Mücadele bitmiyor.
Özel hayatımızda daha iyi, daha bilgili, daha iradeli, daha varsıl, daha az dürtüsel, daha çalışkan, daha yaratıcı bir insan olmak için çabalarken, toplumsal düzlemde daha demokratik, daha insancıl, daha adil bir ülkede yaşamak için mücadele ediyoruz.
Bir yandan maddi manevi gündelik problemlerimizle uğraşırken diğer yandan İstanbul Sözleşmesi gibi ülkemizin geleceğini belirleyecek ciddi konularda fikrimizi ulu orta beyan ederek tartışmalara katılıyoruz.
Bazılarımız için bu, çevresine karşı çıkmayı gerektiriyor.
Çünkü nasıl bir toplumda yaşamak istediğimize yönelik bakış açımız, sevdiklerimizle bizi karşı karşıya getirebiliyor.
Örneğin İstanbul Sözleşmesi, özellikle muhafazakar çevrede yetişmiş birçok kadının yakın çevresindeki insanlarla karşı karşıya gelmesine neden oldu.
Her ne kadar çevremiz varoluşumuz için önemliyse de aramızda benliğimizin sınırları bulunuyor. Bu sınır, bizi ait olduğumuz toplum ve aidiyet hissettiğimiz topluluklar tarafından yutulmaktan koruyor.
Yazar Ralph Waldo Emerson'un, İnsanın Görkemi’nde yazdığı sözlerde haklılık var:
“Dünyanın ne düşündüğüne göre yaşamak kolaydır bu hayatta, yalnızken de kendi kafamıza göre yaşamak kolaydır. Ancak büyük insan, kalabalığın ortasında yalnızlığın bağımsızlığının kusursuz tadını yaşayandır.”
Ancak sadece büyük insan olmak için değil, benliğimizi koruyabilmek için de gereklidir kalabalığa rağmen inandığımız gibi yaşamak ve geleceği kendi doğrularımıza göre şekillendirmeye çalışmak.
“Nihayetinde hepimiz, yeni bir dünya kurma çabasına yaptığımız katkıyla, ideallerimiz ve hedeflerimizin bu çabayı ne kadar şekillendirdiğiyle yargılanacağız.” diye başlıyor Edward Kennedy, kardeşinin cenazese törenindeki söylevine.
“Gelecek, bugün halinden memnunluk duyanlara, ortak sorunlara, yoldaşlarına kayıtsız kalanlara, yeni fikirler ve cesur tasarılar karşısında cesur olamayıp korkaklık edenlere ait değildir."
Ve devam ediyor:
"Geleceğimiz, görüş ufkumuzun ötesinde olabilir, fakat kontrolümüz dışında değildir.
Kaderimizi belirleyecek olan, ne kader, ne doğa, ne de tarihin karşısında durulmaz dalgalarıdır; kaderimizi, yön verme arzumuz, aklımız, ilkelerimiz ve kendi emeğimiz belirleyecektir.
Bu duruşta bir gurur, hatta kibir vardır, fakat aynı zamanda deneyim ve gerçek de vardır.