top of page
Ara

ree

Ana fikir: Kişiliğimiz esneyebilir, ancak bu esnemeyi kendi irademizle kontrol edebilmemiz zordur. Çevremizi ve alışkanlıklarımızı değiştirerek kişiliğimizin adaptifliğinden faydalanmayı umut edebiliriz.





Kişiliğimizi, doğumumuzdan bugüne sürekliliği olan, değişmez bir bütün olarak görürüz. Her an onunla yaşadığımız için nasıl değiştiğini kolay kolay fark etmeyiz.


Oysa bir görüşe göre, yaş aldıkça daha kontrollü, daha farkında, daha sorumluluk sahibi, daha makul oluruz.


Bir başka görüşe göre bizi değiştiren sosyal rollerimizdir; eş olmak, ebeveyn olmak, çalışan olmak, lider olmak, aktivist olmak gibi sosyal roller kişiliğimizde değişimlere yol açabilir.


Kişiliğimiz adaptiftir, yani çevreye ve duruma göre


esneyebilir.


Örneğin iş yaşantısıyla ilgili yapılan araştırmalarda, daha bağımsız olan ve insiyatif alan çalışanların, bu süreçte daha olumlu kişilik değişimleri geçirdikleri bulgulandı.


Geleceğini belirsiz hisseden ve sadece kuralların uygulandığı işlerde çalışanların ise olumsuz (nevrotik) özellikleri artabiliyor.


Yani kişiliğimizin değişebildiği kesin, asıl merak ettiğimiz, onu kendi irademizle değiştirip değiştiremeyeceğimiz.


Bu konu hakkında her yıl binlerce kitap çıksa da, güvenilir araştırma sayısı az ve kimse kesin bir şey söylemiyor.


Ancak şu kesin: Kişiliğimizi değiştirmek istiyorsak, buna uygun çevreyle sarmalanmamız şart.


Yani çevremizi istediğimiz değişime uygun hale getirip, kişiliğimizin adaptifliğinden faydalanmayı umut edebiliriz.


Örneğin irademizi sakatlayan alışkanlıklardan kurtulabiliriz. Bize kötü gelen insanlardan uzak durabiliriz. Motive olmamızı sağlayan kitapları okuyabiliriz. Küçük küçük olsa da, özkontrol duygumuzu güçlendirecek adımlar atabilir, bu adımları günbegün kayıt altında tutabiliriz.


Genetik, ekonomik ve sosyal faktörler de önemli olduğu için, büyük değişimleri gerçekçi bulmuyorum. En azından sık karşılaşmadığımıza eminim.


Ancak bu, irademizle başaracağımız küçük değişimlerin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Mentalitemizdeki bir değişim bile hayatımızı dramatik bir şekilde etkileyebiliyor.


Örneğin, kişiliğin esneyebilir olması, kişiliğiyle lanetlenmiş olduğuna inanan milyonlarca insanın, daha yaşanabilir bir hayata adım atması için güç veriyor.


Belki arzuladıkları mükemmelliyete erişemiyorlar. Ama başladıkları yerden de fersah fersah ileride yaşıyorlar.





































ree

Ana fikir: “Ebeveynleri Suçlamak” yazıma bir okuyucumdan gelen mektubu kendisinin de izniyle paylaşıyorum.


Böyle dürüst açıklamaları okuyunca benzer sıkıntılarla boğuşan birçok kişinin yalnızlıklarının bir nebze azalacağını, hatta hayatlarını kurtaracak adımı atmak için güç bulacaklarını biliyorum. Bu nedenle kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.


İyi okumalar, huzurlu günler,







Otuz dokuz yaşındayım.


Hafızama göre tahminen beş yaşındayken arkadaşımın babasının istismarına maruz kaldım. Dokuz yaşıma kadar devam eden korkunç zamanlardı. Üstelik bu kişi ile ilgili o kadar çok şey konuşuluyordu ki yine de benim onların evine oyun oynamaya gidiyor olmama kimse bir şey demiyor ya da bana olanları görmüyorlardı.


Annem... Nasıl farketmemiş olabilirdi ki! Farklı bir sokağa taşındığımızda bitebilmişti bu kabus. Anlatmaya korkuyordum çünkü babamız annemizi neredeyse her gün döverdi. Annemin de belki gücü anca bize yeterdi o da başımıza bir şey gelse bizi suçlardı.


Sanki bu berbat durumu anlatsam ben suçlanacakmışım ya da kendimi anlatamayacakmışım gibi korkardım.


Aradan altı - yedi yıl geçti kendimi tedavi ettiğime artık inandığım zamanlarda başarılı olduğum için seçildiğim büyük bir spor kulübünün antrenörü tarafından tacize uğradım. Ben on beş yaşındaydım antrenör ise altmış yaşlarında.


Korktum, kulüpten ayrıldım.


“Neden ben, yine neden bu oldu” soruları ile şimdi şimdi anladığım ağır bir depresyon dönemini daha kendi kendime atlatmaya çalıştım. Anlatsam anlamazlardı. Arada derede büyüyen, çok başarılı bir öğrenci ve sporcu olduğum halde takdir edilmeyen bir çocuktum. Sonrasında ne zaman yalnız hissetsem hep aynı düşünce oluşmaya başladı:


“Beni ne zaman anladılar ki şimdi anlayacaklar?”


Ama bundan iki yıl önce yine aynı girdaba girdiğim hayattan yaşamaktan keyif almadığım bir dönemde tutamadım kendimi ve bağıra bağıra anlattım her şeyi. Annem ve büyük ablam yıkıldı. Bir çocuk nasıl bunları kendi başına atlatıp büyüyebilirdi onlar anlamadan! Sonra düşündüm, annem on beş yaşında evlenmiş on altı yaşında anne olmuş. O yaşlardan başlamış koca şiddeti. İlkokul mezunu bir ev hanımı. Ben üniversite mezunu onlarca eğitim almış bir kadınım. Ben bu yaşımda hala hata yapabiliyorsam annem elbette ki yapabilirdi. Yediği dayaklar, hor görülmeler ve dört çocuk sahibi olmak.


O gün annemle konuştum. “Ben omzumda bu çuvalla yürüyemiyorum anne,” dedim. “Artık bu yükü yere bırakmalıyım. Geçmiş kötüydü ama bugünümü ve yarınımı da kötü etkilesin istemiyorum. Her şeyi siliyorum ve bundan sonraki yaklaşımların, anneliğin benim için önemli,” dedim.


Dört kardeşten tek evli olan ve çocuğu olan benim. Belki ben daha iyi anlıyorum annemi. Ama ne zaman onu hatalı görmekten vazgeçtim, o zaman hafifledim.


On dört yaşında bir kızım var ve onunla ilişkime çok dikkat ediyorum. Sevgimi sonsuz veriyorum. Bir gün benim destek aldığım psikiyatri doktoru kızımla sohbet etmek istedi. “İstersen annen içeride beklesin tek konuşalım,” dedi kızıma. Kızım dedi ki “annem benim her şeyimi bilir o yüzden çıkmasına gerek yok.”


O an ne hissettiğimi tahmin edeceğinize inanıyorum.




ree

Ana fikir: Küçüklüğümüzde bizi koruyan anne, büyüdüğümüzde iç sesimize dönüşür. Ancak bu iç ses, olgunlaşmamızı engelleyebilir. Bir noktada bu sesi susturup, kendi iç sesimize ulaşmamız gerekir.





Clarissa Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar’da bazı rüya sembollerinin, olgunlaşması durdurulmuş benliğin çığlıkları olabileceğini söyler; ardı kesilmeyen kovalamacalar, çıkmaz sokaklar, çalışmayan arabalar, kusurlu gebelikler ve hayatın ilerlemediğini gösteren diğer simgeler.


Estes’e göre olgunlaşmamızın önündeki en büyük engel, kendi iç sesimizi oluşturamamış olmamızdır.


İçimizde konuşan hala annemizdir.


Doğduğumuzda aşırı korunmaya gereksinim duyarız. Annemizin sıcaklığı, şefkati, yedirip içirmesi, bizim yerimize kararlar vermesi hayatımızı kurtarır.


Benliğimiz oluşmaya, becerilerimiz artmaya başladıkça korunma kalkanı azalır. Yanımızda annemiz yokken çeşitli maceralara atılabiliriz.


Yine de annemiz bizi korumaya devam eder, çünkü onun sözleri, düşünceleri, uyarıları bizim iç sesimize dönüşmüştür.


Kendimizi, çevremizi ve dünyayı bu iç sese göre yargılarız.


Clarissa Estes, olgunlaşma yolunda ilk görevimizin annemizin bu aşırı korumacı sesini öldürmek olduğunu söyler.


Yaşamın bir noktasında kendi sesimizle yalnız kalmalı, sürekli korunmayacağımızı anlamalı ve kendi kendimiz için uyanık kalmayı öğrenmeliyiz.


Ancak içimizdeki aşırı koruyucu anne sesini yok edebilirsek, benliğimizin doğmasına izin verebiliriz.


Aşırı koruyucu annenin ölmesi demek, bize iyi gelmeyen, hayatımızı zorlaştıran, kendimiz olmamızı engelleyen değer ve tutumların ölmesine izin vermek demektir.


Çocukken duyduğumuz “böyle konuşmamalısın, benim çocuğum böyle yapmaz, yakışıyor mu sana, dışarısı tehlikeli” gibi uyarılar, büyüdüğümüzde kendimizi gerçekleştirmekten alıkoyabilir bizi.


Estes’e göre en sinsi anne iç sesi şudur: “riske giriyormuş gibi yap ama gizliden gizliye burada benimle kalmaya devam et!”


Yani, asla büyüme. Hep benim kırılgan yavrum olarak kal.


Zaman geçse, yaşımız ilerlese de olgunlaşma sürecimiz bir noktada takılı kalmış olabilir.


Estes’in deyimiyle, arabamız çalışmıyor, girdiğimiz sokaklar bir yere varmıyor, kimden kaçtığımız belli olmayan kovalamacaların sonu gelmiyor olabilir.


Yaşımız kaç olursa olsun; ister yirmi, ister kırk, ister altmış; içimizdeki evhamlı, aşırı korumacı, kendi doğrusunun ahlakçısı annenin sesini kısmalı ve olgunlaşma sürecimize kaldığımız yerden devam etmeliyiz.


Sadece kendi iç sesimizle.


30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page