top of page
Ara

ree


Kötü İhtimaller Bariyerleri


Tecavüz mağdurlarının önlerinde onları anlatmalarından alıkoyan bazı psikolojik bariyerler var; bunlara “Kötü İhtimaller Bariyerleri” diyelim ve şöyle sıralayalım:


- şiddetin tekrarlanma ihtimali

- tecavüzü ispatlayamama ihtimali

- yalancılıkla suçlanma ihtimali

- toplum tarafından dışlanma ihtimali

- suçlu ve yakınları tarafından tehdit edilme ihtimali

- kendi ailesi, eşi, sevgilisi tarafından yeterince karşı koymadığı için suçlanma ihtimali

- herkes tarafından bilineceği için yaşanılan travmanın sürekli tekrarlanma ihtimali



Kim bildiriyor ki?


Ancak devam etmeden önce çok basit ama önemsenmeyen bir gerçeği hatırlamamız gerekiyor: sadece tecavüz değil, çoğu suç polise bildirilmiyor. Özellike suç, tanıdığımız biri tarafından işlenmişse ve tekrarlanma ihtimali varsa.


Örneğin Amerika’da her on ev soygununun sadece altısı polise bildiriliyor. Tecavüz ise ispatı daha zor, yalancılıkla suçlanması kolay, olumsuz psikolojik etkileri aşırı ve mahkemede travması tekrar tekrar yaşanması daha olağan bir durum.


Üstelik bu suç çoğu zaman bir tanıdık tarafından işleniyor.



Her bin cinsel saldırı vakasının beşinde suçlu hapse giriyor.


RAINN verilerine göre, Amerika’da her 1000 cinsel saldırının 230’unda mağdur polise başvuruyor.


Bunların 46’sında fail tutuklanırken, sadece 9’u savcılık tarafından kovuşturmaya değer bulunuyor ve 5’i suçlu bulunup, hapse gönderiliyor.


Yani her 1000 cinsel saldırı vakasının 995’inde fail kurtuluyor.


Bu tecavüz kurtarma sistemine de “Tecavüzcüyü Aklama Hunisi” diyelim.


Not: Washington Post’un verilerine göre bu oran binde beş değil, binde yedi.



Tecavüzcüyü aklama hunisi



ree

Büyük dengesizlik


Elimizde olanlara bakalım:


Bir tarafta suçluyu aklamaya meyilli bir sistem.


Diğer tarafta polise bildirildiğinde ve olay duyurulduğunda karşı karşıya kalınacak ağır problemler silsilesi.



ree


Mağdurlardan kahramanlık beklemek


Bütün psikolojik faktörleri; mağdurun travmasını, içten içe yaşadığı suçluluk duygusunu, bir daha aynı kişi olamayacağının o ağır bilgisini, kırılganlığını, tiksintisini, yaşadığı kısmi felci bir kenara bıraksak bile, sadece bu dengesizlik bile, sistemin nasıl “konuşanı cezalandırmak” üzerine inşa edildiğini açıklamaya yetiyor.


Eğer tecavüz vakalarının daha sık ve o an polise bildirilmesini istiyorsak, mağdurlardan kahraman olmalarını beklemek yerine, hakkını aramanın kahramanlık gerektirmeyeceği bir sistem ve toplum yaratmaya katkıda bulunmamız gerekiyor.



Alıntılar:


RAINN - The Criminal Justice System Statistics

Bureu of Justice Statistics - 42 Percent Violent Victimizaton Reported in 2016

BBC- Why most rape victims never acknowledge what happened





ree


Anksiyete konusunda uzman profesör Tracy Tiwary soruyor, aşağıdaki cümleyi nasıl tamamlarsınız?


Anksiyetemi fark ettiğimde, -endişeli düşünceler, hızlı kalp çarpıntısı, mide krampları- bir sonraki düşüncem şu olur:


a) Bu duyguları bastırıp sakinleşmeliyim çünkü bütün bunlar kontrolümü kaybedeceğimin sinyalleri.


b) Zihnim ve bedenim bir meydan okumayla başa çıkmaya hazırlanıyor.


Çoğumuz o an “a şıkkını” seçeriz, ancak doğru yanıt b’dir.


Seçtiğimiz yanıtın üzerimizde güçlü tesiri olur:


2013 yılında Harvard’da yapılan bir deneyde, araştırmacılar toplum içinde konuşma yapacakları ve matematik testine girecekleri için anksiyete yaşayan kişileri iki gruba ayırdılar.


Birinci gruptakilere, anksiyetenin evrimimiz için çok önemli olduğunu, bedenin, tehlikelerle karşılaşan atalarımıza fazladan güç verebilmek için oksijen sağladığını, kalp atışlarının hızlanmasının ve midedeki krampların nedeninin ise bu mücadeleye hazırlık olduğunu söylediler ve anksiyetelerini bu şekilde düşünmelerini istediler.


Daha sonra stres testi uyguladıklarında, anksiyeteyi yeniden tanımlayan gruptakilerin diğer gruba göre daha az stres yaşadığını bulguladılar.


Anksiyeteyi ne kadar yoğun yaşarsak yaşayalım, durumumuzu açıklayan farklı bir hikaye bedenimizin dışavurumunu dahi değiştirebiliyor.


Anksiyete, kontrolümüzü güçleştiren ve olumsuz düşüncelerle bize işkence eden bir lanet olarak değil, tehlike anlarında daha güçlü odaklanmamızı sağlayan bir araç olarak evrildi ve bu şekilde milyonlarca yıl işe yaradı.


Bizim modern sorunumuz, fiziksel tehditlere karşı sadece birkaç dakika sürmesi gereken bu odaklanma durumunun, hissettiğimiz soyut, sınırları belirsiz, tanımlanması zor psikolojik tehditler nedeniyle günler, haftalar hatta aylar sürüp, bedenimizi tarumar etmesinden kaynaklanıyor.


Dolayısıyla anksiyetenin kendisine odaklanmak yerine, onu bir araç olarak görüp, anksiyeteye neden olan durumlara odaklanmamız ve onları incelememiz gerekiyor. Beynimiz neden bu durumları varoluşsal bir tehdit olarak görüyor?


Beceriksizce yapılacak bir konuşmayı, testten alınacak kötü bir sonucu, ertelediğimiz o tartışmayı atalarımızın bir kaplanla karşılaşınca hissettiği duygularla deneyimlememizin nedeni ne?


İşte bütün bunlar Homo sapiens sapiensi, yani farkındalığının farkında olan insanı eşsiz, psikoloji bilimini de ilginç ve eğlenceli kılıyor.


Alıntılar:


Tracy Tiwary - We Don't Have to Be Anxious About Anxiety



ree


Bir kış günü sabaha kadar yağan kar, dört bir yanı kaplar. Nasreddin Hoca erkenden kalkıp kapı dışarı çıkınca, bir de bakar ki kar dam boyu olmuş. Dam çöker endişesiyle telaşlanır. Kar küreğini alıp bir an önce karı temizlemek için kürümeye başlar. O anda dengesini kaybedip damdan aşağıya düşer. Nasreddin Hoca´nın sesine toplanan konu komşu, hısım akraba, ‘aman nasıl olmuş, ayağı mı kolu mu kırılmış, doktora götürelim, kırıkçı çağıralım´ derken Nasreddin Hoca: “Ben doktor falan istemem bana damdan düşen birini getirin” der.


Psikologlar, genellikle kendileri damdan düşmedikleri halde, aldıkları eğitimle bu düşmeyi açıklamaya çabalarlar.


Doğan Cüceloğlu da, bir yazısında, televizyonda kendisini dinleyen eşine iğneleyici şekilde “Bu adam boşanmış biri; ailede iletişim konusunu o kadar biliyordu, peki neden kendi evliliğini kurtaramadı?” diye soran adamı anlatır.


Önemli bir gözlem ve yerinde bir soru olduğunu kabul eden Cüceloğlu yanıtlar:


“Ben evliliğimi devam ettiremedim ve ailem parçalandı; çünkü ben ‘bilen insan’ idim. Ailem parçalandıktan ve çocuklarımdan dört yıl ayrı kaldıktan sonra ‘bilen insan’ olmanın ne kadar yetersiz ve tehlikeli oluğunun nihayet farkına vardım. Ve uzun süren bir şaşkınlık ve arayıştan sonra yavaş yavaş ‘öğrenen insan’ olmaya başladım.



Yıllar boyunca iletişim hakkında okuduktan, yazdıktan ve öğrettikten sonra, bir başka yazısında kendi öfkesini çok geç anladığı itirafında bulunur Cüceloğlu:


“Babam öfkelendiği zaman öfkesinin farkına varma, o öfkenin öyküsünü anlama ve ondan sonra düşünerek davranışını seçme gibi bir huyu yoktu. Ben kendim şimdi 77 yaşındayım ve kendimi anlamak için öfkemi anlamam gerektiğini artık anlamış bulunuyorum. Ama çok güzel insanlara azap çektirdim ve azap çektirdiğimin farkına bile varmadım. Acaba, ‘Öfkesinin farkına varan, anlayan ve ondan sorumluluk alarak yöneten bir aile ortamında yetişseydim,’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum.”


‘Terzi kendi söktüğünü dikemez’ deyimini doğrularcasına, ülkenin yetişen en büyük iletişim duayeni bile, dışarıdan baktığında anında kavrayabileceği bir durumu burnunun dibindeyken fark edemeyebilir. Fark etse de, herkese sunacağı reçeteleri kendisi uygulayamayabilir.


Yani damdan düşse bile, düştüğünü anlayamayabilir.


Çünkü Richard Feynman’ın deyimiyle, kandırması en kolay kişi kendimiziz.


Kendimizi haklı çıkarmak adına bir avukat gibi çalışan bir beyine ve içsel savunma mekanizmalarına sahibiz.


Bu nedenle, Cüceloğlu bir görev verir hepimize:


İçimizde, nesilden nesile aktarılmış “ben sorumlu değilim, onlar beni böyle hissettiriyor” anlayışını fark edip, duygularımızın sorumluluklarını almak.


İletişime dair bütün sorunlarımızı çözmese bile, hiç değilse çözebilecek alanı, zamanı, empatiyi; en önemlisi ise, belki de bildiklerimizi uygulayabilme ve kendimizi daha iyi öğrenme alışkanlığını kazandırabilir bize.



Alıntılar:


Doğan Cüceloğlu: Damdan Düşen Psikolog

Doğan Cüceloğlu: Babama Sordum, “baba, Neden On Bir Çocuk?”


30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page