top of page
Ara

ree

Ana fikir: Romantik çiftlerin beraber gelişmesi tutkuyu ve tatmin düzeyini artırırken, çiftlerden birinin sürekli gelişip diğerinin geride kalması ciddi problemler yaratabiliyor.



Psikolog Carl Rogers, 1972’de yayımladığı “Becoming Partners” adli eserini eşine şu sözlerle adıyor: “Birbirinden ayrı ama iç içe geçmiş gelişim yollarındaki yoldaşım, hayatımın zenginleştiricisi...”


Sanatçı Noriko Shinohara ise vazodaki iki çiçeğe benzetiyor kendisini ve eşini; “Çok zor. Bazen ikimiz için de yetecek kadar besinimiz olmuyor. Ama her şey iyi giderse iki güzel çiçeğe dönüşüyoruz. Yani ya cennetteyiz ya da cehennemde.”


Her iki bireyin de kendilerini geliştirebildiği romantik ilişkilerde karşılıklı arzu, anlayış ve tatmin artarken, eşlerden biri arayı açarsa mutsuzluk baş gösterebiliyor.


Evlilik araştırmaları konusunda uzman Eli Finkel, tarih boyunca evliliklerin maddi ve faydacı nedenlerle yapıldığını, sevginin sadece son iki yüz senede bu denklemin içinde yer almaya başladığını, evlilik içinde “kendini geliştirme” ve “kendini gerçekleştirme” gibi faktörlerin ise son elli yılın ürünleri olduğunu belirtiyor.


Yine de “kendini gerçekleştirmek” gün geçtikçe denklemin daha önemli bir parçası haline geliyor.


Kişisel gelişim ve romantik tutku arasındaki etkileşimi inceleyen yeni bir araştırmaya göre kendilerini geliştirme konusundaki ara açıldıkça ilişkiler sonlanmaya yaklaşıyor.




Araştırmadaki dört bulgu:


- İki bireyin de kendini geliştirebildiği ilişkilerde hem karşılıklı tutku hem de ilişkiden doyum artıyor.


- Eğer çiftlerden biri, tek seferliğine bir gelişim gösterirse (terfi, ödül vs.) tutku ve doyum artıyor.


- Gün içerisinde bile olsa kendini gelişmiş hisseden bireyde partnerine karşı olumlu duygular ve cinsel istek arıyor.


- Ancak bireylerden biri sürekli gelişim gösterirken, diğer birey sabit kalıyorsa, aradaki fark açıldıkça hem tutkunun hem de tatminin seviyesi azalıyor.


Peki neden? Çünkü aradaki fark açıldıkça çiftlerden biri kendisini “üstün” veya” aşağı” görmeye başlıyor. Bir dereceye kadar partnerin gelişimi bir övünç kaynağı olarak görülürken, ara açıldıkça haset kaynağı olmaya başlıyor.





Sıradan bir yazarken, kitabı “Düzeltmeler” ile Pulitzer’e aday olan Jonathan Franzen’in kendisi gibi yazar olan sevgilisi Kathryn Chetkovich “Haset” adlı denemesinde, sevgilisinin bu gelişimini kaldıramadığını içtenlikle anlatıyor:


“Ona baktıkça kendimi aşağıda hissediyordum. Ben acı çekiyorsam, o da çekecekti. Bu yüzden bütün dünya onu kucaklarken, hayran olduğum halde onu yatakta reddettim.”


Alıntılar:


Eli Finkel - The All or Nothing Marriage

Kathryn Chetkovich - Envy

Carswell, K. L., Muise, A., - Growing desire or growing apart? Consequences of personal self-expansion for romantic passion

Aaron Ben Zeev - Navigating Feelings of Romantic Inferiority

Güncelleme tarihi: 10 May 2021


ree


Neden ölümle burun buruna gelmek bazı insanların kalan zamanlarını daha özgün ve dolu dolu yaşamalarına sebep olur? Hepimiz öleceğimizi zaten bilmiyor muyuz?


Biliyoruz ama yadsıyoruz.


“Ölüm, ders veren bir öğretmen gibidir,” der John Fowles, “Ön sıraya gelene dek gerçekten neler söylendiğini duyamazsınız.”


Henüz küçük yaşlarda ölümü fark eder, bizim ve sevdiklerimizin başına geleceğini anlarız. Bu bilgiyle yaşamak zor olduğu için yavaş yavaş arka sıralara doğru gider, ölümün ürkütücü sesinden uzaklaşırız.


Ta ki bir olay bizi yeniden ilk sıraya itene kadar; özdeşleştiğimiz birinin ölümü, yaşadığımız ciddi bir hastalık, güvendiğimiz birisi tarafından terk edilmek, ucuz atlattığımız bir kaza...


Ölüm bize yeniden sesini duyurduğunda onu yadsımak için kurduğumuz barikatlar çözülür.


Geriye, hayata yönelik gerçekçi bir bakış açısı, anlam ihtiyacı, sınırlı zaman ve artık ölümü yadsımak için harcamak zorunda olmadığımız enerjimiz kalır.


Bunlar da kalan zamanımızı daha özgün ve dolu dolu yaşamak için gerekenlerdir zaten.


Sorun; bunu, ölümle burun buruna gelmeden yapamaz mıyız?


Güncelleme tarihi: 10 May 2021


ree


İnsanların hayatlarını yakından incelediğimizde bir yandan büyük zorluklara dayanabildiklerini görürüz, diğer taraftan bize basit gelen eylemler konusunda nasıl aciz kalabildiklerini fark ederiz; özür dileyememek, arayamamak, bir mesaj bile gönderememek, hatta bazen, konuşmayı durduramamak gibi.


Oysa bu basit eylemlerin derinlerinde birbirine karışmış ve demir bir çapa gibi ağırlaşmış anılar yatabilir.


Geçen gün Vigdis Hjorth'un Miras’ını okurken bu konuda güçlü bir paragrafla karşılaştım; elli yaşındaki kadın karakter, yirmi yıldır görüşmediği ve artık seksenlerinde olan anne ve babası ile karşılaşma ihtimaline karşı hissettiği korkuyu anlatıyordu.


Kardeşi tarafından davet edildiği yaş günü partisine ebeveynlerinin de katılacağını duyan karakter endişelenir ve kardeşine içerler. Biz de onun bilinç akışına tanıklık ederiz:


“Ona göre olay çok soyut, diye düşündüm. Benim içinse çok somut. Annemle babamın bulunduğu bir odaya girip ellerini mi sıkacağım? Kucaklaşacak mıyım onlarla? Ne diyeceğim? Onlar yıllardır belli aralarla görüşüyorlar, geçinip gitmeye alışmışlar, bense sürüden ayrılanım, kara koyunun ta kendisiyim. N’aber deyip sırıtarak ortaya mı çıkacaktım yani? Dünyayı bambaşka görmüyormuşuz gibi, beni ben yapan olayı, yapı taşlarımı göz ardı etmiyorlarmış gibi. Yaptığım şeyin nedenini, bunun beni ne kadar derinden yaraladığını kardeşim hiç mi anlamıyordu?”


“Benimle sanki bu bir tür kapris, sabit bir fikir, gerçekle cidden yüz yüze geldiğimde bir kenara bırakabileceğim çocukça bir isyan arzusuymuş gibi konuşuyordu. Kendimi toparlayabilirmişim, akıllı olup tavır değiştirmeye karar verebilirmişim gibi. Yıllardır adımımı atmadığım, annemle babamın ise düzenli olarak ziyaret ettiği bir eve girme ve onlarla karşılaşma düşüncesinin bünyemde nasıl bir korku yarattığını anlamıyordu. Kardeşim ve başkaları için onlar giderek yaşlanan, zararsız ve zayıf insanlardı eminim, ama benim için cenderesinden kurtulmak için yıllarca terapi görmek zorunda kaldığım güçlü kişiliklerdi, bu muydu mesele?”


“Kardeşim, kamburu çıkmış, bir ayağı çukurda bu yaşlı yaratıklardan korkmamı anlamıyordu, oysa ben beklemediğim bir anda onlara rastlayabilirim diye havaalanına bile gittiğimde korkudan titriyordum. Neden korktuğumu sorardım kendime havaalanına giden trende. İnsanın fobileriyle mücadele ederken yaptığı gibi onları gözümün önüne getirmeye çalışırdım. Diyelim ki havaalanına girdim, onlar da check-in kuyruğunda duruyorlar, ne olacak şimdi? Korku tüm bedenimi ele geçiriyor! Tamam ama ne? Yanlarından geçip gidecek miyim? Hayır. Çok aptalca olur, çocukça. Elli yaşında bir kadın, check-in kuyruğunda bekleyen anne babasına merhaba diyemiyor, buna cesaret edemiyor.”


“Durup onlara nereye gittiklerini sorardım herhalde, cevap verecek ve bana nereye gittiğimi soracaklardır, ben de cevap verir, zoraki gülümseyip iyi yolculuklar dilerdim. Boş laflar işte, belki de neredeyse ‘normal bir aile’ gibi davranmak işleri kolaylaştırırdı, ama hayır! Çünkü sonra tuvalete gidip kendimi içeri kilitlemem ve tir tir titreyerek klozetin üzerine oturup uçağımı kaçırma pahasına onların ortadan kaybolmasını beklemem gerekirdi. Hiç faydası yoktu. Bu olayın beni ne zaman olursa olsun içine çekmesini aşmayı başaramamıştım, içine çekilmek istemiyordum, içine girmek istemiyordum, ama yine içindeydim işte!”


“Yetişkin olmayı, sakin, derli toplu olmayı ne çok isterdim, elli yaş doğum günü partisine gitmemeye karar vermeyi, bir mazeret bulmayı, her şeyi unutmayı ne çok isterdim. Ama yapamadım. ...Bu bir yenilgiydi. Öylesine felce uğramış, öylesine ürkek bir haldeydim ki bana faydası dokunabilecek şeylerden uzak durmak zorunda kalıyordum. Aptal çocukluğumda çakılı kalmıştım. Dünyadaki işlevimin adını şöyle koyabilirdik:


Çocukluğunda çakılı kaldı.”




Tematik olarak sürekli tekrarlanan rüyalar bize nasıl bir şey anlatmaya çalışıyorsa, basit olduğu halde bir türlü elimizden gelmeyen ve görünmez duvarlarla örülmüş gibi duran veya sık sık kaçındığımız eylemler de aslında bize bir şey göstermeye çalışır: açık yaralarımızın nerede olduğunu.


Ve konu insan psikolojisi olduğunda, hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir.

30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page