top of page
Ara

ree


Ana fikir: Geçmişin bizi tanımladığına inanırız. Buna rağmen, kendimizi anlamaya çalıştığımızda, sadece o anki duygu durumumuza yakın anıları değerlendiririz. Böylelikle kendimiz hakkında gerçeğin eksik halini görürüz. Gerçeğin eksik hali ise yalanların en kötüsüdür.


Nora, intihara teşebbüs eder ve kendini arafta bulur. Araf kocaman bir kütüphanedir: farklı seçimler yapmış olsaydı neler yaşayacağını anlatan kitaplarla doludur içi. Düğünü iptal etmeyip o adamla evlenseydi nasıl bir hayatı olurdu? Binlerce kitap. Peki her şeyi bırakıp, arkadaşıyla Avustralya’ya gitseydi? Kimisi ince, kimisi kalın, yine binlerce kitap.


Bir de kalın; kapkalın bir kitap var. Pişmanlıklar Kitabı. Vazgeçtiği hayatında pişman olduğu bütün maddeler bir bir sıralanır bu kitapta. Kadın okumaya başladığında soluksuz kalır, devamını getiremez.


Nora, diğer kitapları, yani hayatının farklı versiyonlarını okudukça Pişmanlıklar Kitabı’ndan bazı maddeler silinmeye başlar. Zira diğer alternatiflerin düşündüğü kadar mutluluk getirmediğini görür.


Örneğin arkadaşıyla Avustralya’ya gittiği versiyonlar felaketle sonuçlanır. Evlenmediği için pişman olduğu adamın manipülatif taraflarını fark eder, seçimi konusunda rahatlar.


Biz de, Matt Haig’in romanının kahramanı Nora gibi umutsuzluk sarmalına kapıldığımızda hayat hikayemiz diye sadece Pişmanlıklar Kitabı’nı okuruz.


Geçmişin bizi tanımladığını ve değiştirilemez bir gerçek olduğuna inanırız. Oysa geçmiş diye hikayemizin tamamına değil, o anki duygu durumumuza yakın bölümlerine yöneliriz.


Örneğin başarısız hissettiğimizde, geçmişteki başarısızlıklarımız aklımıza gelir. Raftan “Başarısızlıklar Kitabı”nı alır, bu inancı pekiştiririz.


Hatalı bir seçim yaptığımızda da aklımıza “Güzel Seçimlerim”i okumak gelmez; “Berbat Seçimlerim”i okur ve seçim yapma konusunda beceriksiz olduğumuza iyice inanırız.


Duygularımız, bizi harekete geçirmek için evrildiler; bize hakikati göstermek için değil. Gerçeği, yani kim olduğumuzu bilmek istediğimizde, geçici duygularımızın rehberliği bize gerçeğin eksik halini verir.


Gerçeğin eksik hali ise yalanların en kötüsüdür.


Bu bütünsel bakış açısına çevremizdeki insanları değerlendirirken de ihtiyaç duyarız. Bizim için önemli olan bir insan hakkında yıllar boyu “Bana Yaptığı Haksızlıklar” kitabını okuyup, onu kaybettikten sonra rafın gerilerinde tozlu ama epeyce kalın “Benim İçin Yaptığı Fedakarlıklar” kitabını bulmak acı verici olur çünkü.



ree


Ana fikir: Kimileri için yardım, dayanışmanın ve empatinin göstergesi değil; güçlü olmanın, prestijli olmanın, diğer insanlar üzerinde hakimiyet kurmanın bir yoludur. BU insanlar yardım etmeyi sever ama yardım almayı tehdit olarak görürler.


Hektarlarca orman yanmaya devam ediyor. Yöre halkları beşer litrelik şişelerle yangını söndürmeye çalışıyor çünkü yangın söndürecek uçağımız yok. Yetmiş yaşındaki kadın, “lütfen yardım edin, uçak gönderin” diye çığlık atıyor. Bu kabusun bir an önce bitmesini isteyen milyonlarca insan, sosyal medya aracılığıyla diğer ülkelerden yangın söndürme uçağı talep ediyor.


“Hayır,” diyor bazıları, “yardım istemeyelim. Başkalarından yardım istemek bizi aciz gösterir.”


Nasıl göründüğümüz neden yangından daha önemli?


Bazı insanlar, yardımı, dayanışmanın, ortak insani değerlerin ve empatinin göstergesi değil; güçlü olmanın, prestijli olmanın, diğer insanlar üzerinde hakimiyet kurmanın bir yolu olarak görür.


Başkalarına yardım ederken bonkör davranmalarının sebebi saf duyguları, iyilik dolu kalpleri değil; diğer insanların çaresizlikleri üzerinden kendilerine güç devşirme istekleridir.


Bu nedenle yardım etmeyi severler ama kendilerine yardım teklif edildiğinde, bunu tehdit olarak algılar ve reddederler.


Peki neden yardımı, güçle eşleştirirler?


Aslında, güçlü hissetme isteğimizde bir tuhaflık bulunmaz; sahip olduğumuz bir yetenek, mesleki uzmanlığımız, aylık kazancımız gibi konularda kendimizi güçlü hissetmek ve güçlü görünmek isteriz.


Ama yardımı güçsüzlük belirtisi olarak gören insan, başarıyı, saygıyı, beğeniyi, derinlerinde hissettiği acizliği örtebilmek için ister. Güçlü görünme saplantısı, güçlü olduğu için değil, güçsüzlüğünü saklamak içindir.


İçindeki acizlik duygusu hayallerindeki beğenilme arzusuyla çarpışan kişi için güçlü olmak değil, güçlü görünmek nevrotik bir hal alır. Aradaki makas açıldıkça, gerçeklerden de uzaklaşır.


Ekonomimiz dibe vurdukça duyduğumuz “Almanya bizi kıskanıyor” söylemi veya dış politikada gücümüz azaldıkça yapılan şatafatlı “itibardan tasarruf olmaz” harcamaları, bu nevrotik ihtiyacın zavallı örnekleri olarak halihazırda bulunuyordu.


Ama bugün, bu halin en çirkin yüzüyle karşı karşıyayız.


Her gün hektarlarca ormanımız yok oluyor. Milyonlarca hayvan ölüyor. Köyler, beldeler kendi kaderlerine bırakılıyor. Yetmiş yaşındaki kadın, nereden olursa olsun, yardım dileniyor. Yöre halkı diğer ülkelerden yangın söndürme uçağı istiyor.


Ama yardımı, evleri yananlar değil, kilometrelerce uzaklıktaki insanlar reddediyor. Çünkü aciz görünmek istemiyorlar.


Nevrotik güçlü görünme ihtiyacı ve kibir, bir topluma daha ne kadar zarar verebilir?




ree



Ana fikir: İnsanların “karşılıklık özelliğini” kullanmak isteyen siyasetçiler,seçmenlerine hediyeler dağıtırlar. Ancak bunu bir felaket sonrasında yapmak, empati eksikliğinin ve vizyonsuzluğun göstergesi sayılabilir.


2017’de üç bin kişinin öldüğü Maria Kasırgası’nın dehşetiyle karşılaşan Porto Riko halkı, tarihinin en tuhaf anlarından birini yaşıyordu. Ülkeye ziyarete gelen ABD Başkanı Donald Trump, konumlandığı bir kilisede, kendisini destekleyen Porto Riko vatandaşlarına sırıta sırıta kağıt havlu fırlatıyordu.


Bugün bile “onur kırıcı, empati düşüklüğünün ispatı” olarak anılan bu olayın benzerini, dün yaşadık.


Ülke yangın yerine dönmüşken, sahneden ve otobüslerden çay paketleri fırlatıldı. Peki amaç neydi?


Peki neden?


Pazarlamacıların altın kitabı sayılan İknanın Psikolojisi’nde Cialdini, “İnsanlar geri vermeden duramazlar” der.


Olumlu ya da olumsuz, evrimsel olarak karşılık vermeye meyilliyiz.


Hesabın yanında şeker sunan garsonlar daha fazla bahşiş alırlar. Bağış toplayıcıları, karşılaştıkları insanların ellerine önce ücretsiz bir şeyler, genellikle kartpostal, sıkıştırırlar. Satıcılar, müşterilerine yemek, bardaki çapkınlar ise hedeflerine içki ısmarlamaya çalışırlar. Siyasetçiler de oy için rüşvet dağıtırlar.


Özellikle seçim dönemlerinde ve mitinglerde politikacıların bu yöntemi kullanmaları şaşırtıcı sayılmaz.


Ama dün, seçim mitingi yoktu. Vatandaşlar olarak, yaralarımızın nasıl sarılacağını, felaketin tekrarlanmaması için neler yapılacağını ve yetkililerin alacakları sorumlulukları duymayı bekliyorduk. Oysa yine, seçmenlerin olduğu bir gruba çay fırlatıldığını gördük.


Bu eylemin daha utanç verici ve onur kırıcı örneklerini geçmişte de yaşamıştık.


2013 yılında kanser hastası genç bir üniversite öğrencisi, Dilek Özçelik, dönemin bakanı Erdoğan Bayraktar’a ilaçların temininin zor olduğunu söyleyince, bakan, kadının eline iki yüz - üç yüz lira sıkıştırmaya çalışmıştı.


“Ben dilenmiyorum, birisi yardım istediğinde eliniz cebinize değil, vicdanınıza gitsin” diye haykıran kadın; kaldırıma çöküp, uzun süre ağlamıştı.



ree

Bakan Bayraktar ise ”hastalık nedeniyle Dilek kızımızın ruh hali bozulmuş” demiş ve aldığı tepkiyi anlayamadığını belirtmişti.


2018 yılında ise Trabzon Belediyesi, güvenlik güçlerine teröristlerin yerini gösterirken öldürülen on beş yaşındaki Eren Bülbül’ün annesi için ev yaptırmış, evin anahtarı, acılı anneye, AKP’nin seçim mitinginde büyük bir gösterişle verilmişti.



ree

Trump’ın skandal eyleminden sonra “Her lider bazı eylemleriyle hatırlanır,” diye yazmıştı The Atlantic, “Kennedy bizi uzaya götürdü, Lincoln köleleri kurtardı, Roosevelt büyük buhranla boğuştu ve Donald Trump, ölümcül kasırganın mağdurlarının gözlerinin içine baka baka kağıt havlu fırlattı.”


İnsanlar acı çekerken kendilerini ve partilerini pazarlamak için fırlatılan çaylar, ellere tutuşturulan paralar ve mitingle verilen anahtarlar da, kuşkusuz, yöneticilerin empati kapasitelerini ve vizyonlarını net bir şekilde gösteren simgelere dönüşüyor.



30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page