Ana fikir: Amin Maalouf’a göre İslam dünyasında pek çok lider Atatürk ve Türkiye deneyimine öykünür. Ancak reformları uygulamak için ya yeterli yurtsever meşruiyeti bulamazlar ya da doğru zamanda doğru adımları atamazlar.
Şeriatle yönetilmeyi kanıksamış bir halkı demokratik reformlara nasıl ikna edersiniz? Elbette yenilikleri silah gücüyle dayatabilirsiniz ancak siz öldükten veya güçten düştükten sonra bile bu reformların sürmesini sağlayan nedir?
Lübnanlı yazar Amin Maalouf’a göre yanıt “yurtsever meşruiyet”tir; soyağacından değil, yurt sevgisinin ispatından kazanılır ve yine Maalouf’a göre İslam coğrafyasında tek başarılı örneği Türkiye ve Atatürk’tür.
Maalouf, Çivisi Çıkmış Dünya adlı denemesinde bu meşruiyeti tanımlarken “özel, hem de çok özel, hatta belki de İslam aleminde bir eşine daha rastlanmamış bir örnekten bahsetmek istiyorum” der ve devam eder:
“Halkını yıkımdan kurtarmayı başarmış, bu yüzden de savaşçı meşruiyetini hak etmiş, böylesi bir kozun ne kadar güçlü olabileceğini ve ondan nasıl yararlanılabileceğini açıkça göstermiş bir önderden, Atatürk'ten söz etmek istiyorum.”
Maalouf, yazısının devamında; hanedanlığa son vermek, laik sistemi kurmak, alfabe değiştirmek, kadınların peçelerini kaldırmak gibi Atatürk’ün yaptığı keskin reformlardan bahseder, “Halk bu aşırı değişime neden izin verdi?” diye sorar ve yanıtı kendisi verir:
“Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir.”
Ancak meşruiyet tek başına yeterli olmaz. Bunun tipik örneğini yirmili yıllarda Afganistan yaşar.
İslam alemindeki pek çok liderin Türkiye örneğine öykündüğünü anlatan Maalouf, Afganistan’dan örnek verir:
“1920’lerde genç kral Emanullah da Atatürk'ün izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birlikleri üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu şekilde kazandığı saygınlıktan güç alıp iddialı reformlara girişti, çokeşliliği ve peçeyi yasakladı, erkek ve kız çocuklar için modern okullar açtı, özgür basının ortaya çıkmasını destekledi. Ancak mollalar tarafından dinsizlikle suçlandı ve ayaklanma sonucu tahttan indirildi, sürgünde öldü.”
Afganistan’da yanlış giden neydi?
Atatürk’e göre sorun zamanlama sorunuydu. Batılılaşma serüvenine ve kadın özgürlük hareketlerine daha erken başlamış Türkiye, reformlar için daha hazır durumdaydı. Üstelik ulus kurmuş Atatürk’ün meşruiyeti daha güçlüydü. Öyle ki Kral Emanulah, Türkiye’ye yaptığı geziden etkilenip, kadın reformlarına kalkıştığında Atatürk’ün “Eyvah, adam gitti. Ben kendisine ısrarla bu mevzuya girmemesini tavsiye etmiştim, çok yazık oldu,” dediği rivayet edilir.
Ona göre, reformlar doğru, zamanlama yanlıştı.
Halk reformların kendisindense, reformu sunan kişiye güvenip güvenmediğine bakar, diye özetler Maalouf. Birçok sağduyulu reform, liderden nefret edildiği için reddedilir, pek çok kötü eylem de lider sevildiği için kabul edilir.
Bugün de, içeriğine bakmadan “evet” dediklerimizin, “hayır” dediklerimizin, en önemlisi, “görmezden geldiklerimizin” sonuçlarına hem biz, hem de bizden sonra gelenler katlanacak.
Maalouf’un dediği gibi, zaman müttefikimiz değil, yargıcımızdır bizim. Şu an cezamızın ertelenme sürecini yaşıyoruz sadece.