top of page
Ara

ree


Karen Horney, “İçsel Çatışmalarımız” adlı eserinde kişiyi nevrotikleştiren “temel çatışmadan” bahseder. Bu temel çatışmanın kaynağı, çocukken yaşadığımız baskı, kayıtsızlık, tutarsızlık, aşağılayıcı ve küçültücü davranışlar, düşmanca ortam, aşırı korumacılık gibi nedenlerle hissettiğimiz düşmanca bir dünyada yalnız ve çaresiz olduğumuza yönelik güçlü inançtır.


Çocuk olarak, içimizdeki çatışmalar başladıktan sonra bunlarla baş etmek için üç ana yola itiliriz: insanlara yaklaşabiliriz, onların aksine gidebiliriz ya da onlardan uzaklaşabiliriz.


İnsanlara yaklaşan çocuk, kendi çaresizliğini ve acizliğini kabul edip, yaşadığı yabancılaşmaya ve korkularına rağmen diğerlerinin desteğini kazanmaya çalışır. Çünkü yalnızca onlarla birlikteyken kendini güvende hisseder. Aile bireyleri arasında bir anlaşmazlık sezerse en güçlü gördüğü kişiye ya da gruba bağlanmaya çalışır. Böylelikle bir yandan kendisini daha az güçsüz ve yalnız hissederken, bir yandan da aidiyet duygusu kazanır.


Hissedilen ana duygu: çaresizlik.


İnsanların aksine giden çocuk, çevresindekilerin kendisine düşmanca yaklaştığına inanır. Bilinçli ya da bilinçdışı bir biçimde her zaman insanlarla savaşmaya, mücadele etmeye hazırdır. Başkalarının kendisine yönelik duygu ve amaçlarına hep şüpheyle yaklaşır. Bu nedenle sürekli karşı çıkar. Yenilmemek için en güçlü olmayı ister, diğerlerini yenmeyi ister. Bu zafer ihtiyacı kısmen kendini korumak, kısmen de insanlardan intikam almak içindir.


Hissedilen ana duygu: düşmanlık


İnsanlardan uzaklaşan çocuğun ne yoğun bir aidiyet ne de mücadele etme isteği vardır. Sadece herkesten ayrı olmak ister. Diğer insanlarla fazla ortak bir şeyi olmadığına ve ne yaparsa yapsın çevresindeki insanların zaten kendisini anlamadıklarına inanır. Kahramanlarıyla, oyunlarıyla, kitaplarıyla kendine ait bir dünyanın düşlerini kurar.


Hissedilen ana duygu: yalnızlık


Horney’e göre çocuk hiçbirini bütün kalbiyle yapmaz. Aslında her üç durum da çocuğun içinde mevcuttur; yani çaresizlik, düşmanlık ve yalnızlık hissi. Sadece bu yönelimlerden biri diğerlerine ağır basar. Yetişkinliğinde de bu yönelime devam eder.


Peki sonradan yaşanılan deneyimlerin hiç mi etkisi yoktur?


Elbette vardır. “Eğer” der Horney, “çocuğun erken dönemlerde maruz kaldığı durum ve koşullar gelişimini çok fazla engellemediyse, sonraki deneyimlerin, özellikle ergenliğin, gelişimi üzerinde biçimlendirici etkisi olabilir.”



Ama eğer erken dönemde yaşadıklarımız bizi katılaştırmışsa, o zaman herhangi yeni bir deneyime izin vermeyiz. Örneğin temel çatışmamız nedeniyle insanlarla aramıza çok fazla mesafe koyuyorsak, bütün yakınlaşma ve değişme şansını da zaten kaybediyoruz demektir.


Unutmamak gerekiyor; bu üç duygu; yani çaresizlik, yalnızlık ve düşmanlık evrenseldir. Bizi nevrotikleştiren, bu üç duygunun aynı anda güçlü bir şekilde var olması ve bizi zıt taraflara çekiştirip hareketsiz kılmasıdır.


En kısa tabirle nevrotik kişi, yaşadığı duygu çatışmaları nedeniyle esneyemeyen kişidir.


Alıntılar:


Karen Horney - İçsel Çatışmalarımız



ree


Stigma: ahlaki anlamda kötü görülen kişilerin bedenlerine kazınmış işaret, leke, damga.


Stigmatizasyon: bir kişiye veya bir gruba karşı itibarsızlaştırıcı, gözden düşürücü, aşağılayıcı, hor görücü bir tavır veya negatif davranış sergileme, olumsuz etiketleme, damgalama.


Destigmatizasyon: bir kişinin, grubun ya da durumun üzerine damgalanmış olumsuz yargıları ortadan kaldırma süreci.




Dijital çağda ayrımcılığa karşı destigmatizasyon içerikleriyle sık sık karşılaşıyoruz.


Örneğin sinema sektöründe kadın yönetmenlere daha fazla yer verilmesi için, güzellik endüstrisinin tektipleştirici değil de daha farklı modellerle çalışması için veya down sendromlu bireylerin toplum tarafından daha fazla kabul görmesi için kampanyalar yapılıyor.


Geçmişten getirdiğimiz önyargılar ve ayrımcılık nedeniyle bozulan dengeleri bu içerikler vasıtasıyla biraz olsun düzeltmeye çalışıyoruz.


Gayet doğal ve biyolojik bir durum olduğu halde hakkında konuşulması dahi ayıp sayılan menstrüasyon için de durum farklı değil.


Birçok birey, grup, hatta kurum bu lanetlemenin ortadan kalkması için farkındalık yaratmaya çalışıyor.


Aralarında en hoşuma gidenlerden biri, menstrüasyonun doğallığı hakkında yapılan bir tasarım yarışmasıydı.


İki sene önce McKinsey’in sponsorluğunda düzenlenen ve sloganı “End the stigma. Period.” olan yarışmanın amacı menstrüasyon ile ilgili sosyal “lanetlemelere” gönderme yapan hizmet, ürün veya kampanyalar tasarlamaktı.


Katılımcılar, “babalar için menstrüasyon akademisi” veya “kız çocukları için menstrüasyon kart oyunları" gibi yaratıcı ürün ve hizmetler geliştirdiler. Ancak birinciliği tuvalet kağıdı şeklinde oluşturulmuş yumuşak pedlerden oluşan “Pad Paper” kazandı.


Pedlerin, tuvalet kağıtları gibi doğal ve biyolojik bir ihtiyacı karşıladıkları halde çoğu ülkede lüks tüketim vergisine konu olmasına odaklanan ürünün açıklaması şöyleydi:


“Menstrüasyon doğal bir süreçtir. Diğer tuvaletlere gitme nedenleri kadar doğal. Ancak tuvalet kağıdı temel bir ihtiyaç olarak görülürken pedler dünyanın her yerinde mücevher ve şarap gibi lüks tüketim vergisine konu oluyor.


Kanamak bir lüks değildir.


Menstrüasyonu da diğer tuvalet ziyaretleri kadar normalleştirmek için size Pad Paper’ı sunuyoruz."


Bu bireysel ve grupsal kampanyalar ve içerikler kaçınılmaz olarak beraberinde tartışmaları da getiriyor. Tartışmak, gündemde kalabilmek önemli. Ancak sadece gündemdeyken değil, normal zamanlarda da konuşmalıyız.


Geçen gün Ceyda Düvenci'nin paylaşımı sonrasında alevlenen tartışmalara istinaden Evrim Ağacı'nın yayımladığı güzel mesajı burada paylaşmak istiyorum:


"İşte bu kavgalar tekrar tekrar verilmesin diye, gündem *olmayan* zamanlarda da seksten, reglden, penisten, vajinadan, vs. bahsediyoruz. Baş ettiğimiz her türlü zorbalığa rağmen, doğal/normal olanı normalleştirmek için."


Alıntılar:


McKinsey & Company: How McKinsey Design is helping destigmatize menstruation

Evrim Ağacı: 20.01.2021 tarihli tweeti


ree


Konuşmacı olduğum toplantılara katılmak kısa süreli ölüm gibi gelir bana. Ne yazık ki ara sıra işim gereği midemdeki kramp arkadaşlarla birlikte buna cüret eder, tanımadığım insanlara sosyal medya sunumları yaparım. Toplantı bittikten sonra “gezegenimize ilk defa inip insanlarla konuşmak zorunda kaldınız sanırım” gibi şeyler duymak yerine her şeyi rahatça anlattığım için tebrik edilirken her defasında bir mucize gerçekleşmiş ve insanlar başka bir şey izlemiş gibi şaşırırım.


Duygularımızı içimizde yaşadığımız gibi dışarıya yansıttığımıza yönelik inancımıza şeffaflık yanılsaması deniyor ve çoğu zaman ilişkilerimizi mahvediyor.


Başkalarının bizi nasıl gördüğüyle, bizim dışarıya nasıl göründüğümüze yönelik inancımız arasındaki fark iki hatalı varsayımdan kaynaklanıyor:


1. Başkaları beni olduğum gibi, objektif olarak görüyor.


2. Başkaları beni benim kendimi gördüğüm gibi görüyor.


Bu iki hatalı varsayım nedeniyle, kendimizi açıkça ifade etmediğimiz halde karşımızdaki insanların bizleri rahatlıkla anlamaları gerektiğine inanıyor ve ilişkilerimizi içinden çıkması güç kaoslara sürüklüyoruz.


Oysa çoğu zaman duygularımızı öyle hissettiğimiz gibi dışarıya yansıtmıyoruz. Elbette şaşkınlık, nefret, öfke gibi aşırı duygularımız dışarıdan rahatlıkla anlaşılıyor. Ancak genelde hayatımızı daha belirsiz ve karmaşık duygularla yaşıyoruz.


Biraz sinirliyken, biraz endişeliyken ya da azıcık heyecanlıyken dışarıdan pek de farklı görünmediğimizi unutmamamız gerektiğini yazan sosyal psikolog Heidi Grant, "az önce söylediğin sözler beni incitti" bakışımızın "bu sözlerin beni hiç incitmedi" bakışımızdan pek de farklı algılanamayabileceğini hatırlatıyor bize.


Duygularımızın yoğunluğu nedeniyle niyetimizi açıkça belli ettiğimizi veya ne demek istediğimizi kesinlikle gösterdiğimizi düşündüğümüz zamanların çoğunda aslında niyetimiz de, ne demek istediğimiz de anlaşılmıyor.


Açıkça ifade edemediğimiz her duygu testlerdeki boşluk bırakılan sorulara benziyor; karşımızdaki insan onu kendince yorumlayarak dolduruyor.


Ve her ne kadar sunumlarda ve flörtün ilk günlerinde işe yarasa da, boşluk doldurmak genellikle aleyhimize işliyor.


Alıntılar:


Heidi Grant Halvorson - Kimse seni anlamıyor




30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page