Diyelim ki hükümet yetkililerinin maddi ilişkiler içinde olduğu bir vakfın kuran kurslarında çocuklara tecavüz edildiği ortaya çıktı. Halk öfkelendi, insanlar isyan etmeye başladı. İyi bir diyanet işleri başkanının görevi “çocuklara dokunmanın günahları” hakkında değil “müminin mümine öfkelenmesinin zararları” hakkında fetva vermektir.
Diyelim etrafta ses dosyaları ve videolar dönüyor; neymiş efendim hükümetin bakanları bir rüşvet ağının ortasındalarmış. Etkin bir diyanet işleri başkanı, daha homurdanmalar başlamadan zırhlı mercedes imammobiline atlar ve adı geçen bakanları tek tek ziyaret edip ellerini sıkarak “May the din with you” der ve fotoğrafları boy boy yayımlatır. Bu kişilere temas yoluyla dinen dokunulmazlık sağlamıştır artık.
Bakanların oğullarıya, kızlarıyla, yeğenleriyle ortaklık yaparak ihale kazanan bir holdingin sorumsuzluğu yüzünden inşaatında işçiler öldüğünde veya madenlerinde madenciler toprak altında kaldığında başarılı bir diyanet işleri başkanı hemen gıyabında bir cenaze namazı düzenler ve “böyle -beklenmedik- afetlerde tek vücut olmanın önemi” hakkında duygusal bir konuşma yapar.
Ekonomik kriz baş gösterdiğinde zengin yaşantıları yüzünden eleştirilen iktidara yol açmak da diyanet işleri başkanına düşer. Musa peygamberin denizi ayırdığı gibi ahlaki yaşam konusunda yöneticilerle yönetilenleri ayırır. Fakirlikten kendini yakan insanlar tutumlu olmak zorundadır. Evlerinde altın kalorifer peteklerine sahip olanlar ise mümkünse daha fazla kazanmalı, çöp kutularını bile altına bandırmalı ve devlet itibarını korumalıdırlar.
Ama bir diyanet işleri başkanının en süper gücünü söylemezsek olmaz. Bunu, filmin sonunda, sahiplerinin en zorda kaldığı zamanlarda kullanır sadece: şehit ilan etmek. İnanılmaz bir güç, direkt cennete gönderme bileti.
Hani zamanında şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'nin, Mustafa Kemal ve milli mücadeleye katılan isyancıları öldürenlerin gazi, onlar tarafından öldürülenlerin şehit sayılacağını söylediğinde kullandığı gibi. Muazzam bir güç.
Şimdi bu önemli devlet adamı, virüs salgınıyla eşcinselliği bağdaştırıp, virüsün ülkede yayılmasının önemli nedenlerinden biri olan hacıların umreye gönderilmesinin yarattığı baskıdan çıkmaya çalıştığı için eleştiriliyor.
Başarılı bir taktik olmasının yanında yaptığı elbette nefret suçu. Ama nefret suçu bir hükümet yetkilisi için ne ki?
Pasta üstündeki çilek sadece.
Bu ülkede devletin başındaki insan "geziciler camide içki içtiler" diyerek halkı kin ve düşmanlığa tahrik etti, "görmediğim şeyi söyleyemem" diyen caminin müezzini ise görev yerinden sürüldü. (Adı neydi?)
Yani hükümetin işine yarayacak konularda nefret suçu işlemek CV'nize lacivert ceket gibi yakışırken, olur da namuslu, dürüst ve barışçıl davranırsanız virüslü gibi ortamdan uzaklaştırılırsınız.
Toplum olarak riyakarlığı, yalancılığı, düzenbazlığı cezalandıramadığımız gibi, cesaretliliği, dürüstlüğü ve barışseverliliği de yeterince ödüllendiremiyoruz.
Müezzinin ismi Fuat Yıldırım'dı.
Bu topraklarda epey bol çıkan ve bir süreliğine parlatılan diğer dürüstlük kahramanları gibi onun da adı anılmaz oldu.
Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.
Comments