Benliğimiz ve cinsel fantezilerimiz
Belki edebi değildi, vasattı, kurgusal sorunları vardı. Ama şu bir gerçek, Grinin Elli Tonu, birçok eserin yapamadığını yaptı; milyonlarca insanı, esaret altına alma / alınma ve kontrol etme / edilme fantezileriyle barıştırdı.
Peki içeriğindeki sadomazoşist fanteziler neden bu kadar ilgi gördü? Cevabı bugüne dek yapılmış en geniş ölçekli cinsel fanteziler araştırmasında yatıyor; 4175 yetişkinle yapılan araştırmalarda çıkan sonuçlar; erkeklerin %93’ünün ve kadınların %96’sının sadomazoşist fanteziler kurduğunu söylüyor. Yani kabaca genellersek, herkes hayatının bir bölümünde bu tür hayaller kuruyor.
Ünlü psikoterapist Esther Perel, kitabın kadınlar üstündeki etkisini şöyle açıklıyor:
“Kitap, birçok kadının erotik benlikleri ile yeniden bağlantı kurmasına yardımcı oldu, ancak daha da önemlisi, erotik arzularının karmaşıklığını ve fantezilerinin paradokslarını kabul etmelerine yardımcı oldu, çünkü hikaye onlara fantezilerini normal olarak görme izni verdi.”
Cinsel fantezilerimiz birçok paradoks barındırır. Hayatını kadına yönelik şiddete ayırmış bir kadının esaret altına alınma fantezileri olabildiği gibi etrafını sürekli boyun eğdirmeye alışkın güç delisi bir adam da geceleri bir kadın tarafından tokatlanmak isteyebilir.
Bu paradoksu en iyi anlayan ve anlatan yazarlardan biri olan Alain de Botton, benliğimiz ve cinsel fantezilerimiz arasındaki paradokslar nedeniyle kendimizi suçlamamamız gerektiğini yazar:
"Cinsellik temelde demokratik ya da kibar bir eylem değildir kesinlikle; zalimlikle, sınırların geçilmesiyle, boyun eğdirme ve aşağılama arzusuyla kökten bağları vardır."
"Aslında yapmamız gereken, cinselliğin doğası gereği tuhaf olduğunu kabul etmektir; cinselliğin şaşırtıcı taleplerine normal tepkiler veremediğimiz için kendimizi suçlamak yerine bu gerçeği kabul etmek mantıklı olacaktır.”
Paradoksun nedeni, görünenle görünmeyen arasındaki farkta gizlidir. Örneğin sadomazoşist fantezilerden bahsettiğimizde aklımıza insanların birbirlerine şiddet uygulaması, acı çektirmesi, hakaret etmesi, aşağılaması gelir. Oysa bu tür ilişkiler fiziksel ve psikolojik acıdan ziyade “gerçekte ne kadar kırılgan olduğumuzu kontrol etmekle" ilgili olabilir.
Günlük hayatımızın önemli bir kısmında başkalarının kötü davranışlarına o kadar sık maruz kalır, statü olarak üstümüzde yer alanların hakaretlerine ve kötü eylemlerine o kadar sık boyun eğeriz ki arada bir güç dinamiklerini tersine çevirip şovu yapan kişi olmak bizi özgürleştirebilir.
Birisi bizi ittiğinde bedenimiz değil içimiz acır. Patronumuz bize laf soktuğunda ve cevap veremediğimizde de acıtan kelimeler değil, güçsüzlüğümüz ve çaresizliğimizdir. Bu tür hareketleri güvenilir bir partnerle tekrarladığımızda acının aslında "düşüncede" olduğunu fark ederiz. Bu bilgi psikolojik olarak bizi daha güçlü ve dayanıklı kılabilir. Şöyle yazar Alain de Botton:
"Temelde iyi ve kibar biri olan partnerimizin önünde, tamamen kendimizin belirlediği koşullarda gönüllü olarak şiddet ve baskının öznesi olmak bize arada bir iyi gelir. – o kadar da narin ve kırılgan olmadığımızı, acıyı verenin düşüncelerimiz olduğunu ispatlar."
Ama en önemlisi; cinsel arzularımız, benliğimizin parçalarından biridir. Bu parçalarımızı yansıtmadan yaşadığımız ilişkiler, sadece sevilebilir yanlarımızı ortaya koyup sevilmeyeceğini düşündüğümüz karanlık ve kirli taraflarımızı saklamak gibidir. Oysa duyduğumuz erotik haz, seksin gizli benliğimizi açığa çıkardığı ve o kötü benliği onayladığı zaman en yoğun noktasına ulaşır. Burada bir bütün olarak kabul edildiğimizi hissederiz. Alain de Botton, bu kabul edilmeyi de çok güzel açıklar:
"Bizim erdemli biri olduğumuza hiç kuşku duymadan inanan birinin yanında varlığından endişe duyup utandığımız kimi olası kötü özelliklerimizi açığa çıkarmaya cesaret ederiz."
"Normal hayatta manyak olarak nitelenmemize yol açacak sözcükler dökülür ağzımızdan, bu sırada yaptığımız hareketler de manyaklığımızı kanıtlar niteliktedir. Partnerimiz bizi -ideal anne babalar gibi- bir bütün olarak görmeyi başarır, temelde iyi biri olduğumuzu düşünürler."
İşte bundan tam dokuz sene önce e-kitap olarak yayımlanmaya başlayan Grinin Elli Tonu'nun başardığı buydu. Kitabın bu kadar popüler olması ve hakkında konuşulması, tartışılması, içeriğindeki fantezilerin de normal sayılmasına ve milyonlarca kadının benlikleriyle barışmasına sebep oldu. Bu da, bir kitap için, az buz bir başarı değildir.
Alıntılar:
Alain de Botton - Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız
Guy Winch - What the Experts Really Think About '50 Shades of Grey'
Justin Lehmiller - Tell Me What You Want: The Science of Sexual Desire and How it Can Help You Improve Your Sex Life
Yazının orijinali: Benliğimiz ve cinsel fantezilerimiz
Nevrotik duygusal yakınlık ihtiyacı
Bir ağaca tırmanmak istememizin farklı nedenleri olabilir. Bunu yeteneğimizi test etmek veya manzarayı bir de yukarıdan izlemek için yapabiliriz. Bunu, bizi kovalayan yırtıcı bir hayvandan kaçmak ve kendimizi ondan korumak için de yapabiliriz. İlk durumda bizi tetikleyen hazdır, ikincisinde ise korku.
Hepimiz duygusal yakınlık ihtiyacı hissederiz ama nevrotik kişilerde duygusal yakınlık ihtiyacını tetikleyen haz değil; yalnızlığa yönelik korkudur. Sevmeye ve sevilmeye değil, güvende hissetmeye ihtiyaç duyarlar. Sevgi hiç bir zaman tacı koyamaz başına, hep güvenlik ihtiyacının ardından bakakalır.
Nevrotik biçimde tehditkar ve düşmanca gördüğümüz bir dünyada, bir başkası tarafından sevilmeye, istenilmeye, onaylanmaya karşı hissettiğimiz ihtiyacın ikilemi güçlü bir gerginlik yaratır.
Çünkü o bir başkası da, bizim değil, korktuğumuz, alışamadığımız dünyanın bir parçasıdır.
Yine de yalnızlık korkumuzdan kaynaklanan yakınlık ihtiyacımız o kadar güçlüdür ki bu kişiye sığınır, bu sığınmaya da sevgi deriz.
Ve günlerimiz sevmekle değil, kontrol etmekle geçer.
Boğulan, hayatta kalmak için çırpınan bir yüzücü, yapıştığı kişinin onu taşıma istekliliğine veya kapasitesiyle ilgilenmez. Sadece onu taşıyıp taşımadığıyla ilgilenir.
Nevrotik kişi de, sevebilmekte yetersizlik sergiler; sevdiği kişinin önceliklerini, sınırlarını, ihtiyaçlarını, isteklerini, gelişimini görmezden gelir, hiçe sayar, hafife alır.
Sevdiği insana, yani manzaraya değil, kendi korkularına odaklanmıştır çünkü.
Sadece güvende hissedip hissetmediğine bakar.
Sürekli olarak karşımızdaki insanın niyeti hakkında çıkarımlar yaptığımız, onu manipüle etmeye çabaladığımız, önceliklerini ve ihtiyaçlarını yok saydığımız bir ilişkide, içimizi kıpraştıran midemizdeki kelebekler değil, arkamızdan bağıran yalnız kalma korkusu olabilir.
Üstelik, belki de daha fenası, çocuğunun mutluluğu adına her türlü fedakarlığı yaptığına inanan aşırı koruyucu bir annenin çocuğun bağımsız gelişimine verdiği hasar gibi zarar verebiliriz sevdiğimiz insanın benliğine.
Korktuğumuz için ilk gördüğümüz ağaca tırmanıp orada kalakalmaktan bahsetmiyorum bile.
Alıntılar:
Karen Horney - Çağımızın Nevrotik Kişiliği
Yazının orijinali: Nevrotik duygusal yakınlık ihtiyacı
Cinsel sorunlarımızın iki kaynağı
CİSED'in yaptığı araştırmaya göre ülkemizdeki erkeklerin %60'ında sertleşme, %70'inde erken boşalma, %55'inde cinsel isteksizlik sorunu varken, kadınların %65'inde cinsel isteksizlik, %35'inde vajinusmus, %45'inde orgazm olamama problemi bulunuyor.
Doğada çoğunlukla zevkle ve kolayca yapılan bir eylemi insanlık olarak nasıl oldu bu kadar sorunlu hale getirebildik?
Gündelik stres ve yetiştirilme tarzımız dışında cinsel sorunlarımız en çok karşımızdaki insanın bizim hakkımızdaki düşüncelerine yönelik duyduğumuz kaygıdan ve tekdüzelikten kaynaklanıyor.
1. Algı sorunu
Toplumsal baskıyla bireysel arzuların en sık karşı karşıya kaldığı alan olan cinselliğin, kendimizi kolaylıkla özgür hissedebileceğimiz yer olmaması şaşırtıcı sayılmaz.
Birbirlerine açık olan çiftler bile cinsel arzuları konusunda ketumlaşabilirler. Araştırmaya göre çiftlerin %85'i birbirlerinin cinsel fantezilerinden habersiz görünüyor.
Bedenimizi tamamen açabilsek bile, zihnimizi tamamen sunmakta direniyoruz. Cinsellikle ilgili arzularımızın bizi, göstermek istediğimiz kadar iyi yansıtmadığına inanıyoruz.
Her ne kadar cinselliği aşkla ve sevgiyle birlikte yenilmesi gereken lezzetli bir aperatif olarak görmek istesek ve onu ıslah etmeye çabalasak da bunun beyhudeliğine er geç farkına varıyoruz. Araştırmaya göre en sık kurulan cinsel düşlere baktığımızda pek öyle sevgi ürünü gibi görünmüyorlar:
%45 Ünlü birisiyle birlikte olma fantezisi
%45 Fahişe - müşteri fantezisi
%35 Yakın bir arkadaşla - komşuyla ilgili fanteziler
%25 Tecavüz fantezisi
%25 İzlenme fantezisi
%15 Grup seks fantezisi
Geçtiğimiz aylarda yazdığım "Benliğimiz ve Cinsel Fantezilerimiz" adlı yazıda alıntıladığım Alain de Botton sözünü yeniden hatırlatmak istiyorum:
“Aslında yapmamız gereken, cinselliğin doğası gereği tuhaf olduğunu kabul etmektir. Cinselliğin şaşırtıcı taleplerine normal tepkiler veremediğimiz için kendimizi suçlamak yerine bu gerçeği kabul etmek mantıklı olacaktır.”
Cinsel fantezilerimizin tamamını paylaşamasak bile, en azından suçluluk yaratan fantezilerimizin evrenselliğini fark edebilmek ve arzularımızı, dolayısıyla kendimizi yadsımamak, sağlıklı bir cinsel hayat için iyi bir başlangıç olabilir.
2. Tekdüzelik
Çıplaklığı erotizmin ana kaynağı olarak düşünsek de salt çıplaklığın yeterli olmadığını, bir yakıcı maddeye ihtiyaç duyduğunu biliriz. Yaz aylarında kumsalda gördüğümüz yarı çıplak insanların çoğunu fark etmeyiz, oysa yalnızca bize yönelik kırpılan bir göz bile duygularımızı harekete geçirmeye yetebilir.
İnsanın kanını kaynatan da sıklıkla salt çıplaklık değil, karşılıklı tahrik olunabileceği olasılığıdır.
Uzayan ve tekdüzeleşen ilişkilerde hem çıplaklığa alışırız, hem de birlikte olma ihtimalimiz sıradanlaşır.
Resmileşen ilişkilerde partnerimiz iş ortağımız haline gelebilir. Gündelik kararlar aldığımız, uyguladığımız, aşkımıza yönelik çaresiz beklentilerimizden değil de çöp bidonunun yeri yüzünden veya çocuğumuzun şımarıklığı nedeniyle tartıştığımız insanın kıyafetlerini değiştirince süper kahraman gibi birden bire arzu nesnesine dönüşmesi her geçen gün zorlaşabilir.
Alain de Botton, uzun süredir birlikte olunan partnerle sık sık seks yapmanın ve bu seksin sürekli doyurucu olmasının bir norm olmadığını, bu tür ilişkilerde yaşanan cinsel sorunların da her zaman patolojik olmadığını iddia ediyor.
Araştırma sonuçlarına baktığımızda da bu durumun geçerliliğini fark ediyoruz.
Sıradanlaşan ilişkilerde yaşadığımız cinsel isteksizlikler ve diğer cinsel sorunlar nedeniyle kendimizi suçlamak, durumumuzdan utanmak ve partnerimize olan sevgimizi sorgulamak yerine sorunun olağanlığına odaklanmak ve buna yönelik çare aramak faydalı olabilir.
Çünkü sıklıkla gereksinim duyduğumuz yeni bir kişi veya ilişki değil, tanıdığımız kişiyi farklı şekilde algılamamızı sağlayacak yeni bir bakış açısıdır.
Alıntılar:
Alain de Botton - Cinselliğe Nasıl Farklı Yaklaşırız
Yazının orijinali: Cinsel sorunlarımızın iki kaynağı
Güvensiz bağlanma ve flört stratejileri
Breadcrumbing (ekmek kırıntısı atmak)
Flört eden kişinin, ilişkiyi daha ileri bir seviyeye taşımak istemediği halde ilgi odağı olmaktan hoşlandığı için partnerini ara ara yoklayarak ilgisini sürekli tutma stratejisi.
Benching (yedeklemek)
Flört eden kişinin, potansiyeline inandığı bir partneri hemen kabul etmek veya reddetmek yerine “belki” durağında bekletip, diğer seçenekleri değerlendirdikten sonra karar verme stratejisi.
Yıllar, kültürler, teknolojiler ve isimler değişiyor ancak flört döneminde oynadığımız oyunlar, uyguladığımız stratejiler değişmiyor.
Bazılarımız elde edilmesi güç, ilgi göstermesi mucize olan sevgiliyi oynarken, bazılarımız ise bizi sürüncemede bırakan partnerin peşinden mazoşist bir hazla koşan aşık rolüne bürünüyoruz.
Johns Hopkins Üniversitesi'nde yapılan güncel bir araştırmaya göre, ebeveynlerimizle olan ilişkimizden edindiğimiz bağlanma stilimiz kaçan mı yoksa kovalayan mı olduğumuzu belirleyen önemli faktörlerden biri.
Personality and Individual Differences dergisinde yayımlanan ve 900 kişinin katıldığı bu çalışmaya göre;
- Kaçıngan bağlanma stiline sahip kişiler, sıklıkla aşk ilişkilerinde elde edilmesi zor sevgiliyi,
- Kaygılı bağlanma stiline sahip kişiler sıklıkla peşinden kovalayan aşık rolünü oynuyor.
Cinsiyet farklılığına gelince, evrimsel psikolojinin öngördüğü ve kültürümüzden de bildiğimiz gibi, kadınlar, erkeklere göre daha fazla "elde edilmesi zor" sevgiliyi oynuyor.
Araştırmacılara göre bu sonuçlar sürpriz değil. Kaçıngan veya kaygılı olsun, kendilerini güvensiz hisseden kişiler, ilişkilerinde yalnızca kendi güncel arzularını değil, geçmişten gelen kırılganlıklarını da denetlemeye çalışıyorlar.
Örneğin soğuk ve kendilerini sürekli reddeden ebeveynler tarafından yetiştirilmiş kişiler, daha sık kaçıngan bağlanma stiline sahip oluyorlar. Bu kişiler diğer insanlarla yakın ilişki kurmaktan kaçınıyorlar. Bu nedenle “zor elde edilen olma” stratejisi, onların bu kırılganlıklarından kaçınmalarına uyum sağlayan bir strateji sayılıyor.
Tutarsız ebeveynler tarafından yetiştirilen ve yüksek anksiyeteye sahip kişiler ise, daha sık kaygılı bağlanma stiline sahip oluyorlar ve henüz küçük yaşlarda ilgiye ve sevgiye sahip olmak için sevdiklerinin peşinden koşmak gerektiğine inanıyorlar. Bu da, flört dönemlerinde kovalayan olmak için duydukları meyli açıklıyor.
Dolayısıyla bir ilişkide kaçan ya da kovalayan olmak dışarıdan bakıldığında bencilce veya aptalca gelse de, geçmişten kalan bazı ihtiyaçlarımızı gidermekle ilgili olabiliyor. Yine de, bu tür güvensizlikle başlayan ilişkiler çoğu kez kısa sürede ve tatminsizlikle sonlanıyorlar.
Elbete bu tür kaçma kovalama stratejilerinin tek nedeni bağlanma stillerimiz değil. Bin yıl önce yazılmış Ahmed Gazali ve İbn Hazm'ın şiirlerinden seksenlerin arabesk furyasına kadar aşık olunan kişiyi tanrısal bir mertebeye oturtup altında çaresizlik, ezilmişlik, hakirlik ve teslimiyet arzusuyla mazoşistçe debelendiğimiz kültürün de etkisi muhakkak var. Bu güvensiz ilişkinin en narin biçimde özetlendiği şiirde bile Özdemir Asaf, "Sen bana bakma ben senin baktığın yönde olurum." diyor.
Ancak kaçıngan bağlanan kişilerin kaçan, kaygılı bağlanan kişilerin kovalayan olma ihtimalleri daha yüksek görünüyor.
Alıntılar:
Jeffrey Bowen, Omri Gillath - Who plays hard-to-get and who finds it attractive? Investigating the role of attachment style
Yazının orijinali: Güvensiz bağlanma ve flört stratejileri
Gitmesin diye kanatlarını koparmak
Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir; kendi iç sesini kaybetmek.
İster ebeveynimiz olsun, ister eşimiz, otoriteye karşı çaresizliğimiz arttıkça, panik başlar; paniğimiz arttıkça neyi nasıl yapmamız gerektiği konusunda kuşkuya düşeriz.
Bütün bu duygusal karmaşadan duyduğumuz acı, sorumluluğu reddetme arzusuna dönüşür.
Benliğimizi bırakırız, onların istediği gibi olmaya başlarız, çünkü kendimiz gibi olmak zor gelir.
Ve hem ait olduğumuz kültürümüzden, hem de kendi çocukluk günlerimizden kalma otoriter sesler birleşir, iç sesimize dönüşür. Vicdanımızın sesi, başkalarınındır artık.
Bazılarımız, Safiye gibi, kendi iç sesini çoktan kaybetmiştir. O hala kendi annesinin sesini duyar gün boyunca, “aptal Safiye, pis Safiye, kirli Safiye” ve yalnızlığının sonsuzluğunda yankılanan emirlere itaat edercesine ovalar her yeri. Hayatta, derler filozoflar, en güç şey karanlık bir odada kara bir kediyi bulmaktır, özellikle odada kara bir kedi yoksa.
O kara kediyi arar durur Safiye.
Bazılarımız, Gülben gibi, rafa kaldırmıştır kendi istek ve arzularını. “Temizle” der otoriter figür, temizleriz ama neden temizlediğimizi bilmeden. Arada sırada, derinlerde kıpraşan benliğimiz ortaya dökülür, bir iki kelime çıkar bilincimize. Neyi arzuladığımızı hatırlarız.
Belki canlı hissettiğimiz bir gün, kovuğumuzdan çıkmaya karar veririz; ama o ses bizi bırakmaz, “yeteneksizsin sen” der, “alay ederler seninle” der, "rezil olacaksın” der.
Cesaretimizi toplayıp kendi güvenlik alanımızdan çıksak bile, dışarıda aldığımız ilk darbede tarumar oluruz. Çünkü yeni doğmuş bebek kırılganlığındadır benliğimiz.
Bizi korurmuş gibi yapan ama asıl amacı kendi konumunu sürdürmek olan kişilere "sembolik üvey anne" der Clarissa Estes. Psişenin içinde hayatın canlılığını sağlayan sinirlerin tıkanmasına yol açan sinir düğümleridir onlar.
Amaçları bizi hareketsiz kılmaktır. Bu nedenle eleştirirler. Bu nedenle yasaklarlar. Bu nedenle yeteneklerimizden, potansiyelimizden ama en önemlisi farklılığımızdan korkarlar. Bu nedenle, kusurlarımıza, korkularımıza, duygusal yaralarımıza odaklanırlar.
Çünkü yalnız kalmaktan korkan biri için bir insanı yanında tutmanın en kolay yoludur onun canlılığını öldürmek.
Hepimiz, kendimizi böyle bir ilişkinin içinde bulabiliriz.
Bilinçsiz bir elde tutma stratejisi olarak karşısındaki insanı değersizleştiren, küçülten, çirkinleştiren, özsaygısını sakatlayan, kendisine yönelik algısını kirleten, bir yandan zehirlerken, bir yandan da panzehire sahip olduğu için minnet duyulmasını bekleyen ve adına sevgi diyen çok insan var yeryüzünde.
Her birimiz, adım adım bu iç seslerden birine dönüşebiliriz. Bizim kafesimizden uçup gitmesinler diye, sevdiğimiz insanların kanatlarını kopartan o kişi haline gelebiliriz.
Kaybetme korkusu veya kıskançlıkla o hale gelebileceğimi hissettiğimde İsa'nın Korintlilere mektubunu okurum. Bana sevginin ne olması gerektiğini hatırlatır bu:
"Sevgi sabırlıdır, sevgi şefkatlidir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz.
Sevgi haksızlığa sevinmez, gerçek olanla sevinir.
Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır."
Alıntılar:
Clarissa P. Estes - Kurtlarla Koşan Kadınlar
Yeni Ahit - 1. Korintliler 13
Yazının orijinali: Gitmesin diye kanatlarını koparmak
Evrimsel elde tutma stratejileri
İnsanların tek eşli olup olmadıkları sıklıkla tartışılır. Evrimsel psikoloji bu soruyu yarar – zarar analiziyle açıklamaya çalışır. Bu açıklamaya göre tek eşliliğin evrimsel açıdan en önemli avantajı ve dezavantajı şunlardır:
a. Erkek için avantajı ; çocuğun başkasından olma ihtimali daha zayıftır. Dolayısıyla erkek başka bir erkeğin çocuğuna yatırım yapma riskini azaltmış olur.
b. Kadın için avantajı; kaynaklara kolay erişimi olmayan kadın, eşinin başka bir kadına veya başka bir kadının çocuğuna yatırım yapma riskini azaltmış olur.
Tek eşliliğin hem kadın hem de erkek için en büyük dezavantajı ise ilişki bittiğinde boşa giden vakit ve emek yatırımıdır. Bu büyük dezavantajı önlemek için insanlar -çoğunlukla bilinçsizce- bazı “elde tutma stratejileri” geliştirirler.
Bu stratejilerden bazıları fayda odaklıdır. Yani hediyelerle, iltifatlarla, hastalıkta ve sağlıktaki bakımlarla, güvenlikle vs beraberliği karşımızdaki insan için o kadar faydalı hale getiririz ki bu sayede partnerimiz bizden ayrılmaz.
Bazıları ise zarar odaklıdır. Tehditle, şantajla, korkutmayla, özsaygısını dibe vurarak ayrılığı karşımızdaki insan için o kadar maliyetli bir hale getiririz ki, bu sayede partnerimiz bizden ayrılmaz.
Journal of Social and Personal Relationships’te yayımlanan bir makale eşleri üç ana gruba ayırıyor:
1. Gevşekçe elde tutanlar
Bu gruba giren kişiler fayda odaklı ve zarar odaklı stratejileri çok nadir seçerler. Genellikle uzun soluklu evliliklerde kişilerin birbirlerine ve evliliklerine duydukları güçlü güven sonrasında ortaya çıkabilir. Ayrıca duygusal olarak kopukluk yaşayan kişiler de bu gruba girerler; yapılan araştırmalar, eşleriyle daha az fiziksel temasta bulunan kişilerin fayda odaklı ve zarar odaklı stratejileri daha nadir seçtiklerini göstermiştir.
2. Karşılıklı faydayla elde tutanlar
Bu gruba giren kişiler sıklıkla fayda sağlayan stratejiler geliştirip ilişkiyi her iki taraf için de daha verimli hale getirmek için çabalarlar.
Genellikle yüksek özsaygıya sahip, ilişkilerinden tatmin olmuş kişiler ve ilişkisine değer veren ancak sadakatsizlik korkusu tarafından esir düşmemiş kişiler bu gruba girerler.
3. Yorucular
Bu gruba giren kişiler hem fayda odaklı hem de maliyet odaklı stratejileri yoğun olarak kullanırlar. Örneğin bir yandan yoğun bir ilgi gösterirken, diğer yandan tehdit ve şantaj taktiklerini kullanabilirler. Ayrıca genellikle fayda odaklı stratejiler yürütürlerken kendilerini -ve ilişkilerini tehdit altında hissettiklerinde zarar odaklı taktiklere başvurabilirler. Genellikle samimiyet sorunları vardır ve özellikle çocuk sahibi olduktan sonra bu stratejileri kullanma yoğunlukları artabilir.
Sonuç olarak elde tutma stratejileri kişinin özsaygısından, sahip olduğu / erişebildiği kaynaklara, ait olduğu kültüre ve hissettiği tehdit algısına kadar farklı unsurlara göre değişkenlik gösterir.
Bir daha partnerinizin neden sizi toplum içinde sürekli aşağılamaya çalıştığını veya olur olmaz iltifatlara boğduğunu merak ederseniz, belki de yanıtın uyguladıkları elde tutma stratejisinde gizli olduğunu bulabilirsiniz.
Alıntılar:
Guilherme S. Lopes, Todd Shackelford - Disengaged, exhaustive, benevolent: Three distinct strategies of mate retention
Yazının orijinali: Evrimsel psikolojiye göre elde tutma stratejileri
Cinsel fantezilerimizde kendimizi nasıl görüyoruz
"Cinsel fantezilerinizde kendinizi şu an olduğunuz gibi mi hayal ediyorsunuz yoksa yaşınızı, bedeninizi, kişiliğinizi farklı mı hayal ediyorsunuz?"
Araştırmacı Justin Lehmiller, bu konuda dört binden fazla kişinin katıldığı bir araştırma yürüttü. Bulgulara göre;
% 44 kendisinin gelecekteki halini hayal ediyor.
% 47 kendisini daha genç hayal ediyor.
% 56 cinsel organını farklı hayal ediyor.
% 58 cinsel rolünü farklı hayal ediyor.
% 61 farklı kişilikte olduğunu hayal ediyor.
% 74 vücudunu farklı hayal ediyor.
Bedeni olduğundan farklı hayal etme
Araştırmaya göre kadınlar ve eşcinsel - biseksüel erkekler, heteroseksüel erkeklere göre vücutlarını daha yaygın olarak farklı hayal ediyorlar. Dolayısıyla heteroseksüel erkeklerin vücutlarının nasıl göründüğüyle ilgili en az endişe duyan grup olduğunu anlıyoruz.
Ancak burada kilolu olmanın bir rolü var; cinsel yönelimi ne olursa olsun, insanların kiloları arttıkça bedenlerini farklı hayal etme sıklığı da artıyor.
Cinsel organı olduğundan farklı hayal etme
Yönelimleri ne olursa olsun, erkekler penislerini daha sık olduğundan farklı hayal ediyor. Kadınların vulvalarını olduğundan farklı hayal etmesi ise çok nadir gerçekleşiyor.
Toplumsal baskıya uygun olarak, kadınların bedenlerini, erkeklerin ise cinsel organlarını daha sık farklı hayal ettiğini görüyoruz.
Hem bedenlerini, hem de cinsel organlarını daha yaygın biçimde farklı hayal eden eşcinsel erkeklerin ise bu konuda en büyük baskıyı yaşadığını anlıyoruz.
Yaşı olduğundan farklı hayal etme
Beni ters köşeye yatıran yaş oldu. Kadınların erkeklere göre fantezilerinde daha sık kendilerini genç hayal ettiklerini düşünürken tam tersi olduğunu öğrendim.
Erkekler kadınlara göre bunu daha sık yaparken, kadınlar genellikle kendilerinin daha yaşlı hallerini hayal ediyorlar.
Lehmiller’a göre bunun nedeni “cinsel pişmanlıkta cinsiyet farklılığı” Erkekler, evrimsel nedenlerden ötürü, kaçan cinsel fırsatlara kadınlardan daha duyarlı oluyorlar. Bu nedenle geçmişe dönük fantezileri daha yaygın olabiliyor.
Kişiliği olduğundan farklı hayal etme
Araştırmaya göre, insanın daha farklı kişiliklere büründüğü fantezilere eşcinsel ve biseksüel erkekler daha sık kapılıyor. Onları, cinsel yönelimleri ne olursa olsun kadınlar ve heteroseksüel erkekler izliyor.
Heteroseksüeller arasında kadınlar, erkeklere göre normal cinsel hayatlarında olduklarından dominant olmayı hayal ederken, erkekler ise daha sık normal cinsel hayatlarında olduklarından teslimiyetçi olmayı hayal ediyorlar.
Özgüveni düşük ve içedönük insanlar daha sık kişiliklerini farklı hayal ediyorlar.
Mevcut cinsel hayatlarından memnun olmayan, ilişki içerisindeki güç dağılımından hoşlanmayan, sık cinsel ilişki yaşayamayan kişiler de fantezilerinde kendi kişiliklerini farklılaştırma eğilimindeler.
Kadınlar, sıklıkla kendilerini daha girişken hayal ediyorlar.
Şu ana dek yaşadığı en harika cinsel deneyimden pişmanlık, utanç, anksiyete veya tiksinti duyan insanlar da cinsel fantezilerinde kendi kişiliklerini değiştiriyorlar.
Araştırma, cinsel fantezilerimizin bağlanma stilimizle de ilgisi olduğunu gösteriyor. Kaygılı ve çekingen bağlanma stiline sahip kişilerin fantezilerinde kendilerini daha çok değiştirdiğini bulguluyor.
Sonuç olarak, cinsel fantezilerimizde kendimizi nasıl değiştirdiğimizi belirleyen birçok faktör bulunuyor. Ancak bu, kendimizi değiştirdiğimiz her fantezinin altında illa derin bir mana olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin hayal gücü yüksek insanlar, sadece cinsel fantezilerinde değil, gündelik düşüncelerinde de birçok şeyi olduğundan farklı hayal ediyorlar.
Alıntılar:
Justin Lehmiller - Tell Me What You Want
Yazının orijinali: Cinsel fantezilerimizde kendimizi nasıl görüyoruz
Duyarlı mıyız savunmacı mı
Soru: “Kadın ve hayvan haklarına aşırı duyarlı gözüken ancak bu duyarlılığı bana ve ailesine göstermeyen bencil bir erkek arkadaşım var, kafam karışıyor.”
Diğer canlılara gösterdiğimiz hassasiyet elbette güçlü bir duyarlılık göstergesi sayılabilir. Ancak, nadiren de olsa, bizi bu tür hassasiyet gösterilerine iten içten duygularımız değil, benliğimize yönelik savunmacı etmenlerdir.
Kendimizi ahlaki olarak daha güçlü bir pozisyonda, daha az eleştirilebilir bir konumda hissetmek, benliğimize yönelik tehditleri savurmamıza yardımcı olabilir.
Farkı anlamak için üç noktaya bakabiliriz.
1. Benliği şişirmek:
Savunmacı kişi, farkında olmadan, kendi benliğini güçlü kılacak, dilimize geçen ifadeyle “egosunu şişirecek” eylemleri seçebilir. Örneğin kişi azınlık hakları konusunda aşırı duyarlı görünebilir ancak bunun nedeni azınlıklara yönelik geliştirdiği empati değildir de, bu konumun çevresindeki insanların gözünde kendisine kattığı değerdir. Kabuğu renkli olsa da içi koftur yani.
Oysa duyarlı kişiler, dışarıdan kaynaklı değil, içeriden kaynaklı itkiler nedeniyle kendilerini bu konumda bulurlar.
2. Yüzeysel farkındalık:
Savunmacı kişiler, genellikle gösterdikleri hassasiyetlerin asıl nedenlerinin farkında olmazlar.
Merkezlerindeki çatlakları koruyan büyük ve sert savunma duvarları nedeniyle kendi kırılganlıklarından bihaber yaşayabilirler. Oysa kendi kırılganlığımıza yönelik bilgimiz, empati kurmamızı sağlayan en önemli güç sayılır.
Duyarlı kişiler ise, sıklıkla kendi kırılganlıklarının farkındadır. Bu kırılganlığı genişletirler ve diğer insanları da bu kırılganlık şemsiyesi altına alırlar.
3. Kahraman veya kurban olarak görülme ihtiyacı
Savunmacı kişiler kahraman ve kurban rolleri arasında sallanırlar. Kahramanlık hissi güç verir; kazandıkları olumlu izlenimleri çevresindekileri kontrol etmek için kullanabilirler.
Kurban rolü sayesinde ise savunmacı kişi, kendi yanlışlarından doğan sorumluluğu başkasına yıkabilir ve sorumluluklardan kaçabilir.
Duyarlı insanların ise bu kadar dramatik rollere gereksinimleri olmaz. Kazandıkları sıfatlardan ve bu sıfatlar sayesinde ulaştıkları ayrıcalıklardan ziyade duyarlılık gösterdikleri konuya odaklanırlar.
Sonuç olarak, bazen en özgecil, en fedakar eylemlerimizin veya söylemlerimizin ardında bile farkında olmadığımız bazı içsel hesaplamalar olabilir. Bu nedenle duyarlılık gösterdiğimiz konularda bu üç sorunun önemli olduğunu düşünüyorum:
- merkeze karşımdakini mi koyuyorum, yoksa kendi yerimi mi sağlamlaştırıyorum?
- kendi kırılganlıklarımın farkında mıyım? karşımdakiyle hangi konularda benzeşiyorum?
- kendimi kahraman veya kurban rollerine atıyor muyum, rolümü başkalarını manipüle etmek ya da sorumluluklarımdan kurtulmak için kullanıyor muyum?
Yazının orijinali: Duyarlı mıyız savunmacı mı
Erkekler seks için para öderken aslında ne alır
Seks temel bir ihtiyaç, basit bir eylem. Ama kendimizden başka en az bir kişiye daha ihtiyaç duymamız ve karşımızdaki insanın da bizim gibi duygulara ve düşüncelere sahip olması her şeyi karmaşıklaştırabiliyor.
Komedyen Steve Martin, seksi paranın satın alabileceği en güzel, en doğal ve en bütünleştirici şey olarak gördüğünü söylediğinde belki de şaka yapmıyor.
Çünkü Journal of Sex Research'te yayımlanan bir araştırma, erkeklerin seks karşılığında para ödediğinde aslında bu temel ihtiyaçtan çok daha fazlasını aradığını ortaya koyuyor.
İlk cinsel deneyim:
Araştırmaya katılan her dört erkekten biri, ilk defa seks için para ödediklerinde bunu bekaretlerini kaybetmek için yaptıklarını söylüyor. Yirmili yaşlara geldiklerinde bakir kalmak için çok yaşlı hissettiklerini ve bu sıfattan kurtulmak istediklerini belirtiyorlar.
Gerçek hayatlarında kadınlara yaklaşırken kendilerini utangaç ve endişeli hissettiklerini söyleyen bu erkekler için para karşılığı seks hizmeti, kadınlara yaklaşamamaktan duydukları özsaygı eksikliği, güvensizlik ve beceriksizlik hislerini hissetmeden ilk defa seks yapma olanağı tanıyor.
Reddedilme korkusu:
Araştırmaya katılan bazı erkekler, flört ettikleri bir kadınla beraber yaşayacakları ilk cinsel deneyimi ilişkilerini ilerletecek veya bitirecek bir performans olarak gördükleri için yoğun baskı hissettiklerini belirtiyorlar.
Olası bir kötü performansta reddedileceklerine inanan erkeklerin bu korkusu, onları kendi partnerlerinden ziyade seks işçisiyle deneyim yaşamaya yönlendiriyor.
Para karşılığı yaşadıkları cinsel deneyim onları daha güvenli hissettiriyor. Çünkü parayı ödeyen kişinin performansı değerlendirilmiyor.
Cinsel beceri eksikliği:
"Cinsel birleşme sırasında asıl zevk vermesi gereken erkektir." hakim düşüncesi ve bunun erkek üzerinde yarattığı baskı paralı sekste tersine dönüyor. Para karşılığı seks hizmeti alan erkekler, cinsellik konusunda kendilerini tecrübesiz görseler de bundan endişe duymuyorlar.
Dolayısıyla bu erkekler, hem daha az baskı hissediyorlar, hem de asıl tecrübelinin karşılarındaki seks işçisi olması gerektiğine inanıyorlar. Hatta bazı erkekler, seks işçisinin tecrübelerinden bir şeyler kapıp gelecekteki partnerlerini daha mutlu etmeyi umut ediyorlar.
Cinsel kırılganlık:
Ereksiyon problemi gibi cinsel endişeler yaşayan erkekler için para karşılığı seks, bu tür endişeleri duymadan, yalnızca kendi zevklerine odaklanabilecekleri bir deneyim fırsatı sunuyor.
Ayrıca para karşılığı seks hizmeti alan erkekler, deneyimlemek istedikleri bazı özel isteklerini iletirken de daha rahat hissettiklerini belirtiyorlar. Dolayısıyla gerek cinsel sorunlar yaşarken, gerek farklı cinsel istekleri talep ederken, gündelik hayatlarında yaşayacakları utanç ve kırılganlığı hissetmiyorlar.
Sonuç olarak para karşılığı seks, temel bir ihtiyacın giderilmesinden öte, erkeklerin, korkularını, endişelerini, utançlarını ve kırılganlıklarını hissetmeden yalnızca cinsel birleşmenin hazzına odaklanabileceği bir hizmet sunuyor.
Bu da doğadaki birçok hayvan türünün rahatça yaptığı bu haz dolu eylemi, özbilinçli varlıklar olarak kendimiz için nasıl bir baskı ve mutsuzluk unsuruna çevirebildiğimizi gösteriyor.
Bunun da, elbette, ataerkil kültürle ilgisi bulunuyor.
Alıntılar:
Monique Huysamen - There’s Massive Pressure to Please Her: On the Discursive Production of Men’s Desire to Pay for Sex
Yazının orijinali: Erkekler seks için para öderken aslında ne alır
Aynı derin kuyudan
Etrafımızdaki insanlar hakkında konuşurken bazen şöyle deriz “Şu özelliğini çok seviyorum ama keşke bu kadar X olmasaydı.”
Genellikle de değerini fark edemediğimiz özellikler bu sevmediğimiz özellikleri olur. Çünkü sevdiğimiz ve sevmediğimiz özellikler, insanın karakterinde birbirinden bağımsız bir şekilde oturmazlar; karmakarışık ve derin biçimde bağlıdır birbirlerine.
Biri olmadan diğeri olmaz.
Çektiğimiz dertleri rahatça anlayabilecek, onlara güveneceğimiz aşırı duygusal insanlar, tam da bu yüzden, huysuzluğa ve depresifliğe daha yatkındır mesela. Huysuzlukları ve suratsızlıkları yüzünden günümüzü kararttıkları için bazen onlara kızarız. Derin sohbetleri ve anlayışlarıyla en karanlık günlerimizi aydınlatmış olanların onlar olduğunu unutarak.
Yanlarında zamanın nasıl geçtiğini bilmediğimiz hareketli ve eğlenceli insanlar ise daha umursamaz görünebilirler. Derinliğe ve duraklamaya ihtiyacımız olduğu bazı özel anlarda onların hareketliliği ve vurdumduymazlığı bizi incitebilir ve gücendirebilir. Oysa her şeyi umursasalardı bizi harekete geçirecek o enerjiyi bulamaz, o eğlendiğimiz insan olamazlardı.
Bu kriz günlerinde sakinliklerine ve ne kadar korksalar da duygularına mesafe koyarak yürüttükleri akıllarına güvendiğimiz insanlara, daha önce kim bilir kaç defa kalpsiz / duygusuz demişizdir acaba? Tam olarak ne istiyoruz onlardan? Beyinlerini ceplerinde taşıyıp ara sıra kullanmalarını mı?
İnsanların davranışlarına etki eden karakter özellikleri birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır.
Aynı derin kuyudan su alırlar.
Kuyuyu kurutmamaya özen göstermeliyiz.
Alıntılar: Brett & Kate McKay - Embracing the Coin of Character
Yazının orijinali: Aynı derin kuyudan