deÄŸil de birkaç çürük binanın yıkıldığı bir doÄŸa olayını, gerçekten tanrının gazabını gösterdiÄŸi bir helak olayı olarak mı deÄŸerlendirmeliyiz?

 

O çürük binalarda 2 yaşındaki AteÅŸ Küçükyumruk, 2 yaşındaki Diren Yücel, 4 yaşındaki Lena Yücel, 6 yaşındaki Vera Yücel, 10 yaşındaki Feda Yücel, 6 yaşındaki Baran Karael, 7 yaşındaki Umut Perinçek, 8 yaşındaki Ä°pek Åžirin, 10 yaşındaki Çınar Eren, 11 yaşındaki Asya DaloÄŸlu gibi çocuklar can vermiÅŸken, saatler sonra Ayda’nın kurtarılmış olmasını "ilahi bir mucize" olarak mı görmeliyiz?

 

Bu çocuklar aynı ÅŸiddetteki depremle bu ülkede deÄŸil de, Japonya’da karşılaÅŸmış olsalardı, muhtelemen burunları bile kanamayacaktı.

 

Yani, ilahi mucizelere gerek bile kalmayacaktı.

 

Bu ülkede yaşıyorsanız, gerekiyor çünkü;

 

Tarikat yurdunda 11 çocuk yanarak can verdi,

 

Bir yıl içinde, 67 çocuk iÅŸ cinayetine kurban gitti,

 

Bir yıl içinde, 22 bin 689 "çocuÄŸa yönelik cinsel istismar davası" açıldı bu ülkede.

 

Bu kadar fay hattının geçtiÄŸi bir ülkede, fiziksel olarak açıklanabilecek bir doÄŸa olayını, ilahi bir mesaj gibi yorumladığınızda, bütün sorumlular önlenebilir cinayetlerin sorumluluÄŸundan kurtulmuÅŸ oluyor.

 

Bu kadar çocuÄŸun öldürüldüÄŸü, istismar edildiÄŸi bir ülkede, fiziksel olarak açıklanabilecek, büyük emek ve özveri harcanmış bir kurtarma olayını ilahi bir mucize gibi gösterdiÄŸinizde ise gelecekteki çocukların hayatları da ilahi mucizelere kalıyor.

 

 

 

Alıntılar:

 

BBC Türkçe - Türkiye çocuklarını koruyamıyor mu?

BBC Türkçe - Türkiye'de çocuÄŸun cinsel istismarı neden önlenemiyor?

Diken - 2019’un iÅŸ cinayeti rakamları: 115’i kadın 67’si çocuk 1736 iÅŸçi öldü

​

Yazının orijinali: İlahi mucize

Ä°lahi mucize

Ä°kinci dalga için zen meseli

güncel_bir_zen_meseli.jpg

Çin ve Japon Budist geleneklerinde sık sık anlatılan bir Zen meseline göre, aÄŸaç kesme ve budama konusunda uzmanlaÅŸmak isteyen bir öÄŸrenci, uzun süren bir araÅŸtırma sonunda tırmanma ve budama konusunda ünlü bir öÄŸretmen bulur.

 

Gider öÄŸretmenle tanışır, derdini anlatır, öÄŸretmen de onu öÄŸrencisi olarak kabul eder.

 

Bir gün öÄŸretmen, öÄŸrencisini köyün kenarındaki bir alana götürür ve ona upuzun bir aÄŸacı gösterip, bu aÄŸaca tırmanmasını söyler.

 

ÖÄŸrenci baltasıyla aÄŸacın gövdesine tırmanmaya baÅŸlayınca bütün köy halkı da merakla bu upuzun aÄŸacın etrafına toplanmaya baÅŸlar.

 

ÖÄŸrenci bir yandan bazı dalları budaya budaya bir yandan bazı dalları kese kese, yavaÅŸ ve dikkatlice yukarı tırmanır.

 

ÖÄŸrencisinin tehlikeli tırmanışını izleyen öÄŸretmenin aÄŸzından tek bir kelime bile çıkmaz.

 

Saatler sonra aÄŸacın en tepesine ulaÅŸan öÄŸrenci bu bölgeyi de budar ve bir süre öÄŸretmeninden bir talimat veya bir onay gelsin diye bekler.

 

Ama öÄŸretmen yine tek kelime etmez.

 

ÖÄŸrenci de kesme ve budama iÅŸlemlerini tekrarlayarak yavaÅŸ yavaÅŸ inmeye baÅŸlar.

 

ÖÄŸretmenden hala ses çıkmaz.

 

ÖÄŸrenci ine ine en alçaktaki dala ulaÅŸtığında öÄŸretmen ellerini aÄŸzında birleÅŸtirip öÄŸrencisine bağırır:

 

“Dikkat et!”

 

Herkes meraklanır; neden öÄŸrenci en yüksekteki dallara ulaÅŸtığında öÄŸretmen hiç ses etmez de, öÄŸrenci en alçaktaki dala ulaÅŸtığında dikkat etmesi için bağırır?

 

Zen meseli burada, açıklama olmadan biter. Çünkü bu mesellerin uyandırmak istediÄŸi bilgeliÄŸin zaten insanların içinde hali hazırda bulunduÄŸuna inanırlar. Dinleyicinin zihninin sisleri gittiÄŸinde bilgi de apaçık ÅŸekilde ortaya çıkacaktır.

 

 

Ama güncel bir örnek; salgın ilk baÅŸladığında kendimizi tehlikede hissederken en yüksek dikkati gösteriyorduk.

 

Salgın tepe noktasına ulaşıp inmeye başladığında ise bir adam markete gidip kek aldı diye feryat ediyorduk.

 

Ama salgın son dala indiÄŸinde artık dikkat etmemeye baÅŸladık ve bugün ikinci dalgadan bahsediyoruz.

 

Bu, zen meselinin dokunduÄŸu ve hepimizin zihninin derinlerinde bildiÄŸi bir bilgi: kendimize en çok güvendiÄŸimiz an, hata yapmaya da en açık olduÄŸumuz andır.

 

Salgın için de bu böyle, iliÅŸkilerimiz için de bu böyle.

​

Yazının orijinali: Güncel bir zen meseli

İkinci dalga için zen masalı

Panik yapmayın ülke kapanacak

ülke kapanacak.jpg

Ülke ülke deÄŸil, laboratuvar olduÄŸu için bugün hükümetin sokaÄŸa çıkma yasağı kararından, can havliyle marketten kola ve lupo almaya, 1975 yılında yazılmış bir country ÅŸarkısının bilime verdiÄŸi iç görüden, pili bitmek üzere olan telefonların Tinder mesajları üzerindeki olumlu etkisi üzerine konuÅŸma fırsatı yakalayabiliyorum.

 

Öncelikle dün gece yöneticilerin yapması gereken, sokaÄŸa çıkma yasaklarını insanların kafalarındaki bütün soru iÅŸaretlerini ortadan kaldıracak ÅŸekilde açıklamaktı. Tabii ki bunu yapmadılar.

 

SokaÄŸa çıkamayacağımızı bir bakandan deÄŸil, haber kanallarının hiçbir detay vermeden geçtiÄŸi son dakika haberlerinden öÄŸrendik.

 

Öyle ki beÅŸ dakika içinde markete gitmem için annem aradı, ona iki gün idare edebileceÄŸimizi söyledim, sonra da komÅŸumuz kapıya geldi “abi ben markete gidiyorum alınacak bir ÅŸey var mı” diye sordu, ona da gerekmediÄŸini söyledim, ÅŸaşırdı. Çünkü ülke kapanıyordu ve bir ÅŸeyler yapılması gerekiyordu. Kinder sürpriz yumurta isteseydim ÅŸaşırmayacaktı ama buna ÅŸaşırdı.

 

Kapanma etkisi, bize normalde yapmayacağımız seçimleri yaptırır. Modern Family dizisinin stres zamanlarında doÄŸru kararlar alamamasıyla ünlü kahramanı Phil, kendisine kapı eÅŸiÄŸinde ÅŸaÅŸkınlıkla "bu ne?" diye bağıran karısına yanıt verir:

 

"Evcil deve, son bir tane kalmıştı."

 

Ünlü bir deneyde, erkek ve kadın araÅŸtırmacılar barları dolaşırlar ve oradaki karşı cinsten kiÅŸilere kendilerini 10 üzerinden puanlamalarını söylerler. Gece ilerledikçe insanların verdiÄŸi puanlar artış gösterir.

 

Benzer araÅŸtırmalar defalarca tekrarlanır ve iki önemli nokta keÅŸfedilir: Birincisi bu artışın nedenleri arasında alkol de vardır ancak alkol bütün bu etkiyi açıklamaz; ikincisi, bu artış genellikle yalnız yaÅŸayan insanlar için gerçekleÅŸir.

 

Yani eve yalnız dönmeme planıyla bara giden insanlar, gece ilerledikçe standartlarını düÅŸürürler. Saatler önce beÄŸenmedikleri kiÅŸiler ÅŸimdi kendilerine daha çekici gelmeye baÅŸlar. Nietzsche’nin “kaderini sev" lafı iÅŸe yarar gibidir. Ä°ÅŸin ilginci bu etki, bilim insanlarından önce bir country müzik ÅŸarkıcısı tarafından dile getirilmiÅŸtir.

 

Mickey Gilley, 1975 yılında yazdığı “Kapanma Vakti GeldiÄŸinde Bütün Kadınlar GüzelleÅŸmez Mi?” adlı ÅŸarkısında bize ÅŸöyle seslenir:

 

Bütün kızlar güzelleÅŸir kapanış vakti geldiÄŸinde

Hepsi film yıldızı gibi olurlar

Bütün kızlar güzelleÅŸir kapanış vakti geldiÄŸinde

Değişim beklentisi bir parlaklık kazandırır

Arka sokak barlarının düÅŸmüÅŸ meleklerinin yüzlerine

 

Onları 1 ve 10 üzerinden puanlasam

9’u arar ama 8’e de tamam derim

Biraz içsem 5’e hatta 4’e bile düÅŸerim

Ama ertesi sabah uyandığımda

Yatağımda 1 numara görürsem

Bir daha o bara dönmemeye yemin ederim.

 

Yanlış anlamayın eleştirmiyorum kimseyi

Ben de Robert Redford deÄŸilim zaten

Hepimizin kafasında güzel kadın imgesi vardır

Komik ve ilginç deÄŸil mi insanın fikrinin böylesine deÄŸiÅŸmesi

Anladığında geceyi yalnız geçireceÄŸini.

 

Benzer bir araÅŸtırma geçtiÄŸimiz sene eÅŸcinsel erkek bireyler üzerinde yapılıyor. Onlara Tinder veya Grindr gibi tanışma platformlarında yapılan cinsel içerikli bazı sohbetler gösteriliyor ve bu mesajlaÅŸmaların kendileriyle yapıldığını düÅŸündüklerinde karşılarındaki kiÅŸilerle takılma olasılığı soruluyor. Aradaki tek fark, onlara verilen telefonlar farklı batarya seviyelerinde bulunuyor: %5, %20 ve %100. %5 ve %20 batarya seviyeli telefon verilen erkekler, %100 batarya seviyesinde telefon verilen erkeklere göre takılma konusunda daha olumlu cevap veriyorlar.

 

Yani yarın bir gün, yöneticilerden gelen basiretsiz bir mesaj yüzünden beni bir elimde hayatımda en çok tiksindiÄŸim ÅŸey olan pırasa, diÄŸer elimde evcil bir deveyle sokaklardaki korona karnavalında görürseniz çok ÅŸaşırmayın.

 

Ä°nsanlar kapanma vakti geldiÄŸinde panik halinde saçma sapan ÅŸeyler yapabilir. Onları buna sürüklememek yöneticilerin görevidir.

 

Alıntılar:

 

Johnco, C., Wheeler, L., & Taylor, - They do get prettier at closing time: A repeated measures study of the closing-time effect and alcohol.

 

Lopes, A., Skoda, K., & Pedersen, C. L. (2019). Smartphone Battery Levels and Sexual Decision-Making Among Men Who Have Sex with Men. Sexuality & Culture

​

Yazının orijinali: Panik yapmayın iki saat sonra ülke kapanacak

panik ypmayın ülke

Neden yeterince paniklemiyorum

neden paniklemiyorum.jpg

Bu sabah köÅŸe yazılarını tararken The Guardian’da Adrian Chiles imzalı bir baÅŸlık ilgimi çekti: “Anksiyete içinde doÄŸduÄŸum halde neden koronavirüs konusunda paniklemiyorum?”

 

Bir süredir ben de kendi adıma aynı ÅŸeyi düÅŸünüyorum. Koronavirüs salgınının etkilerini anlayabiliyorum; yüz binlerce ölüm, ekonomik buhran, kısıtlanan hayatlar. Hepsi korkutuyor, ama hiçbiri beni bir toplantıya girmeden veya seminer vermeden önceki gibi panikletmiyor. Kendimi nefes nefese odayı arşınlarken veya felaket senaryoları her saniye beynime hücum ederken bulmuyorum.

 

Neden? Bir görüÅŸmede en kötü kendimi rezil ederim. Åžu an çok çok çok daha büyük bir tehdit altındayım halbuki.

​

“Çocukken her konuda endiÅŸelenirdim.” diye baÅŸlıyor yazısına Chiles, “ArkadaÅŸlarım benden hoÅŸlanmayacak diye, takımım West Brom maçını kazanamayacak diye, büyükannem ve dedem, ebeveynlerim ölecek diye endiÅŸelenirdim. Yeteri kadar mantık sahibi olunca kendim öleceÄŸim diye de endiÅŸelenmeye baÅŸladım. Bu, kronik hipokondriye (hastalık hastalığına) dönüÅŸtü. Vücudumun bir yerinde bazı sorunlar olduÄŸundan emindim ama genel olarak testislerim konusunda endiÅŸeleniyordum.”

 

Üniversiteye baÅŸladığımda testis kanseri olduÄŸumdan emindim. Her gün birkaç kez kontrol ediyordum bir tuhaflık var mı diye. Doktorum bile benden bıkmıştı, ben de hastaneleri dolanmaya baÅŸladım. Üstelik bunu bir rotaya göre yapıyordum ki benden bıkmasınlar. Bir ÅŸey bulamadılar ama bu benim endiÅŸelerimi hiç azaltmadı. Kısacası hayatım boyunca hep endiÅŸelendim. Bu yüzden ilaçlar yuttum. Spotify’da keÅŸiÅŸler koro halinde bir ÅŸeyler mırıldanırken ben bacaklarım havada asılı vaziyette derin derin nefesler aldım. Ama bugün, bütün dünyayı cehenneme çeviren bir salgın varken yeteri kadar endiÅŸelenmediÄŸimi görüyorum.

 

Bu da beni ÅŸaşırtıyor. Demek ki bütün hayatımı paranoyalara harcamışım: hasta olup öleceÄŸime, kimsenin beni sevmeyeceÄŸine, iÅŸimden atılacağıma... Yanlış anlamayın tabi ki endiÅŸeleniyorum; uygarlığın sonunun gelmesinden, ekonomik buhrandan ve sevdiÄŸim insanların ölmesinden. Ama diÄŸer konulardaki gibi delicesine deÄŸil. Sanırım etrafımdakiler de anksiyete içinde olduÄŸundan dolayı. Veya hepimiz bu iÅŸin içindeyiz diye.

​

Sanırım Chiles haklı. Yani kendi adıma konuÅŸacak olursam, bugüne kadar yaÅŸadığım anksiyetelerin merkezinde hep ben vardım. Bir toplantıda, bir seminerde konuÅŸurken veya ayrılık anksiyetesi yaÅŸarken veya müÅŸterilerimi kaybetmek konusunda endiÅŸeler yaÅŸarken hep olan “sadece” bana oluyordu. SevdiÄŸim bir insanın öleceÄŸine dair endiÅŸelerimde bile merkezde benim çekeceÄŸim acılar vardı.

 

Bu endişeyi sadece benim yaşadığımı fark etmek ise acıyı katmerliyordu.

 

Oysa bu bela, sadece benimle ilgili deÄŸil. Etrafımdaki çoÄŸu kiÅŸi anksiyete halinde. Bense yıllar boyu farklı cephelerde anksiyete savaşı vermiÅŸ, omuzları rütbeler, gövdesi ödüller ve rozetlerle dolu bir anksiyete gazisi gibi anlayışla başımı sallamakla yetiniyorum.

 

Acı gerçeÄŸin ise farkındayım. EndiÅŸeli olmak konusunda rütbeli biri olarak bu salgına acemi endiÅŸelilere nazaran daha olgun bir ÅŸekilde tepki vermem, ileride merkezinde sadece kendimin olduÄŸu konularda daha sakin ve aklıselim davranacağım anlamına gelmiyor maalesef.

 

Yani ÅŸu salgın bittiÄŸinde, yeniden müÅŸteri görüÅŸmeleri yapmak durumunda kaldığımda yine panik halinde kafası karışık sinirli bir tavuk gibi kümesimde bir oraya bir buraya sıçrayacağımı biliyorum. ¯\_(ツ)_/¯

 

​

Alıntılar:

 

Adrian Chiles - I was born anxious, so why am I not panicking about coronavirus?

​

Yazının orijinali: Neden yeterince paniklemiyorum

Neden yeterince

Aslında yas tutuyoruz

aslında yas.jpg

GeçtiÄŸimiz haftalarda Harvard Business Review’de David Kessler ile bir röportaj yayımlanmış, benim dün okuma ÅŸansım oldu. Kessler, ünlü “Yasın 5 Evresi” modelini bulan Elisabeth Kübler Ross ile beraber çalışmış, konu hakkında onunla birlikte kitaplar yazmış, yas konusunda uzman bir yazar. Hatta, kendi söylemine göre, yasın beÅŸ evresine bir evre daha eklenmiÅŸ onun fikriyle:

 

anlam bulma.

 

Kessler’e göre içimizde hissettiÄŸimiz nahoÅŸ duyguların ana kaynağı iki farklı yas tutmamız olabilir.

 

Bir tarafta gerçek yas durumu var; normalliÄŸin yitimi, ekonomik hasarlar, sevdiklerimizle fiziksel baÄŸlantı kaybı. Bu durumun herkes tarafından aynı anda yaÅŸanması, bizi, kendimize odaklanmaktan bir nebze kurtarsa da, çok ağır bir dönemden geçiyoruz.

 

DiÄŸer tarafta ise “beklentisel yas” var. GeleceÄŸe dair karanlık senaryolar beynimizde dönüp duruyor. Bu senaryoları izlemek duygularımızı harap ediyor. Kessler virüs fenomenin etkisine de dikkat çekiyor: “göremediÄŸimiz ama hayatımızı paramparça eden bir ÅŸey.” Her an bir noktadan saldırılacağımızı düÅŸünüyoruz. KiÅŸisel güvenliÄŸimize dair algımız zayıflıyor. Ve baÅŸa çıkmak için Kübler-Ross modelinin evrelerinden geçiyoruz.

 

1. Ä°nkar, kimimiz inkar ediyor: “Virüs bizi etkilemeyecek. Genlerimiz saÄŸlam. 65 yaÅŸ üstü ve hasta olanlar düÅŸünsün. Bağışıklık sistemim güçlü benim. Anneme de bir ÅŸey olmayacak neler atlattı o.”

 

2. Öfke, kimimiz öfkeleniyor: “Her ÅŸeyi yemeyin kardeÅŸim be! Bizi eve tıkmak istiyorlar! Hep Amerika var bunların arkasında. Hayır Çin var. Hayır hepsi G5 yüzünden.”

 

3. Pazarlık, kimimiz pazarlık yapıyor: “Aslında üç hafta eve kapansak en iyisi ama para da kazanmamız lazım. Kimseyle görüÅŸmem ama komÅŸular dışında. Hiç çıkmıyorum dışarı bir tek Pazar günleri. O kadar etkilemez herhalde.”

 

4. Depresyon, kimimiz depresyon yaşıyor: “hiç bitmeyecek bu, hayatım berbat olacak, sevdiklerimi, iÅŸimi, konforumu kaybedeceÄŸim.”

 

5. Kabullenme, kimimiz kabulleniyor: “oldu bir kere, hayat devam ediyor. Yeni duruma adapte olmanın yollarını bulmalıyım.”

 

Bir tek kabullenme aşamasındaki insanlar kontrol duygusunu yeniden kazanabiliyorlar.

 

Beynimiz farklı ve kötücül senaryoları oynatıp duruyor, çünkü her senaryo konusunda rahatlamak istiyor. Kessler’in önerisi ise ÅŸu:

 

Beynimizde akan bu senaryolardan odağımızı çekmemiz gerekiyor; bunun yolu ise ÅŸimdiki zamana dönmek.

 

Çok basit ama çok etkili bir yolu var:

 

Senaryo oynarken, bulunduÄŸunuz odada beÅŸ nesneyi saymak. Bu, dikkatinizi beyninizin oynattığı senaryolardan bir anlığına kesmenizi saÄŸlar. Ve kestiÄŸiniz anda kendinize ÅŸunu söylemelisiniz: “bunların hiçbiri henüz yaÅŸanmadı.”

 

Hatta gerçekliÄŸe dönmek için duyu organlarınızı kullanabilirsiniz; çevrenizdeki nesnelere dokunabilir, derin nefes alabilirsiniz.

 

Kessler, "üzüntümüzü adlandırabilmek bize güç verir" diyor. Süreç içerisinde yaÅŸadığımız gerginlik dolayısıyla kiÅŸiliÄŸimizle uyumsuz eylemlerde ve söylemlerde bulunabiliriz. Çevremizdeki insanlar da bize karşı yanlış hareketlerde ve söylemlerde bulunabilir. Kendimizi de, çevremizi de anlamlandırmaya çalışırken, sadece salgın deÄŸil, aynı zamanda yas sürecinde olduÄŸumuzu hatırlamak hem yararlı hem de adil olabilir.

 

Ayrıca yas duygusunu kabullenmek, yaÅŸadığımız panik ve çaresizlik duygularının da etkisini azaltacaktır.

 

 

​

Alıntılar:

 

David Kessler - That Discomfort You’re Feeling Is Grief, Harvard Business Review

​

Yazının orijinali: Aslında yas tutuyoruz

Aslında yas tutuyoruz

Diyanet iÅŸleri baÅŸkanının görevleri

Eez1Xg4XYAATsGN.jpg

Diyelim ki hükümet yetkililerinin maddi iliÅŸkiler içinde olduÄŸu bir vakfın kuran kurslarında çocuklara tecavüz edildiÄŸi ortaya çıktı. Halk öfkelendi, insanlar isyan etmeye baÅŸladı. Ä°yi bir diyanet iÅŸleri baÅŸkanının görevi “çocuklara dokunmanın günahları” hakkında deÄŸil “müminin mümine öfkelenmesinin zararları” hakkında fetva vermektir.

 

Diyelim etrafta ses dosyaları ve videolar dönüyor; neymiÅŸ efendim hükümetin bakanları bir rüÅŸvet ağının ortasındalarmış. Etkin bir diyanet iÅŸleri baÅŸkanı, daha homurdanmalar baÅŸlamadan zırhlı mercedes imammobiline atlar ve adı geçen bakanları tek tek ziyaret edip ellerini sıkarak “May the din with you” der ve fotoÄŸrafları boy boy yayımlatır. Bu kiÅŸilere temas yoluyla dinen dokunulmazlık saÄŸlamıştır artık.

 

Bakanların oÄŸullarıya, kızlarıyla, yeÄŸenleriyle ortaklık yaparak ihale kazanan bir holdingin sorumsuzluÄŸu yüzünden inÅŸaatında iÅŸçiler öldüÄŸünde veya madenlerinde madenciler toprak altında kaldığında baÅŸarılı bir diyanet iÅŸleri baÅŸkanı hemen gıyabında bir cenaze namazı düzenler ve “böyle -beklenmedik- afetlerde tek vücut olmanın önemi” hakkında duygusal bir konuÅŸma yapar.

 

Ekonomik kriz baÅŸ gösterdiÄŸinde zengin yaÅŸantıları yüzünden eleÅŸtirilen iktidara yol açmak da diyanet iÅŸleri baÅŸkanına düÅŸer. Musa peygamberin denizi ayırdığı gibi ahlaki yaÅŸam konusunda yöneticilerle yönetilenleri ayırır. Fakirlikten kendini yakan insanlar tutumlu olmak zorundadır. Evlerinde altın kalorifer peteklerine sahip olanlar ise mümkünse daha fazla kazanmalı, çöp kutularını bile altına bandırmalı ve devlet itibarını korumalıdırlar.

 

Ama bir diyanet iÅŸleri baÅŸkanının en süper gücünü söylemezsek olmaz. Bunu, filmin sonunda, sahiplerinin en zorda kaldığı zamanlarda kullanır sadece: ÅŸehit ilan etmek. Ä°nanılmaz bir güç, direkt cennete gönderme bileti.

 

Hani zamanında ÅŸeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'nin, Mustafa Kemal ve milli mücadeleye katılan isyancıları öldürenlerin gazi, onlar tarafından öldürülenlerin ÅŸehit sayılacağını söylediÄŸinde kullandığı gibi. Muazzam bir güç.

 

Åžimdi bu önemli devlet adamı, virüs salgınıyla eÅŸcinselliÄŸi baÄŸdaÅŸtırıp, virüsün ülkede yayılmasının önemli nedenlerinden biri olan hacıların umreye gönderilmesinin yarattığı baskıdan çıkmaya çalıştığı için eleÅŸtiriliyor.

 

BaÅŸarılı bir taktik olmasının yanında yaptığı elbette nefret suçu. Ama nefret suçu bir hükümet yetkilisi için ne ki?

 

Pasta üstündeki çilek sadece.

 

Bu ülkede devletin başındaki insan "geziciler camide içki içtiler" diyerek halkı kin ve düÅŸmanlığa tahrik etti, "görmediÄŸim ÅŸeyi söyleyemem" diyen caminin müezzini ise görev yerinden sürüldü. (Adı neydi?)

 

Yani hükümetin iÅŸine yarayacak konularda nefret suçu iÅŸlemek CV'nize lacivert ceket gibi yakışırken, olur da namuslu, dürüst ve barışçıl davranırsanız virüslü gibi ortamdan uzaklaÅŸtırılırsınız.

 

Toplum olarak riyakarlığı, yalancılığı, düzenbazlığı cezalandıramadığımız gibi, cesaretliliÄŸi, dürüstlüÄŸü ve barışseverliliÄŸi de yeterince ödüllendiremiyoruz.

 

Müezzinin ismi Fuat Yıldırım'dı.

 

Bu topraklarda epey bol çıkan ve bir süreliÄŸine parlatılan diÄŸer dürüstlük kahramanları gibi onun da adı anılmaz oldu.

 

Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.

​

Yazının orijinali: Diyanet iÅŸleri baÅŸkanının görevleri

Diyanet işleri başknınıngöreleri

Stresin asıl kaynağı

stresin asıl kaynağı.jpg

"Sanki yıllardır karımla ve çocuklarımla kapalıyım. Daha önce umursamadığım konularda bile artık sinirlenmeye baÅŸladım. Özellikle çocuklar ses çıkardıklarında... Evden kaçamıyorum ama sürekli kızgın kalmak da istemiyorum. Stres seviyemi düÅŸürmek için ne yapmalıyım?"

 

Wall Street Journal'a sorulan bu soruda olduÄŸu gibi, pandemi süreciyle birlikte baÅŸkalarıyla aynı eve sıkışmış insanların sinirli / saldırgan davranışları ve sonrasında duydukları piÅŸmanlıklarıyla ilgili binlerce örnek bulunuyor.

 

Bu gibi vakalarda düÅŸtüÄŸümüz hata, stresin kaynağı olarak sevdiÄŸimiz insanları görmekte yatıyor. Böyle bir inanca sahip olmak, ister istemez insanı sevgisini sorgulatan piÅŸmanlık dolu bir sürece itiyor. Ä°çimizdeki stres seviyesi azalmadığı için baskılamaya çalışmak da aynı hatayı üst üste yapmamıza neden oluyor ve bu döngünün altında psikolojik olarak eziliyoruz.

 

Oysa, genellikle stresin asıl kaynağı sevdiÄŸimiz insanlar deÄŸil, ciddi yaÅŸamsal konulardır. ÖrneÄŸin hayatımızda hissettiÄŸimiz kontrol kaybı. EÄŸer bunu fark edebilirsek, döngüyü de kırma ÅŸansına sahip olabiliriz.

 

Daha önce paylaÅŸtığım, “Aslında Yas Tutuyoruz” baÅŸlıklı yazımda belirtmiÅŸtim:

 

"Kessler, 'üzüntümüzü adlandırabilmek bize güç verir.' diyor. Süreç içerisinde yaÅŸadığımız gerginlik dolayısıyla kiÅŸiliÄŸimizle uyumsuz eylemlerde ve söylemlerde bulunabiliriz. Çevremizdeki insanlar da bize karşı yanlış hareketlerde ve söylemlerde bulunabilir. Kendimizi de, çevremizi de anlamlandırmaya çalışırken, sadece salgın deÄŸil, aynı zamanda yas sürecinde olduÄŸumuzu hatırlamak hem yararlı hem de adil olabilir."

 

Sıkıştığımız evin içinde sevdiÄŸimiz insanların hareketlerine karşı geliÅŸtirdiÄŸimiz tahammülsüzlük, muhtemelen saÄŸlık, güvenlik ve finansal durumumuzla ilgili daha büyük endiÅŸelerin dışavurumu olabilir. Çok az kontrolümüzün olduÄŸu böyle durumlarda genelikle çaresizlik içinde hissederiz. Daha basit konularda kontrolü artırmak bize sahte bir rahatlık duygusu verir.

 

Ebeveynlerimizin, eÅŸlerimizin veya çocuklarımızın davranışını agresif tavırlarımızla deÄŸiÅŸtirmeyi baÅŸarsak bile, stresin ana kaynağında bir deÄŸiÅŸme olmayacağı için bir süre sonra kontrol edebileceÄŸimiz baÅŸka bir küçük sorunu dert ediniriz.

 

Bunun yerine karşımızdaki insanları kırmayacak, bizi de piÅŸmanlıktan ızdıraba sürüklemeyecek, kontrol duygumuzu pekiÅŸtirecek eylemlere giriÅŸebiliriz; her gün aynı saatte uyanmak, bir plana sadık kalmak, yeni yetenekler geliÅŸtirmek, diyet ve spor yapmak, yazı yazmak gibi.

 

Hatta pandemi sürecinde geliÅŸen "evde ekmek yapmak" gibi trendlerin, kiÅŸilerin hayatları konusunda daha kontrollü hissetmesine yardım ettiÄŸi için yatıştırıcı ve olumlu örnekler olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Kendi hayatıma baktığımda da, eÄŸer her gün yazı yazmaya odaklanmasaydım, bu süreci muhtemelen daha olumsuz duygularla geçirirdim.

 

Pandemi süreci elbet bir gün bitecek ama yaÅŸamın birçok alanında aslında pek az kontrolümüzün olduÄŸu gerçeÄŸini suratımıza vuran hayatın olaÄŸan elementleri; yani terk edilmek, ölümler, saÄŸlık sorunları, finansal problemler ve güvenlik meseleleri var olmaya devam edecek.

 

Bu süreçte edindiÄŸimiz olumlu alışkanlıklar, varoluÅŸumuzu özgün biçimde yaÅŸayabilmek için stresle giriÅŸtiÄŸimiz etkin mücadelede akıl saÄŸlığımızı korumakta bize yardımcı olabilirler.

 

Alıntılar:

 

Wall Street Journal - Keeping Your Temper While Stuck at Home

​

Yazının orijinali: Stresin asıl kaynağı

Stresin asıl kaynğı

Pandemi yorgunluÄŸu

pandemi_yorgunluğu.jpg

Ä°kinci dalgadan yakınıyoruz ama üzerimizde umursamazlık bulutu dolaşıyor. Bir taraftan durumun nisan/mayıs aylarından daha feci olduÄŸunu iddia ederken, diÄŸer taraftan tatile çıkıyor, risk grubunda bulunan ebeveynlerimizi ziyaret ediyoruz.

 

Bu çeliÅŸkili davranışımızın bir nedeni “habituation” denilen psikoloji terimi; yani kabaca “alışkanlık.” Aynı uyarıcıya sürekli maruz kaldığımız için uyarıcı etkisini yitirdi. O gazete manÅŸetleri, whatsapp mesajları zihnimizde ilk aylardaki etkisini göstermiyor artık.

 

Ä°kincisi ise, pandemi yorgunluÄŸu.

 

Psikolog Guy Winch, pandemi yorgunluÄŸunun on belirtisini ÅŸöyle sıralıyor:

 

1. Maske takmak veya elleri yıkamak konusunda eskisi kadar hassasiyetiniz kalmadı.

 

2. Fiziksel mesafe konusunda daha az dikkatli davranıyorsunuz.

 

3. Yeterince uyumanıza rağmen bitkin hissediyorsunuz.

 

4. Daha sabırsız ve sinirli hissediyorsunuz.

 

5. Daha önce keyfinizi kaçırmayan konular keyfinizi kaçırıyor.

 

6. Daha önce yönetmekte zorlanmadığınız durumlarda artık stres altında hissediyorsunuz.

 

7. Keyifli bulduğunuz şeylerden pek keyif alamıyorsunuz.

 

8. Gelecek için umutsuz hissediyorsunuz.

 

9. Alkol, madde veya yiyecek tüketiminiz arttı.

 

10. Odaklanmakta ve konsantre olmakta zorluk yaşıyorsunuz.

 

EÄŸer bu maddelerden birçoÄŸu sizi yansıtıyorsa, muhtemelen pandemi yorgunluÄŸu yaşıyorsunuz. Guy Winch mücadele için üç katmanlı bir çözüm planı sunuyor:

 

 

A) Korunmakla ilgili sorunlar

 

Maske takmak, ellerimizi yıkamak ve fiziksel mesafe koymak konusunda duyarlılığımız azaldığında, kendimize pandemi sürecini kontrol altına almanın asıl yöntemlerinin bunlar olduÄŸunu hatırlatmamız gerekiyor. COVID 19 süreci sadece fiziksel saÄŸlımıza deÄŸil, yarattığı belirsizlik nedeniyle psikolojik saÄŸlımıza da saldırıyor. Bu üç eylemi aksatmadan yapmak, kontrol ve sorumluluk duygusunu bize geri kazandırırken, içimizdeki suçluluk duygusunu azaltarak psikolojimizi dengede tutuyor. Ayrıca bizi ve çevremizi fiziksel olarak da güvenli kılıyor.

 

B) Stres yönetimiyle ilgili sorunlar

 

Açlık hissetmediÄŸimiz halde bir ÅŸeyler tüketmek, strese yönelik verdiÄŸimiz tepkilerden biri. Ancak bizi strese sokan faktörler bir süre daha bizimle kalmaya devam edecekler. Bu nedenle yiyeceklerden ziyade bizi tüketmeye iten duygulara odaklanmak ve onlarla birlikte yaÅŸamaya alışmamız gerekiyor. Bunun ilk yolu ise hissettiÄŸimiz duyguların adlarını koymak ve nelerden kaynaklandığını fark etmek. (Yazının sonunda bir duygu çizelgesi bulunuyor.)

 

Stresle baÅŸ etmenin bir diÄŸer yolu ise baÅŸka bir ÅŸeye odaklanmak. Pandemi sürecinde her ÅŸeyi tükettiÄŸinizi düÅŸünebilirsiniz. Yine de daha önce yaptığınız halde bir süredir uÄŸraÅŸmadığınız aktiviteleri düÅŸünün. Ä°lk baÅŸta sizde heyecan yaratmasa bile bu aktivitelerden neden keyif aldığınıza dair üç maddelik bir liste hazırlayın.

 

(Bir süredir Pacman ve Mario gibi 90’lardan kalma refleks oyunlarını oynuyorum. Odaklanmamı, heyecanlanmamı, hızlı hareket etmemi ve en önemlisi sinirlerimi boÅŸaltmama yardımcı oluyor.)

 

 

C) Ä°liÅŸkilerle ilgili sorunlar

 

Aynı sorunu yaÅŸadığımız için etrafımızdaki birçok insan da bizimle aynı mücadeleyi veriyor. Onlarla konuÅŸmak, yaÅŸadığımız zorlukları paylaÅŸmak ve anlaşıldığımızı hissetmek mücadelede bize güç kazandırır.

 

En önemlisi, olası kalp kırıklarının önüne geçmek için stresli olduÄŸumuzu, bu nedenle sinirli veya sabırsız davranabileceÄŸimizi bilmelerini saÄŸlamamız gerekiyor.

Benzer ÅŸekilde, saÄŸlıklı iliÅŸkiler için bizim de karşımızdaki insanların yaÅŸadıkları stresli hayata odaklanmamız ve her söyleneni kiÅŸisel algılamamız büyük önem arz ediyor.

​

Alıntılar:

 

Guy Winch - 10 Signs You Have Pandemic Fatigue and How to Cope

​

Yazının orijinali: Pandemi yorgunluğu

Pandemi yorgunluÄŸu

Deprem trolleri

deprem trolleri.jpg

“Sadizm ve Ä°nternet Trollerinin Küresel DeÄŸerlendirmesi envanteri puanları arasındaki iliÅŸki o kadar güçlü ki, internet trollerinin gündelik sadistler olduÄŸunu söyleyebiliriz."

 

Yapılan araÅŸtırmalarda internet trollüÄŸü sadizm, makyevalizm ve psikopatlık ile iliÅŸkili görülüyor. Ancak içlerinden sadizm diÄŸerlerinden özellikle ayrılıyor.

 

Bunu her deprem sonrası görüyoruz zaten.

 

Her deprem sonrası mantar gibi türer troller. O anın yüksek duygusal enerjisinden; özellikle korku ve öfke duygusundan faydalanmak isterler. Bilirler ki, insanın öngöremediÄŸi, kontrol edemediÄŸi bu gibi durumlarda boÅŸalacak yığınla enerjisi vardır. Bu enerjiden kendilerine düÅŸecek payı arzularlar; hani sanki gökten ilgi yağıyormuÅŸ gibi.

 

Ä°nsanların dikkatini çekmenin iki kolay yolu bulunur: ya empatilerini ya da öfkelerini yansıtabilecekleri nesne konumuna gelebilmek.

 

Ä°lkini seçenler, internetten buldukları eski deprem görüntülerini bugün kendileri yaÅŸamış gibi paylaşırlar. Ä°nsanların dualarını, ÅŸefkatlerini, dolayısıyla ilgisini alırlar.

 

Bunları saptamak epey zordur. Çünkü o duygusal anda doÄŸruluk kontrolü yapmamız gerektiÄŸi aklımıza bile gelmez. Kim, böyle bir konuda yalan söyler ki?

 

Ama daha sık farkına vardığımız, öfkeden nemalanmak isteyen troller olur. Her deprem sonrası insanı öfkelendirecek bir ÅŸey bulurlar, “Ä°zmir, alkol ve fuhuÅŸtan dolayı sallandı.” gibi. Ä°nsanların hakaretlerini, lanetlerini, veryansınlarını, dolayısıyla yine, ilgisini alırlar.

 

Yanlış anlaşılmak istemem, ülkede elbette gerçekten Ä°zmir’in alkol ve fuhuÅŸtan dolayı sallandığına inanan yüz binlerce insan olabilir. Ancak trolleri diÄŸerlerinden ayıran, bu düÅŸünceyi insanların ilgisini çekmek için kullanmalarıdır.

 

Bize de yararı dokunur trollerin, içimizde birikmiÅŸ duygunun bir kısmını üzerlerine bocalarız. Onları herkesin ortasına atar ve toplu ÅŸekilde saldırırız. Böylelikle belirsizlik ve kontrol eksikliÄŸi nedeniyle bozulmuÅŸ içsel adalet mekanizmamızı tamir ederiz:

 

Suçlu nesneler bulunmuÅŸ ve cezalandırılmıştır.

 

Küfür de etsek, veryansında da bulunsak, trollere gösterdiÄŸimiz her ilgi onların beslenmelerine, büyümelerine ve güçlenmelerine neden oluyor.

 

YoÄŸun duygularımızı kanalize edecek yer aradığımız böyle anlarda, trolleri görmezden gelebilecek iradeyi gösterebilmemiz gerekiyor.

 

Korku ve öfke hayatta kalmamız için evrilmiÅŸ önemli duygularımız. Çok daha büyük ölçekli depremlerde kimsenin burnunun kanamadığı o daha geliÅŸmiÅŸ, daha demokratik ülkelerdeki gibi yaÅŸamak istiyorsak bu duygularımızı vatandaÅŸlık bilinciyle kullanabiliriz.

 

Bir yandan bugün için, ÅŸefkatimize odaklanıp, ÅŸu an acı çeken vatandaÅŸlarımıza yardım edebiliriz.

 

DiÄŸer yandan yarın için, korkumuzu ve öfkemizi çarpık kentleÅŸmelerden, aldıkları deprem vergisinin hesabını vermeyenlerden ve çevresindeki binalar sapasaÄŸlamken yıkılan binalardan sorumlu insanlara yönlendirebilir, uygun ÅŸekilde cezalandırılmalarını saÄŸlayabiliriz.

 

Çünkü depremin ÅŸiddetini kontrol edemesek bile, etkisini konrol edebiliriz.

 

Hepimize, bir kez daha, geçmiÅŸ olsun.

 

 

Alıntılar:

 

Erin E.Buckels, Paul D.Trapnell, Delroy L.Paulhus - Trolls just want to have fun

​

Yazının orijinali: Deprem trolleri

Deprem trolleri
bottom of page