top of page
Ara

ree

Geçtiğimiz gün, bir takipçimden şöyle bir soru aldım:


"Araştırma veya edebi eserlerde, kendimden ya da hayatımdan bir parça görünce mutlu oluyorum, hatta bakışımı ve inançlarımı etkiliyor. Bu genellemelere nasıl yaklaşıyorsunuz? Belli davranışları sergileyen her bireyin içindeki duyguların nedenini açıklamaya çalışırken 'farklı' ihtimalleri göz ardı etmeden sonuçlara varmak zor olmalı. Her açıklayış bir detayı ve istisnayı öldürürmüş gibi geliyor."


Harika bir soruydu. Ben de sık sık araştırma kitapları okuyan ve kendimden bir şeyler bulan bir okuyucu olarak fikrimi belirttim:


“Ortalamalar ve genellemeler, nispeten az veriye sahip olduğumuz durumlarda bize öngörü konusunda rehberlik ederler. Ancak derinlere indikçe her bireyin hikayesi karmaşıklaşır ve farklılaşır. Bu nedenle spesifik bir konuda durumumu çok iyi yansıttığını düşündüğüm psikoloji kitaplarını bile kesin bilgiler olarak değil, konu hakkında geneli ve ortalamayı en iyi açıklayan, ancak herhangi bir bireyi asla tamamen açıklayamayacak rehberler olarak görüyorum.”


Burada karmaşıklaşma hakkında bir örnek vermek istiyorum. Banu, sık sık yorgunluk ve sinir nöbetleri geçiren bir kadın. Durumunu araştırmaya girişince bir neden buluyor: haksızlığa uğrama duygusu.


Çünkü bir hafta önceki buluşma sırasında Banu, arkadaşlarının bayılacağını düşündüğü fikirler ortaya atıyor, ancak arkadaşları fikirlerine kayıtsız kalıyor. Üstüne bir de arkadaşlarının ona haber vermeden ayrı bir buluşma gerçekleştirdiğini öğreniyor.


Haksızlıkla ilgili bir kitap okuduğunda “evet” diyor,” “işte bu benim. Haksızlığa katlanamıyorum. Haksızlığa uğrayınca nefesim kesiliyor."


Kitap sayesinde nedenini de öğreniyor: annesi çocukları arasında haksızlık yapmış ve ablasını daha çok kayırmış.


Banu'ya göre cevap bulundu.


Annesiyle olan ilişkisi elbette nedenlerden biri olabilir.


Ama her şeyi tek bir nedene bağlamak, avucumuza aldığımız suyla okyanusu açıklamaya benzer.


Hayali bir denizaltıyla Banu'nun bilinç okyanusunun derinlerine inip onun henüz farkında olmadığı olaylara bakalım:


eksi birinci kat: Bu tür bir haksızlık sonrası Banu, bununla mücadele edebilir ya da arkadaşlarının kararına razı olabilirdi. Ama o ikisini de yapmadı. Razı olmadı ama mücadele de etmedi. Bu nedenle içten içe arkadaşlarına değil, kendisine yönelik öfke duyuyor.


eksi ikinci kat: Arkadaşlık konusunda kendisini otorite olarak görüyor, eğer tartışmaya girişirse bu imajının sorgulanabilir hale gelebileceğine inanıyor, bunu göze alamıyor.


eksi üçüncü kat: Tepki gösterememesinin nedenlerinden biri de kendisini diğerlerinden üstün gören, büyüklenmeci bir imgesi olması. Karşısındaki insanlara onu ne kadar üzebildiklerini göstermek istemiyor.


eksi dördüncü kat: Bu büyüklenmeci imge sonucu, çevresindeki insanları azarlamak ve onları küçük düşürmek için güçlü bir dürtüsü var. Bu dürtü, onun benliğiyle o kadar uyuşmaz bir dürtü ki, bunu “aşırı canayakınlılıkla” örtüyor.


eksi beşinci kat: Her ne kadar kendisini fedakar olarak görse de aslında diğer insanları kendi faydasına yönelik kullanmaktan zevk alıyor. Arkadaşlarının hep çevresinde olması gerekiyor, onlarla iyi geçinme ve onların suyuna gitme zorunluluğu hissediyor.


eksi altıncı kat: Yalnızlığa yönelik korkusu nedeniyle duyduğu zoraki sevgi ve onay ihtiyacı, diğer insanlara olan bağımlılığını artırıyor, kendini uzlaşmacılık, yatıştırıcılık ve kavgaya girmeme gibi özelliklerle birlikte gösteriyor.


Bunun gibi birçok nedenden ötürü Banu, hissettiği gibi davranamıyor. İçinde beslediği birbirine tamamen zıt duygular nedeniyle hareket edemiyor.


Elbette bu liste de eksik. Böyle bakınca sanki bütün yanıtı bulmaya çalışmamız beyhude bir çabaymış gibi görünüyor.


Ancak yüzeyden ne kadar derine inersek, kendimizi ve çevremizi o kadar iyi anlarız. Bu anlayış sayesinde hayatımızı daha etkin bir şekilde kontrol edebiliriz.


Çok şanslıyız ki, bizi daha derinlere sürükleyecek kitaplar ve makaleler çokça mevcut. Ama onlardan içimizdeki okyanusun her detayını açıklamasını bekleyemeyiz.


Zaten binlerce kat derinlikte canlılar olarak da, asla tek bir yanıtla yetinmemeliyiz.


Alıntılar:


Karen Horney - İçsel Çatışmalarımız


ree


Değersizlik duygusunu yoğun şekilde yaşayan insanların pek azı, hissettikleri bu duygunun çevresindeki insanların hayatlarını nasıl etkilediklerini fark eder.


Oysa içimizdeki değersizlik duygusu genişledikçe, etrafımızdaki insanlara yönelik algımız da bozulmaya başlar.


Engin Geçtan, değersizlik duygusu yaşayan bir insanın, diğer insanları ya kendisinden üstün, ya da aşağı gördüğünü söyler. Yani bir eşitleri yoktur. Kendisine benzeyen insanlar elbette vardır; ama onları kendi zayıflığını hatırlatan aynalar olarak gördüğü için küçümser.


Değersizlik duygusuyla boğuşan kişi, kendisine tanımadığı hakları başkalarına tanımaya meyil eder. Ama sıklıkla yakın çevresi, yani kendisine bağımlı gördüğü eşi, sevgilisi, çocuğu ve arkadaşları bu tutumun dışında kalır. Çünkü onları da kendi değersizliğinin bir uzantısı olarak görür.


“Aslında” der Geçtan “başkalarını küçümseyen insan, kendisini de küçümseyen, dolayısıyla küçümsenmekten korkan kişidir. Bir başkasının onu küçümsemesi, aslında kendisinin de kendisini küçümsemekte olduğu gerçeği ile yüzleşmesine neden olur.”


Diğer taraftan, yücelttikleri insanlara karşı da bilinçdışı bir düşmanlık taşırlar. Çünkü onların varlığı kendilerine yetersizliklerini hatırlatır. Bilinçdışındaki düşmanlık duygusu yoğunlaştıkça, hayranlıkları da artar. Ta ki, hayran oldukları kişinin bariz bir açığını yakalayıncaya dek.


Geçtan, bu durumun toplumumuzdaki yansımasını şöyle vurgular:


“Bir insanı önce yüceltip daha sonra onu devirmeye çalışmak toplumumuz bireylerinde oldukça sık görülen bir olgudur.”


Yani, değersizlik duygusuyla boğuşan bir kişinin hayatında genellikle sadece onun değersizliğini ya da yetersizliğini hatırlatan kişiler vardır.


Kendisine bağlananları küçümser, hayran olduklarının hatalarına karşı ise tetikte bekler.


Böyle bir hayatın sadece o birey için değil, çevresindekiler için de ne kadar zor olduğunu bir düşünün.


Alıntılar:


Engin Geçtan - İnsan Olmak


ree



Karşımızdaki insana, kendisini gerçekleştirme serüveninde nasıl yardımcı olabiliriz?


Carl Rogers, terapistlere, gerek danışanlarıyla, gerekse çevrelerindeki insanlarla faydalı ilişkiler* kurmak için kendi denetleme sorularını geliştirmelerini öğütler.


Rogers da on maddeden oluşan, epey etkileyici bir soru listesi çıkartır:


1. Diğer bir kişi tarafından, derinlerinden duyulan bir hisle, güvenilir, inanılır ya da istikrarlı biri olarak algılanan kişi olabilir miyim?


2. Bir insan olarak kendimi, ne olduğumu tüm netliğiyle anlatabilecek kadar iyi ifade edebilecek miyim?


3. Bu diğer kişiye karşı olumlu tavırlar deneyimlememe izin verebilecek miyim?


4. Bir kişi olarak karşımdaki kişiden ayrı olabilecek kadar güçlü olabilir miyim? Hem karşımdaki kişinin duygu ve ihtiyaçlarına hem de kendiminkilere kararlı bir şekilde saygı duyabilecek miyim?


5. Karşımdaki kişinin de ayrı biri olmasına, kendi içimde izin verecek kadar yetkin miyim? Onun olduğu gibi görünmesine izin verebilir miyim? İster dürüst ister aldatıcı, ister çocuksu ister olgun, ister ümitsiz ister güvenli olsun fark etmez diyebilir miyim? Ona olduğu gibi görünme özgürlüğünü verebilir miyim? Yoksa benim önerilerimi dinlemeli ya da biraz da olsa bana bağımlı kalmalı ya da benim istediğim kalıba girmeli mi diye düşünüyorum?


6. Kendimi bırakıp, karşımdakinin duygu ve kişisel anlam dünyasına tamamen girebilir ve onları onun gözüyle görmeyi becerebilir miyim? Kendi değerlendirme ve yargılama arzularımı tamamen yitirecek kadar eksiksiz bir şekilde onun özel dünyasına adım atabilir miyim? O dünyada serbestçe dolaşırken, o kişinin değer verdiği anlamları kırıp dökmeme hassasiyetini gösterebilir miyim? O dünyayı, sadece açıkça farkında olduğu tecrübelerinin değil, onun için örtük, gölgeli ya da karışık olan tecrübelerinin de anlamlarını yakalayacak kadar hakkıyla algılayabilir miyim? Bu anlayışın sınırsız olmasını sağlayabilir miyim?


7. Onu olduğu gibi alabilir miyim? Bu tavrı ona da iletebilir miyim? Yoksa onu sadece belli koşullarla kabul eder, hislerinin bir kısmına karşı açık olur ve diğer kısımlarına sessizce ya da açıkça karşı mı çıkarım?


8. İlişkide benim davranışlarımın da tehdit olarak algılanmaması konusunda yeterince hassasiyet gösterebilecek miyim?


9. Onu, harici bir değerlendirme tehdidinden kurtarabilir miyim?


10. Diğer bireyi kişi olma sürecinde bir insan olarak karşılayabilecek miyim yoksa onun geçmişi ve kendi geçmişim içinde sıkışıp kalacak mıyım?



Elbette bu maddelerin hepsine evet diyebilmek çok zor. Yine de, bu maddelere baktığımda, kendimi neredeyse kusursuz gördüğüm ilişkilerde bile ne çok eksiğim olduğunu fark ediyorum. Mükemmel bir "yapamadıklarım listesi" olarak hizmet ediyor bana.


Rogers da çok farklı düşünmemiş ki bölümün sonuna şöyle yazmış:


"Eğer ben, kendi içimde, tüm bu sorulara olumlu cevap verebiliyorsam, girdiğim tüm ilişkiler faydalı ve gelişmeyi beraberinde getirecek ilişkiler demektir. Ama bu soruların

çoğuna olumlu cevap veremiyorum. Elimden sadece olumlu cevap verme yolunda çalışmaktan başka bir şey gelmiyor."



Alıntılar:


Carl Rogers, Kişi Olmaya Çalışmak

30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page