Söz konusu mutlu yaşam üzerine fikirler vermek olunca iki farklı taraf ortaya çıkıyor ve bunlardan bir tanesinin bu kadar öne çıkması bana gerçekten çok ilginç ve gizemli geliyor. Hadi bir tarafta bazı taşların enerjisini çekip, kuantum düşünme yoluyla evrenden dilediğini talep ederek mutluluğa erişebileceğimizi söyleyen sihirbazlar var, böyle bir dünyada bu kadar popüler olmaları gayet doğal.
Peki ama şu bizim iki bin yıllık Stoacı filozoflara ne oluyor da son zamanlarda bu kadar popüler oluyorlar?
Ama Stoacılık kolay iş değil, çünkü bütün dünyanın aynı anda Greta Thunberg'e aşk veya nefret besleyebilecek kadar etkileşime geçtiği bir zamanda bize kalabalıktan ayrılmayı salık veriyor. Ve bu ayrılık ne yazık ki Olimpos'a gitmek kadar kolay ve fiziksel bir ayrılık değil, "kafada bitirilecek" zihinsel bir ayrılık.
Örneğin, Seneca, kardeşine yazdığı mektuba şöyle başlıyor, "kardeşim Gallio, herkes mutlu yaşamak ister, ancak yaşamı mutlu kılan şeyin ne olduğunu görmek konusunda zihinleri kördür." Mutlu yaşamak için atılması gereken elzem adımın "kalabalığın gittiği yoldan ayrılmak" olduğunu öne sürüyor Seneca.
Ona göre aynı hata sürekli dönüp dolaşıp tekrar gerçekleşir, çünkü hiçbir insan kendi başına hata yapmaz, her insan aynı zamanda başkasının hatasının nedeni ve kaynağı olur. Dolayısıyla içimizden birisi düşünmeyi bırakıp başka birisine inanmaya başladığı anda artık yaşamıyla ilgili düşünmez hale gelir, bir hataya inanır ve o hata dönüp dolaşıp hem kendi yıkımına hem de başkalarının hata yapmasına neden olur.
"Sağlıklı olacağız" der Seneca, "yeter ki şu anda kendi kötülüğünün savunucusu olan halktan uzak duralım."
Kalabalık, işe yaramazlığın en büyük kanıtıdır çünkü kalabalık, en çok neyin yapıldığını gösterir ama asla ve asla en çok neyin yapılması gerektiğini göstermez. Yani kalabalıktan asla "en iyiye" dair bir bilgi alamayız.
Bu bireylerin yaşamı için de geçerlidir. Eğer insan sürekli en popüler olanın etrafında koşuşturup durursa yine mutluluğu bulamayacaktır. "Oysa" der Seneca, "keşke insan bir nefes alıp, kendi ruhunun derinliklerine baksa."
Çünkü başlı başına büyük bir irade isteyen, hatta Seneca'ya göre bir işkence sayılan bu içgörü kazanma macerası sonucunda insan büyük ihtimalle şunları keşfedecektir:
1. Şu ana dek ne yaptıysam, hiçbirinin gerçek olmamasını dilerdim.
2. Söylediklerimi düşününce, hiç konuşmamış olmayı dilerdim.
3. Şu ana dek ne dilediysem, rakiplerimin benim için dilediği bedduaya dönüştü.
4. Şu ana dek neyden korktuysam, düşündüğümden çok daha önemsizdi.
Kısacası Seneca, eylemlerimizin, sözlerimizin, dileklerimizin ve korkularımızın içsel değil çevresel etkilerin bir sonucu olduğunu ortaya koyar. Diğerlerini etkilemek için sahibi olmayı dilediğimiz "parlaklıkların" aslında kendi içinde değersiz olduklarını söyler. Bu nedenle onlara sahip olsak bile çoğunlukla bize hissetmeyi dilediğimiz duyguları vermezler. Kardeşine olan mektubuna şöyle devam eder:
"Niçin gösterebileceğim değil de hissedebileceğim türde, işe yarayan iyi bir şey aramıyorum? İnsanların bakakaldığı, önünde durduğu ve şaşkınlıkla birbirlerine gösterdikleri, dışı parıldayan bu şeyler kendi içinde değersizdir."
"Görünüşte iyi olanı değil, sağlam, doğru ve kendi saklı bünyesinde daha güzel olanı arayalım, onu bulup çıkaralım. O uzak bir yere konmuş değil, elini nereye uzatman gerektiğini bildiğin takdirde onu bulacaksın. Şimdi ise adeta karanlıkta, arzuladığımız şeylere çarparak yakınımızdaki şeyler arasından geçip gidiyoruz."
Yazan: Emre Özarslan (Huzursuz Beyin)
Alıntılar: Seneca - Mutlu Yaşam Üzerine
Comments