Instagram hesabımda bu hafta takipçilerime kendilerini en cesur hissettikleri anı sordum
Aldığım yanıtlardan ikisini paylaşmak istiyorum. İlk yazı, kapanma boyunca devam eden sosyal medya metin yazarlığı eğitimi kapsamında geldi. Yazan takipçim yazısını düzenlememi ve yorumlamamı istedi.
Kapanma sona erse de, zaman buldukça dileyen takipçilerime bu konuda yardım etmeye devam edeceğim.
...
Cesaret mi zorunluluk mu bilmiyorum
Bir çocuk düşünün; dokuz yaşına kadar Erzurum’un bembeyaz karlarla kaplı bir dağ köyünde yaşamış. Sürekli bayılan, hasta bir annesi var, babası ise İstanbul’da çalışıyor. Senede bir ay görüyor sadece onu, ama yine de mutlu sanırım. Üçüncü sınıf öğrencisi ama hiç Türkçe bilmiyor.
İstanbul’a yerleşir sonra, amcasının ve yengesinin yanına. Annesinden, babasından, kardeşlerinden ayrı kalır beş ay. Ne amcasını tanır doğru düzgün ne de yengesini. Türkçe bilmediği için dışarı da çıkmaz, pencerenin perdesinin altından dışarıdaki çocukları izler saatlerce. Olur da bir çocuğun kendisine baktığını görürse en arka odaya kaçıp saklanır.
Ama pes etmez. Yener korkularını, çıkar dışarı ve okulun yolunu tutar. Sınıfta kalır ama yılmadan çalışmaya devam eder.
Bir çocuk düşünün, beşinci sınıfta tacize uğruyor. Üç odalı evde onlarca akraba kalırken, bir gece büyük kuzeni yanaşır dibine. Üstelik yanında kardeşi uyurken. “Sus” der adam. “Sus!” Susar. Ama sabaha kadar uyuyamaz, kardeşine sarılarak güneşin doğmasını bekler. Üç odalı evde cehennemi yaşarken kimse anlamaz. Hamile kaldığını sanır. Bütün korkularını kenara atıp bir cesaretle yaşadıklarını annesine ve teyzesine anlatır. “Doktora gidelim istersen” der annesi. “O dediğin öyle olmaz, canın yanardı öyle olsaydı.” “Tamam” der, “doktora gidelim anne.” Ama gitmezler. Olayı kapatırlar.
Beşinci sınıfa giden kız, dokuz ay boyunca hamile sanır kendini, her gün ilk iş karnını ölçer.
Büyür kadın, üniversiteyi kazanır mühendis olur ama iş bulamaz. Bunu duyan üniversiteden hocası onu arar ve iş teklif eder. Sevinçten havalara uçar genç kadın. Yetmiş yaşındaki profesörün çalıştığı yere gidip işi kabul eder. Hocası “artık bana bir yemek ısmarlarsın” der. Ismarlamaz mı, ısmarlar tabii. Babasının kredi kartını kapıp Beşiktaş’ta hocasıyla buluşur. Direkt lafa girer hocası, “Benim hakkında ne düşünüyorsun?” Kadın şaşırır ama kötü düşünceleri atar zihninden. Ama hoca devam eder konuşmasına; “ya benime olursun ya da boşuna işe gelme, enayi değilim ben.” Gözyaşlarına boğulur kadın, vücudunun her zerresi titrer. İş bulduğu için annesinin ne kadar sevindiği gelir aklına ve pes etmez, hocanın yanından ayrılır ayrılmaz mesaj atar ona; “ben yarın o işe geliyorum, kolaysa müdüre gelmiyor de!” Her gün işe gider, aylar boyunca o adamla aynı odada hakaretler, küçümsemeler eşliğinde çalışır.
Yıllar geçer, üniversiteden aşkıyla evlenmek ister. Çocuğun ailesi alevi oldukları için başta kabullenmez ama o direnir ve evlenir. İlk birkaç yıl hayal gibi geçer; çok güzel bir kızı ve bir oğlu olur. Ama sonra hayatını aşkı celladına dönüşür. Adam hayallerinin peşinde koşarken kadın evde bütün iş yüküyle savaşır durur. Psikolojik şiddete dayanamaz bir gün, kendine ikinci bir hayat hediye etmeye karar verir ve iki meleğini de alıp çeker gider o evden.
Bu yaşadıklarım cesaret mi, zorunluluk mu bilmiyorum. Hangisinde daha cesur davrandım bilmiyorum. Sizlere bırakıyorum.
...
Psikolojik şiddet uygulayan avukat
Eski sevgilimin bana uyguladığı psikolojik şiddeti nihayet teşhis edip ondan ayrılmamın ardından şiddet görenin yalnızca ben olmadığımı öğrenmiştim ve bu durum başka kadınlar için endişelenmeme yol açmıştı. Bir şeyler yapmam gerekiyordu fakat karşıma alacağım kitle ultra eril, ultra manipülatif ve über hukukçu kişilerden oluştuğu için bir müddet cesaret edemedim. Ama durum korkaklığa sığınamayacağım kadar ciddiydi.
Çoğumuzun bildiği ya da gözlemlediği üzere, hukuk çok bilgi hiyerarşisi üzerine kurulu ve çoookk erkek bir alan. Birilerini aklayabilmek ve "o kişi asla öyle bir şey yapmaz" demek için failin kıdemli ve erkek olması çoğu zaman yeterli oluyor. Üstüne üstlük hukuk alanından kadınların uğradığı tacizlere karşı dahi sessiz kalınırken benim gibi hukukçu olmayan bir kadının ciddiye alınma olasılığı çok düşüktü. Bu da risk altında olan diğer kadınlar için elimden geleni yapmama engel oluyordu maalesef.
Uykusuz ve aşırı üzüntülü haftaların ardından tüm cesaretimi topladım ve failin omzunda bir apolet gibi taşıdığı hukuk derneğine başvuruda bulunup o kişinin ihraç edilmesini talep ettim. Tabii ki ilk etapta dernekteki tüm avukatlar şoke oldu. O nazik adamın böyle bir şiddetin faili olabileceğine aşırı şaşırdılar. Neyse ki bu süreçte bana destek olabilecek tüm kadınlar konuyla ilgilendiler ve aynı faille ilgili kendi hikayelerini anlatarak şikayetimi desteklediler. Ve sonunda dün bana gelen bir telefon ve e-posta sayesinde soruşturma sürecinin başladığını öğrendim. Umut ediyorum ki sürekli üzerinden prim topladığı o güvenilir dernekten ihraç edilir ve kadınlar olarak sağlıklı alanlarımızı korumaya devam ederiz.
Hayatım boyunca sergilediğim pek çok cesaret örneği arasından hiçbiri beni bu derece gururlandırmıyor. Bunu kendim için yapmadım, üstelik konunun biten bir ilişkiyi hazmedemeyen yapışkan eski sevgili yaftası yapıştıracak kişilerin olacağını bile bile. Oldu da, ama umurumda değil. Benim önceliğim kendim değil; hukuk alanında tutunması zaten çok zor olan, sömürü ve manipülasyona çok açık, duygusal şiddeti teşhis etmesi mümkün olmayan ve bu sebeple meslek hayatları boyunca yaşlı hetero erkek meslektaşları tarafından alanları daraltılacak olan genç kadınların hak savunuculuğunu yapmaktı. İyi ki cesaret gösterdim. Çünkü bir şeyler iyiye gitmeye başladı.
Bu arada genelde söylemeyi unuttuğum çok kıymetli bir cümle sana: Emeğine yüreğine sağlık 🍀