top of page
Ara

ree

Zübük romanının kahramanı İbrahim Zübükzade, Türkiye’deki popülist siyasetçilerin menfaatçiliğini, yalancılığını ve ahlaki çürümüşlüğünü büyük bir ustalıkla göz önüne seren, müthiş bir karakterdir.


Oysa bu karakter aslında hiçbir gizem barındırmaz içinde. Hiçbir ikilemi bulunmaz, ne yapacağı aşikardır, sadece her defasında nasıl yapabildiğine şaşırırız.


Gerek romanda, gerekse Kemal Sunal’ın baş rolünü oynadığı filmde asıl gizemi ne yaparsa yapsın ona inanmaktan bıkmayan ahali yaratır.


Gürsel Aytaç’ın belirttiği gibi, Zübük’ün başvurduğu hileler, sonunda hep açığa çıkar, ama aldatıldığını öğrenen kasaba halkı ondan uzaklaşmaz. Olayları değerlendirirken de yapılan kötülüğe ve yapan kötüye karşı kesin tavır takınmadığı gibi Zübükzade’nin becerisine gittikçe artan bir hayranlık duyar.


Okuyucu ve izleyici yer yer şunu sormadan edemez: “yahu neler yaptı size, hala ne inanırsınız bu adama?”


Romanın anlatıcısı olan Almanca öğretmeni, bu gizemin yanıtını son sayfalarda verir:


“Asıl aldatmak isteyen bendim, bu yüzden kandım.”


Şair Sennur Sezer, konuyla ilgili bir makalesinde ünlü dolandırıcı Sülün Osman’la yaptığı röportajı anımsar. Sadece sahte define haritalarını değil, köprüyü bile satan bu dolandırıcı üstadına işin inceliğini sorduğunda, aldığı yanıt her şeyi özetler niteliktedir:


“Bak kızım, şu kibrit her yerde beş kuruş. Ben bu kibriti iki kuruşa satmaya kalktığımda, kimse neden diye sormuyor. Ben de hem iki kuruşu alıyorum, hem kibriti vermiyorum... İşte bu kadar. Anlayacağın, dürüst adam dolandırılmaz, dolandırılanın içinde bir küçük dolandırıcı vardır.”


İşte roman anlatıcısının en sonunda fark ettiği acı gerçek budur. Kaçamayız; menfaatçi, küçük hesaplı, emek harcamadan her şeyi elde etmek isteyen, kolaycı zübükler her yerdedir. Dahası, içimize işlemiştir:


"Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.”


Kızalım. Kızalım tabii ama kendi zübüklüğümüze de bakalım.



Alıntılar:


Aziz Nesin - Zübük

Sennur Sezer - Zübük demek suç mudur?



ree


Mağduriyete eğilimli kişiler, bütün kötü olayların kendilerinin başına geldiğine inanırlar. Paranoyak değillerdir; sadece dış dünyayı algılama konusunda aşırı benmerkezcil bir tutum sergilerler.


Elbette bu tutumun faydaları vardır: kendilerinden ziyade başkalarının kusurlarına odaklandıkları ve bir deve kadar uzun süre kin güdebildikleri için kendi eylemlerinin sorumluluklarından kurtulurlar.


Elsevier Personality and Individual Differences dergisinde geçen ay yayımlanan bir makalede araştırmacılar, mağduriyet eğilimini dört ana kaynağa bağlıyorlar:



1. Farkına varılma ve onaylanma ihtiyaçları yoğundur:


Mağduriyete eğilimli kişiler kendilerini sıklıkla "kurban" rolünde göstererek dikkat çekmek ve onaylanmak isterler.


2. Ahlak konusunda seçkinci davranırlar:


Mağduriyete eğilimli kişiler sıklıkla kendilerini ahlaki olarak saf ve kusursuz görürler. Oysa onlara karşı çıkanlar, onları eleştirenler ve mağdur edenler ise ahlaki olarak düşük seviyededirler ve adaletsizdirler.


3. Empatileri düşüktür:


Mağduriyetlerine yönelik ilgileri bütün vicdani kapasitelerini kapladığı ve her şey zaten onların başına geldiği için başkalarının acılarına pek yer kalmaz.


Kendi acılarına gösterdikleri yoğun odaklanma, başkalarına zarar verme ya da zalim davranma konusunda kendilerini haklı hissetmelerine de neden olabilir.


4. Mağduriyetleri konusunda düşünsel geviş getirirler:


Mağduriyete eğilimli kişiler yaşadıklarına inandıkları mağduriyetleri sık sık ve uzun uzun düşünürler. Ancak bu düşünme süreçlerindeki en büyük etken sabit fikirlilikleridir. Dolayısıyla başka açıları kapsamaz. Bu sayede uzun yıllar ilk günkü gibi kızgın ve haklı hissedebilirler.


Araştırmacılar, diğer insanlarla olan ilişkilerinde olumsuzluklara daha çok odaklanan ve başkalarının niyetlerini okurken daha sık kötü niyet atfeden bu kişisel özelliğin her ortamda gelişebildiğini ve zamanla sabitleştiğini düşünüyorlar.


Yine de, uygun terapi yöntemleriyle, bu kişilerin kendi benmerkezcilliklerinin farkına varmaları, diğer insanların olumlu özelliklerini de hesaba katmaları, daha güçlü empati kurabilmeleri ve daha sık sorumluluk alabilmeleri sağlanabiliyor.


Alıntılar:


R.Gabay, B.Hameiri, A.Nadler - The tendency for interpersonal victimhood: The personality construct and its consequences


David Ley - The Victim Personality




ree


Liz and Mollie’nin bir çizimlerine denk geldim geçenlerde: Sevimli balonun üzerinde “odaklanabilme yeteneğim” yazıyor. Onu patlatmak üzere olan incecik iğnede ise “stres yaratıcı tek bir email.”



ree


Çoğu hayvan çevresindeki bir olaya tepki gösterdiğinde, doksan saniye süren kimyasal bir süreç gerçekleşir. Nöronlar ateşlenir, hormonlar salgılanır, kalp atışı hızlanır, odaklanma artar; “saldır ya da kaç” şeklinde özetleyeceğimiz bir eylem planı uygulanır ve eğer tetikleyiciler devam etmiyorsa; biter.


Ünlü bilimci Robert Sapolsky bu durumu güzelce özetler: zaten bu süre zarfında doğada ya ölür ya da öldürürsünüz.


Bir tek bizler bu stresi uzun sürelere yayma yeteneğine sahibiz. Üstelik o çok övündüğümüz beyinlerimiz sayesinde.


Çünkü insan, kendisini geçmişte ve gelecekte düşleyerek olumsuz duygularının tetikleyicisi olabiliyor.


Bazen, yirmi yıl önce yaşanmış olayı geçmişin tozlu sayfalarından çağırıyoruz da, ona odaklanıp döngüyü tekrar ve tekrar başlatıyoruz. Üstelik kötü sahneleri parlatıp, nispeten iyi sahneleri sansürleyerek yapıyoruz bunu.


Çoğu zaman da geleceğin bilinmezliğine odaklanıyoruz; olma ihtimali epey düşük olayların bile taksitini şimdiden ödüyoruz.

Yaşamlarımız, asla karşılaşmayacağımız zorluklar için ödediğimiz psikolojik bedellerle fakirleşiyor.


Bazı streslerim o kadar uzun sürüyor ki, değil ilk dakikasını, ilk gününü bile hatırlamıyorum.


Asıl sürecin doksan saniye sürdüğü gerçeği inanılmaz geliyor kulağıma.


Oysa nöroanatomist Jill Bolte Taylor ısrar ediyor:


“Tetiklendiğinizi hissettiğiniz bir sonraki anda saatinize bakın, doksan saniye dolmadan kendinizi daha iyi hissetmeye başlayacaksınız."


"Tabii ki yine o duyguya geri dönebilir ve bu devreyi tekrar ve tekrar çalıştırabilirsiniz."


Beynimizin bu özelliğine karşı büyüsel sayılabilecek bir başka özelliğimiz var: odaklandığımız noktayı değiştirebilmek.


Elbette kimimizin çevresel stres faktörleri diğerlerinden kat be kat fazla, kimimiz doğuştan daha dürtüsel, kimimiz daha dikkatli, kimimizin beyni kötümser, kimimizin başından katlanılması zor felaketler geçti.


Ancak, özellikle olumsuz duygulara bulandığımızda doksan saniye kuralını hatırlamak, bütün sorunlarımızı çözmese de, belki de günler sürecek bir döngüden kurtulmamızı sağlayabilir ve psikolojik varoluş mücadelemizde bizi bir nebze olsun rahatlatabilir.



Alıntılar:


Jill Bolte Taylor - My Stroke of Insight

30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page