top of page
Ara

ree


Ana fikir: İnancımız eylemlerimize, eylemlerimiz çevremizdekilerin hakkımızdaki düşüncelerine, bu düşünceler ise bize yönelik eylemlerine yansır. Yani kendimiz hakkındaki yanlış bir inanç nedeniyle korktuğumuz şeylerin başımıza gelmesine sebep olabiliriz.



KİMSE İÇİN ÖNEMLİ DEĞİLİM


Depresyondaki Aysel, kendisini değersiz görmeye başlar. Kimsenin onu önemsemediğini düşünür. Zihni, olumlu örnekleri eleyerek olumsuz örneklerle dolu bir kokteyl hazırlar ona. Aysel bunu içer ve arkadaşlarıyla buluşmama kararı alır. Arkadaşlarının onsuz da pekala eğlenebildiklerini gören Aysel iyice öfkelenir. Onlardan tamamen uzaklaşır ve içlerinden biriyle karşılaştığında soğuk davranır. Buna anlam veremeyen arkadaşları onu çağırmamaya başlarlar.


Sonuç: Yalnız olduğuna inandığında yalnız değildi ama davranışları nedeniyle yalnız kaldı.



İNSANLARI SIKIYORUM


Metin, çevresindeki insanları önemser, onları düşünür ve onlarla paylaşacak çok şeyi vardır. Ancak insanları sıkacağından dolayı endişelenir. Bu nedenle ne zaman arkadaşlarıyla buluşsa ya sıkılacaklarını düşündüğü için kendini çeker ve sessiz kalır, ya da ufak bir dinleme belirtisi gördüğünde coşkulu bir şekilde her şeyi anlatmaya koyulur, abartı tepkiler verir, içten olmayan şekilde davranır. Arkadaşları bu samimiyetsizliğini sezerler ve rahatsız olurlar.


Sonuç: Sıkıcı olduğuna inandığında sıkıcı değildi ama kendini zorladığı için sıkıcı oldu.


BİR GÜN BENİ TERK EDECEK


Levent, sevgilisi Nihan’ı kaybetmekten korkmaya başlar. Zihnindeki senaryolarda Nihan, daha etkileyici biriyle tanışır veya eski sevgilileriyle görüşmeye başlar ve içindeki aşk yeniden filizlenir. Endişelenen Levent, sevgilisini kısıtlamaya ve boğmaya başlar. Nihan’ın geri tepkilerini, korktuğunun başına gelmesi olarak yorumlayan Levent, iyice kontrolden çıkar, kabalaşır, bambaşka birine dönüşür; Nihan’ın artık tanıyamadığı, tanısa da sevemeyeceği birine.


Sonuç: Terk edileceğine inandığında ilişkisi sağlamdı ama davranışlarıyla ilişkiyi sabote etti.



ZATEN BAŞARISIZIM


Ayşe ilkokulda ebeveynlerinden sık sık beceriksiz ve başarısız olduğunu duyar. Her ne kadar ortalama bir öğrenciden daha az hata yapsa da, bu hataları aptal olmasına yorar. Olumlu sonuçlara odaklanamaz ve beklediğinden daha düşük aldığı her not başarısız olduğuna dair düşüncesini pekiştirir. Bir şeyleri değiştiremeyeceğine inandığı için çalışmayı da bırakır. Hayatı boyunca işinde ve ilişkilerinde potansiyelinin altında kalır.


Sonuç: Başarısız olduğuna inandığında başarısız değildi ama kendi değerinin altında bir hayat yaşadı.


KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANETİN ADIMLARI


1. Önce kendimiz hakkında bir şeye inanırız.

(değersizim, sıkıcıyım, terk edileceğim, başarısızım)


2. Çevremizdeki insanlara bu doğrultuda davranırız.

(uzaklaşırız, gizleniriz, baskı kurarız, düşük profil sergileriz)


3. Çevremizdeki insanların bize yönelik inancı değişir.

(değersiz, sıkıcı, baskıcı, başarısız olduğumuza inanırlar.)


4. Çevremizdeki insanlar, başlangıçtaki inancımıza göre davranırlar.

(değer vermezler, kaçınırlar, terk ederler, hor görürler.)


ree



Beynimiz geleceğe yönelik senaryolar üretmek için evrildi. Ancak evrimimiz tarafından kazandığımız bir diğer özelliğimiz kötümserliğe meyilli olmamız. Çalı kıpırdadığında, arkasında yılan olduğuna inanmamız bizi ölümden korudu, yılan olmadığında ise çok bir şey kaybetmedik.


Ancak modern hayatımızda döngüyü başlatan ve kaderimizi yaratan ilk inanç, genellikle yanlış veya eksik yorumladığımız sinyallerden kaynaklıyor. Aklımızın olması, onu her zaman iyi kullandığımız anlamına gelmiyor. Döngüyü kırmanın başlıca yolu da ilk inanca şüpheyle yaklaşmaktan ve akılcı düşünmekten geçiyor.


AKILCI DÜŞÜNMEYLE İLGİLİ KİTAPLAR


Akılcı düşünmeyle ilgili okuduğum ve şiddetle tavsiye ettiğim kitaplar:


1. Hızlı ve Yavaş Düşünme - Daniel Kahneman

2. Safsatalar Ansiklopedisi - Immanuel Tolstoyevski

3. Akıldışı Ama Öngörülebilir - Dan Ariely

4. Safsatalar - Tevfik Uyar

5. Hatasız Düşünme Sanatı I-II - Rolf Dobelli





















ree


Ana fikir: İlkel mekanizmalarımız nedeniyle bize, grubumuza, toplumumuza faydası dokunduğuna inandığımız kişilerin işlediği kabahatleri görmezden gelmeye, onları savunmaya meyilli olabiliriz. Ama gerek kendimiz, gerekse yaşamak istediğimiz toplum için doğru olanı yapmamız gerekiyor.



Bize, grubumuza, toplumumuza faydası dokunduğuna inandığımız kişilerin işlediği kabahatleri görmezden gelmeye meyilli olabiliriz.


Sevdiğimiz, faydalı bulduğumuz statü sahibi bir kişiyle ilgili olumsuz bir beyan duyduğumuzda içimizde zıplayan ilk duygu “onu savun!” olabilir.


Sıradan bir kişi yapsaydı suçlayacakken, o kişiyi savunmak için dudaklarımızdan tuhaf cümleler dökülebilir:


“O bilim insanı sayesinde neler öğrendik, nedir yani bir öğrencisinin eteğini kaldırıp poposuna şaplak attıysa?”


Böyle düşünürüz, çünkü suçuna rağmen toplamda ondan daha çok faydalandığımıza inanırız. Oysa bu ilkel, çirkin, faydacı bakış açısı bile içinde tutarsızlık barındırır. Zira en ünlülerin, en prestijlilerin, en başarılıların dilediğini yaparak esnettiği ahlaki sınırlar toplamda faydadan çok zarar getirir.


Dahi diye suçlarını görmezden geldiğimiz kişilerin bu davranışları nedeniyle kaç potansiyel dahiyi sistem dışında bırakıyoruz?


2018 yılında yayımlanan Amerika’daki Akademisyen Kadınların Cinsel İstismarı Raporu’nda yer alan bazı başlıklara bir göz atalım:


- Üniversite birincisi kadın, danışmanı tarafından sürekli elle taciz edildiği için okulu bıraktı.


- Saha araştırması yapan kadın araştırmacı, yaşadığı cinsel tacizler nedeniyle araştırmayı yarıda kesti.


- Bölüm profesörü, yeni fikir ve projeleri tartışmak için sadece erkek öğrencilerini çağırdı.


- Akademisyen kadın tecavüze uğradı.


- Bilim kadını, araştırma grubundaki erkek araştırmacının tuvalete kamera koyduğunu öğrendi.


Sadece akademi için değil, her alan için düşünelim:


Ünlü yönetmenlerin tacizleri yüzünden kaç büyük potansiyel aktris yok oldu?


Ferasetli bulduğumuz siyasetçilerin tacizleri nedeniyle kaç kadın siyasetçi kendini geri çekti?


Başarılı okul müdürlerinin tacizleri nedeniyle kaç idealist kadın öğretmen kariyerini bıraktı?


Yayınevi sahiplerinin tacizleri nedeniyle kaç kadın yazar kitap basmaktan vazgeçti?


Geçen sene içerisinde duyduğum bazı savunmalar:


“O yönetmenin filmleri sinema tarihi için dönüm noktası oldu, on üç yaşındaki kıza tecavüz etti diye ondan vazgeçemeyiz.” (Roman Polanski için)


“O sporcu dönemin en iyisiydi, üstelik kızını çok severdi, otel görevlisine tecavüz etmiş olamaz. İhtiyacı yoktu.” (Kobe Bryant için)


“O şair en iyi aşk şiirlerini yazdı. Hizmetçisine tecavüz etmesi sanatçıların yaşadığı duygusal karmaşadan kaynaklanmış olabilir.” (Pablo Neruda için)


Şiddet suçlarına “faydacı bakmak” zaten ahlaki bir çürümüşlük göstergesi sayılabilir. Yine de evrimsel sebeplerden ötürü sahip olduğumuz ilkel düşünce sistemi bu şekilde çalışıyor olabilir.


Yani, sevdiğimiz, faydalı bulduğumuz statü sahibi bir kişiyle ilgili olumsuz bir beyan duyduğumuzda içimizde zıplayan ilk duygu “onu savun!” olabilir.


Ama gerek kendimiz, gerekse yaşamak istediğimiz toplum için, bundan çok daha iyisini yapmamız gerekiyor.


O ilk duyguya teslim olmamalı, adaleti sağlamalıyız.



ree


Ana fikir: Mutluluğun varılan bir yer olduğuna, geçmişimizin mutu olmamızı imkansız kıldığına, mutlu olmak için ne istediğimizi bilmenin şart olduğuna, karşılaştığımız sorunların mutluluk yolunda engel olduğuna inanırız. Peki, gerçekten öyle mi?


1. Mutluluğun “varılan” bir yer olduğuna inanırız.


Bu nedenle kendimize sık sık “ne kadarını tamamladım?” “ne kadar yaklaştım?” “ne kadar kaldı?” “neden olmuş gibi hissetmiyorum?” neden yaklaşmış gibi hissetmiyorum?” diye sorar ve asla tatmin edici bir yanıt bulamayız. Gerçek şu ki, sürekli yaklaştığımız ve sonunda varacağımız tek yer ölümdür. Hayatımız ise bazısı diğerlerinden daha tatmin edici binlerce parçadan oluşan, ancak hiçbir parçanın da tek başına bütünü tamamen temsil etmediği bir yapboz gibidir.


2. Mutlu olmak için ne istediğimizi bilmemiz ve bu isteğimizin peşinden gitmemiz gerektiğine inanırız.


Gerçekte çoğu zaman bizi neyin mutlu edeceğini öngörmede psikolojik olarak yetersiz kalırız. Hayatta kalmayı ve çoğalmayı önceleyen evrimimiz için uzun vadede ne kadar mutlu olduğumuz önemli değil. Çevremiz bize haz vereceğine inandığımız ancak uzun vadede felaketimize dönüşecek tuzaklarla dolu. Statü için, çevre onayı için, üreyebilmek için hayaller kurup, bu hayallere ulaşmak için hedonik bir koşu bandının üzerinde kendimizi hırpalarız.


3. Geçmişimizin bizi tanımladığını düşünürüz. Ve daha da kötüsü; bunun değiştirilmez olduğuna inanırız.


Geçmişimiz binlerce farklı anıdan oluşur ve o anki psikolojik durumumuza uygun anıları hatırlarız. Mutsuz olduğumuzda kendimizi kurban, geçmişimizi ise istediğimiz kişi olmayı engelleyen bir travmalar zinciri olarak görebiliriz. Oysa geçmişimiz, sadece bugünkü sorunların değil, sahip olduğumuz değerli varlıkların da kaynağı. Kendimizi tanımak istiyorsak, bizi biz yapan hayat hikayemizin sadece karanlık taraflarını değil, aydınlık taraflarını da okumalı, algımız değiştikçe hikayenin de değiştiğini anlamalıyız.


4. Sorunların, ulaşmak istediğimiz yere giden yoldaki engeller olduğuna inanırız.


Oysa engeller, yolun kendisidir. Marcus Aurelius’un dediği gibi, yolumuza çıkan, yolumuza dönüşür. Karşılaştığımız sıkıntılar bizi eyleme iter. Bizi konfor alanımızdan çıkarır; farklı düşünmek, farklı davranmak, farklı seçimler yapmak durumunda kalırız. Durağan, monoton, standart hayatımızdan yaşadığımız bu sapma, deneyime ve çarpan etkisiyle bilgiye dönüşür. Engelle karşılaşmadan önceki biz değilizdir artık. Sorun da, bizi biz yapan yolla harmanlanmıştır.


5. İçgüdüsel olarak bütün olumlu duyguların iyi, korku ve acının kötü olduğuna inanırız.


Oluşturmaya, emek vermeye ve sevmeye değer her şey, içinde kaybetme korkusunun, endişenin ve acının da bulunduğu bir kırılganlık paketiyle gelir. Olumsuz duyguları her seferinde caydırıcı olarak görmek, değerli olan bir şey yapmamızı da engeller. Kırılmamak adına kayıtsız kalacağımız eylemlere girişmek ise hayatımızı sıradanlaştırır. Belki daha az acı çeker, daha az endişe duyarız ama daha az anlamlı hissederiz.


6. Çevremizdeki insanları değiştirmemiz gerektiğine inanırız.


Başkalarında sevdiğimiz özellikler genellikle kendimizde de sevdiğimiz özelliklerdir. Başkalarında sevmediğimiz, tuhaf bir öfkeyle karşıladığımız özellikler ise kendimizde saklamaya çalıştığımız özellikler olabilir. Bizim karakterimize eklemlememek için yoğun bir şekilde mücadele ettiğimiz özelliklerin başkaları tarafından bu kadar rahat bir şekilde ifade edilebilir olması, içimizde kıskançlık ve nefret doğurabilir. Karşımızdakini değiştirmek gibi beyhude bir çabaya girişmek yerine, öfkemizin nedenlerini anlamalıyız.


7. İnançlarımızı değiştirmemiz için düşüncelerimizi değiştirmemiz gerektiğine inanırız.


Hayatımızı değiştirmenin kendimiz ve çevremiz hakkındaki inançlarımızı değiştirmekten geçtiğini fark ederiz. Ancak bunun için “düşüncenin” yeterli olduğuna inanırız. Oysa en güçlü inançlarımızı düşünerek değil, deneyimleyerek kazanırız. Dolayısıyla inancımızı değiştirmek istiyorsak, kendimizi farklı düşünmek zorunda kalacağımız deneyimlerin ortasına atmalıyız.


8. En ufak şeyden sorun yarattığımız için mutlu olamayacağımıza inanırız.


“Her şeyde sorun yaratmak” bir kaçınma stratejisi olabilir. Hayatı yaşamaktan korktuğumuz için küçük krizler yaratırız. Asıl olan, bizi kırılgan yapan, anlamlı olan “büyük” sorunlarımızla baş etmekten kaçınmak için odaklanabileceğimiz onlarca küçük sorunumuz olur böylece. Kızdığımızda, üzüldüğümüzde ve öfkelendiğimizde de konu asla bu küçük krizler olmaz. Daha derinlerde; yüzleşemediğimiz o “büyük sorun” için ağıt yakarız.



















30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page