top of page
Ara

ree

Kurtlarla Koşan Kadınlar, kadınlığın Jungçu bakış açısıyla yazılmış sosyopsikolojik tarihçesi sayılabileceği gibi, bence yaratıcılık konusunda yazılmış en büyük eserdir. Yeter ki sabırla, dikkatlice, özenilerek okunsun. Yeter ki her ciddi dönemeçte, saplanılan her yetersizlik bataklığında, her içe batışta ve elbette her yeni doğuşta yeniden, yeni gözlerle okunsun.


İyi okumalar.


1. Benliğe açılan kapılar


Hemen söyleyeyim, vahşi benliğin dünyasına açılan kapılar az, ama değerlidir. Derin bir yara iziniz varsa, o bir kapıdır; eski, çok eski bir öykünüz varsa, o da bir kapıdır. Gökyüzünü ve suyu tahammül edemeyecek kadar çok seviyorsanız, o bir kapıdır. Daha derin bir hayatı, eksiksiz bir hayatı, makul bir hayatı özlüyorsanız, o da bir kapıdır.



2. Ölü kadınlar kültürü isteyenler


Yaratıcı hayatın ana damarı, özü, beyin kökü oyundur, terbiye değil. Oynama itkisi bir içgüdüdür. Oyun yoksa, yaratıcı hayat da yoktur. Uslu olunursa, yaratıcı hayat olmaz. Sessizce oturulursa, yaratıcı hayat olmaz. Sadece ağırbaşlı bir şekilde konuşulur, düşünülür, davranılırsa, çok az yaratıcı özsuyu çıkar. Kadınların garip olanı aşağılamasını; yeni ve olağandışı olandan kuşku duymasını; ateşli, coşkulu, yenilikçi olandan kaçınmasını; kişisel olanı kişisellikten arındırmasını yüreklendiren herhangi bir grup, toplum, kurum ya da örgüt, bir ölü kadınlar kültürü istemektedir.


3. Bu kültürü reddedebilmek


Kadınların psişelerinde ve bedenlerinde bir yara varsa, kültürün kendisinde ve hatta doğanın kendisinde buna uygun düşen bir yara vardır. Gerçek bir bütüncül psikolojide, bütün dünyalar ayrı ayrı değil, karşılıklı bağımlı varlıklar olarak anlaşılır. Kültürümüzde kadının doğal bedeninin yontulmasına dair bir sorun varken, çevremizdeki doğanın yontulmasına ve yine kültürün günün modasına uygun parçalara yontulmasına dair buna denk düşen bir sorunun bulunması şaşırtıcı değildir. Bir kadın, kültürün ve yeryüzünün parçalanmasını bir gecede durduramayabilir, ama kendi bedenine bunu yapmayı bırakabilir.


4. Nezaketiniz nezaket olmayabilir.


Pek çok kadın, “Kibar ol-Nazik ol” kompleksinden kurtulma çabasındadır. Bu kompleksi yaşayan kadınlar, kendilerini nasıl hissettiklerine bakmadan, kimin saldırdığına bakmadan, neredeyse bunları daha da şımartacak bir şirinlikte tepki verirler. Gündüz uysalca gülümseyebilirler, ama gece olunca canavarlar gibi dişlerini gıcırdatırlar -psişelerindeki Baba Yaga kendini dışavurmak için mücadele etmektedir. Kadınlardaki bu fazla-nazik, fazla uyumlu tavırlar genellikle dışlanmaktan ya da “gereksiz” bulunmaktan duydukları umutsuzca korkudan kaynaklanır.


5. Utangaçlığınız utangaçlık olmayabilir.


Bir kadının, hayatının bir noktasında ya da bütün hayatı boyunca çirkin ördek yavrusu mevkiinde zaman geçirip geçirmediğinin belki de en iyi ya da en güvenilir ölçütü, içten bir komplimanı sindirememesidir. Bu bir alçakgönüllülük meselesi olabilir ya da utangaçlığa verilebilir-çok fazla ciddi yaralar özensizce “utangaçlıktan başka bir şey değil” diye kayıtlardan çıkarılmıştır-, ama çoğu zaman bir komplimanın kekelemeye neden olmasının nedeni, kadının zihninde otomatik ve hoş olmayan bir diyaloğu başlatmasıdır.


6. Soğukluğunuz, soğukluk olmayabilir.


Kadınlar, dışlanmayla başka vesilelerle de karşı karşıya gelirler. Gölcüğün buzlarında donan ördek yavrusu gibi, onlar da donup kalırlar. Donup kalmak bir kişinin yapabileceği en kötü şeydir. Soğukluk, yaratıcılığa, ilişkiye ve bizzat hayata verilen ölüm öpücüğüdür. Bazı kadınlar soğuk olmak sanki bir başarıymış gibi davranırlar. Oysa bu bir başarı değildir. Bu, savunmaya yönelik bir öfke eylemidir.


7. Harekete geçmek için doğru insanlarla çevrili olmalısınız.


Eğer değer verdiğiniz bir şey yapmaya çalışıyorsanız, çalışmalarınızı kuşku duymadan destekleyen insanlarla çevrili olmanız çok önemlidir. Aynı zedelenmelere sahip olan, ama bunları iyileştirmek için gerçek bir arzu duymayan sözde arkadaşlara sahip olmak, hem bir tuzak hem de bir zehirdir.


Bu türden arkadaşlar sizi aşırı öfkeli, doğal döngülerinizin dışında, ruhsal gereksinimlerinizle uyumsuz bir şekilde davranmaya yüreklendirirler.


8. ... ve asla o sırrı tek başınıza taşımayın.


Gördüklerinizi görün. Bunu birine söyleyin. Asla geç değildir. Yüksek sesle söyleyemeyeceğinizi hissediyorsanız, yazıya dökün. İçgüdüsel olarak güvenilir olduğuna inandığınız bir kişiyi seçin. Açılmasından kaygılandığınız solucan kutusunun içeride irin toplayacağına dışarıda durması daha iyidir. Tercih ederseniz, sırlarla nasıl başa çıkılacağını bilen bir terapist arayın. Bu merhametli biri olmalıdır; doğru ya da yanlış konusunda güm güm öten kendine özgü bir davulu olmayan biri, suçluluk ile pişmanlık arasındaki farkı bilen ve yas tutma ile ruhun yeniden dirilişinin doğası konusunda bilgi sahibi olan biri.



Alıntılar:

Clarissa Pinkola Estes - Kurtlarla Koşan Kadınlar


ree


O tuhaf anket


1985 yılının temmuz ayında bir gazetede psikoloji tarihi açısından çığır yaratacak olan, tuhaf bir anket yayımlandı. Denver Üniversitesi psikologlarından Cindy Hazan ve Philip Shaver tarafından hazırlanan bu anket sadece tek soru ve üç şıktan ibaretti:


Soru: İlişkinizde gösterdiğiniz duygu ve tavırları en iyi ifade eden şık hangisidir?


A) Başkalarıyla yakınlık kurmak bana kolay gelir; bağlanmaktan ve bağlanılmaktan rahatsızlık duymam. Terk edilmekten veya birinin bana yakınlaşmasından endişelenmem.


B) Partnerlerimin benim istediğim kadar yakın olmayı tercih etmediğini düşünürüm. Sık sık partnerimin beni gerçekten sevip sevmediği veya benimle olmak isteyip istemediği konusunda endişelenirim. Partnerimle tam olarak bütünleşmek isterim ve bazen bu onları korkutur.


C) Başkalarıyla yakın olmaktan rahatsızlık duyarım. Onlara tamamen güvenebilmek, bağlı kalabilmek benim için zordur. Birisi çok yakınlaşırsa rahatsız olmaya başlarım. Partnerlerim sıklıkla kendimi rahat hissettiğimden daha yakın davranmamı isterler.


Bu şıklardan her biri bir bağlanma stiline işaret ediyordu. A şıkkı “güvenli bağlanma stiline”, B şıkkı “kaygılı bağlanma stiline,” C şıkkı ise “kaçıngan bağlanma stiline.”


Bu anketin ardından psikologlar, yetişkinlerde bağlanma stiline yönelik daha kapsamlı psikolojik testler uygulamaya başladılar ve insanların yarısından biraz fazlasının güvenli bağlanma stiline, yüzde yirmi beşinin kaçıngan, yüzde yirmisinin kaygılı, kalan yüzde üç - beş arasının ise karmaşık statüsüne girdiğini bulguladılar.


Tamam, peki bu neyi değiştiriyor?





Kadim soru: bilmek neyi değiştirir?


Konu hakkında kitap yazmış araştırmacılar Amir Levine ve Rachel Heller’in dediği gibi bu teorinin ana mesajı, romantik ilişkilerde önceden belirlenmiş bir şekilde davranmaya programlı olduğumuzdur.


Örneğin kaçıngan bağlanma stiline sahipsek, sevgi isteğimiz bağımsızlık isteğimizle çelişebilir ve ilişki ciddileşmeye başladığında farkında olmadan sabote edebiliriz. En kritik anlarda en basit kelimeler ağzımızdan çıkmayabilir, kol mesafesindeki sevgilimize dokunamayabiliriz. İrade konusuna takıntılı olmamıza rağmen kendi bedenimize hakim olamadığınız gerçeği bize katlanması zor bir mucize gibi gelebilir.


Veya kaygılı bağlanma stiline sahipsek, sakinken aldığımız bütün o kararların, verdiğimiz sözlerin paniğe kapıldığımızda nasıl işe yaramadığını şaşkınlıkla fark edebiliriz. Partnerimizin her farklı davranışını ilişkimizin kötü gittiğine dair bir belirti, her mesafe isteğini sevilmediğimize dair bir kanıt olarak sayarken, sevdiğimiz insan bizi tamamen rahatlatmadıkça kabuslar aleminde gezinmeye devam ederiz. O farkındalık aplikasyonları da bir işe yaramaz. Serpiştirdiğimiz yüzlerce dur ihtarına rağmen yine de kendimizi durduramayız ve o sevimsiz cümleyi söyler ya da partnerimizin bizim “takıntılı” olduğumuza kesin olarak inanacağı o mesajı atarız.


Bağlanma stilimizi öğrendiğimizde, bizi sorunlu hissettiren bütün bu durumların içimizdeki daha derin bir yapıdan kaynaklandığını ve bunun evrensel olduğunu fark ederiz. Bu sayede kendimize -bilimin de ışığıyla- dışarıdan bakabilir, sevginin, güvenin, ilginin, bağımsızlığın, mesafenin bizim için ne anlama geldiğini, bir ilişkide neleri öncelediğimizi idrak edebiliriz.


Ama en büyük değişimi, partnerimizin de bir bağlanma stilinin olduğunu kavradığımızda gerçekleştiririz. İlgi isteklerinin bizi ele geçirmek için kullandıkları bir mazeret değil güvence arayışı; mesafe taleplerinin bizi uzaklaştırmak için bir bahane değil kendince sevebilmeleri için ihtiyaç duydukları alan olduğunu fark etmek, elbette ilişkimizi sağlamlaştırır.





Bir ilişkiyi etkileyen birçok faktör bulunuyor. Bağlanma stilimiz bunlardan sadece biri. Ancak bağlanma stilini bu kadar dikkate değer yapan, evrenselliği ve fark edilince yarattığı kendilik bilgisi.


Dolayısıyla kendimizle ilgili her yeni bilgide olduğu gibi, bu bilgiyi de “benim bağlanma biçimim buymuş ne yapayım?” diye üzerimizden sorumluluk atmak için değil, “demek bağlanma stilim buymuş, o zaman bazı önlemler alabilir ve durumumu daha iyi ifade edebilirim” diyerek sorumluluk üstlenmek için kullanmak hem bireysel, hem de toplumsal yaşantımız için daha faydalı ve doğru olur.


Alıntılar:


The School of Life - Relationships

Amir Levine, Rachel Heller - Bağlanma




ree


Stres mi anksiyete mi?


Gündelik hayatımızda stres ve anksiyete terimlerini sık sık aynı anlamda kullanırız. Oysa aralarındaki farkı anlamamız, nasıl mücadele etmeye çalışmamız gerektiği konusunda yardımcı olabilir.


Amerikan Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü (NIMH) de haftalık email bülteninde stres ve anksiyetinin benzerliklerini ve farklılıklarını anlatan bir broşür paylaştı.


Öncelikle, semptomlar aynı; uykusuzluk, huzursuzluk, odaklanma zorluğu, yorgunluk, kas gerginliği, yüksek tansiyon ve sinirlilik. En önemli farkları ise nereden kaynaklandıkları.




Stres nedir?


Hayatımız stresli olabilir; okuldaki performansımız, pandemi, kavgalar veya Fenerbahçe maçları gibi nedenlerden ötürü stres yaşayabiliriz. Yani stres faktörleri her yerdedir. Hayatı stressiz atlatmak imkansızdır.


Peki uzmanlar stresi nasıl tanımlıyor? Genellikle bir dış faktöre verdiğimiz fiziksel veya zihinsel karşılık, tepki. Ağırlığı önemli değil; bu basit bir ödev de olabilir amansız bir hastalık da. Bizi strese sokan faktör bir kereliğine de yaşanabilir, kısa veya uzun zaman aralıklarıyla tekrarlayan döngüler halinde de.


Stres faktörü sona erince stres de sona erer.




Anksiyete (kaygı) nedir?


Anksiyetede ise ortada bir stres faktörü olmadığı halde ısrarlı, sabit bir endişe bulunur. Dolayısıyla dışsal değil içsel faktörden söz edebiliriz.


Sevimsiz bir misafir gibi bir yandan enerjimizi emerken bir yandan da bu misafirliğin ne kadar süreceğini bilememekten kaynaklanan belirsizlik nedeniyle acı çekeriz.


Bağışıklık, sindirim ve üreme sistemlerimizde problemler yaşayabiliriz. Anksiyeteden kurtulamamak, kaygı bozukluğu ve depresyon gibi zihinsel rahatsızlıklar geçirme ihtimalimizi de yükseltir.




Stres ve anksiyete arasındaki önemli farklar


Stres:


- Sınava girmeden önce veya bir arkadaşımızla kavga ettikten sonra olduğu gibi, genellikle dış kaynaklıdır.

- Durum çözüldüğünde stresten de kurtuluruz.

- Bizi olumlu veya olumsuz etkileyebilir. Örneğin bir işe odaklanmamızı ve zamanında bitirmemizi sağlayabilir.


Anksiyete:


- Genellikle iç kaynaklıdır; strese verdiğimiz tepki denilebilir.

- Genellikle kolay kolay geçmeyen ve yaşam stilimize etki eden kalıcı endişe veya korku duygusunu içerir.

- Sabittir; ortada bir tehdit olmasa bile var olabilir.




Stres ve anksiyeteyle baş edebilmek için ne yapmalı?


Elbette herkesin yaşadığı stres ve anksiyete deneyimleri farklılık taşır. Ancak Amerikan Ulusal Zihin Enstitüsü’nün haftalık bülteninde verdiği genel tavsiyeler şunlar:


- Günlük tutun.

- Rahatlama veya farkındalık egzersizleri gibi hizmetler sağlayan uygulamalar indirin.

- Egzersiz ve sağlıklı diyet yapın.

- Fazla kafein almayın. Yeterli uyku aldığınızdan emin olun.

- Olumsuz ve durumunuza yardımcı olmayan düşüncelerinizi belirleyin ve onlara karşı daha dirençli olun.

- Başa çıkmanızda size yardım edebilecek sevdiklerinize ve aile bireylerine ulaşın.




Ne zaman profesyonel yardım almalı?


Stresimizin nedenlerini, nasıl tetiklendiğimizi, hangi başa çıkma tekniğinin bizim için işe yaradığını öğrenmek anksiyetemizi azaltır, günlük hayatımızı daha yaşanabilir kılar.


Ancak bütün bunlara rağmen stres ve anksiyete bizi sıkıştırmaya, yaşantımızı bariz bir şekilde olumsuz etkilemeye devam ediyorsa, belki bir profesyonelle konuşmamızın vakti gelmiştir.



Alıntılar:


National Institute of Mental Health Weekly Digest Bulletin - I’m So Stressed Out! Fact Sheet




30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page