top of page
Ara



Her yıl 140 milyon bebek dünyaya geliyor. Her biri kendine özgü sosyal, ekonomik, kültürel şartlar içinde...


BIrçoğu ebeveynleri tarafından neşe ve mutluluk içinde büyütülüyor.


Bazıları o kadar şanslı olmuyor.


Çevresel şartlar ne olursa olsun, her bebek önemli bir özelliği paylaşıyor: “Bütünlük” duygusunu.


Hayatımıza başlarken “yeterli miyim,” “değerli miyim” “sevilmeyi hak ediyor muyum” diye sormuyoruz.


Yaş aldıkça bütünlük duygusu yerini şüphelere bırakıyor.


Travmatik deneyimler yaşamış binlerce insanla röportaj yapan Oprah Winfrey, öğrendiklerini özetliyor:


“Acı verici deneyimleri özümseyen çocuklar sancımaya başlar: İhtiyaç duyulmaya, onaylanmaya ve değerli görülmeye yoğun arzu duyarlar.”


Bu çocuklar büyüdükçe kendilerine yönelik standart oluşturmakta zorlanırlar. Aksaklık giderilmediğinde, kendilerini şiddetin, bağımlılığın, sabote etmenin girdabı içinde bulurlar.


Örüntünün en can yakıcı öğesi ise, kendi sınırlarını belirlemeyi bile hak etmediklerine yönelik inançları olur.


Bazısı kimseye sınır çizemez ve çevresindekileri memnun edebilmek için kendi isteklerine kör olur.


Bazısı ise başkalarını sınır çizmeye mecbur edeseye kadar sabote ederler ilişkilerini.


“Sınırlar, bizi tanımlar,” diyor Henry Cloud, “Neyin ben olduğunu ve neyin ben olmadığını tanımlar.”


“Sınır, benim nerede bittiğimi ve bir başkasının nerede başladığını gösterir. Neye sahip oluğumu ve neyin sorumluluğunu üstleneceğimi bilmek, bana özgürlük verir.”


Ve bahçe metaforundan bahsediyor:


“Bahçemin nerede başlayıp nerede bittiğini bilirsem, ona her istediğimi yapmada özgür olurum. Yaşamımın sorumluluğunu üstlenmek, farklı pek çok olasılık sağlar. Ancak, yaşamıma ‘sahip’ olmazsam, seçeneklerim ve olasılıklarım son derece kısıtlı hale gelir.”


Clarissa Estes de aynı metaforu kullanıyor:


“Bahçe her zaman çiçeklenemez. Ama bırakın, hayatınızın altüst oluşlarını kendi içsel döngüleriniz düzenlesin. Dışınızdaki başka güçler, kişiler ya da içinizdeki negatif kompleksler değil.”


Kendi bahçemizin sınırlarını belirlemek için hiçbir zaman geç değil.




“Bazı insanlar,” “der Engin Geçtan, “diğer insanlarla birlikteyken sürekli tedirgin hissederler.”


“O kadar uzun süredir böyledirler ki duygularını korku değil “rahatsızlık” olarak görürler.”


Ama derinlerde korkarlar. Onaylanmamaktan, reddedilmekten, küçük görülmekten korkarlar.


Arada bir onaylandıklarında biraz olsun rahatlarlar. Ancak bu durum uzun sürmez.


İncelendiklerini hissettikleri anda tedirginlikleri artar. Sürekli bir tür suçlama beklerler.


Bir yandan ilgi merkezi olmak isteseler de diğer yandan bundan kaçınırlar.


Başarılı olduklarında bile altta yatan değersizlik duyguları varlığını sürdürür.


Kendilerine değer verildiğinde bundan hoşlanırlar, ancak için için buna layık olmadıklarına inanırlar.


Ama ilginçtir; kendilerine değer verilmediğini hissettiklerinde ise aslında değerli olduklarını, diğer insanlar tarafından fark edilmediklerini düşünürler.


Gençtan, bu duyguları yaşayan kişilerin çocukluk dönemlerini incelediğimizde kısıtlayıcı, aşırı koruyucu, reddedici, cezalandırıcı, tutarsız ana-baba tutumlarını fark edebileceğimizi söyler.


Açık ya da üstü kapalı olsun, sevgi ve saygıdan yoksunluk izleri taşır.


Şöyle özetleyebiliriz:


1. Çocuk, ebeveynlerinin kendisine adil davranmadığını fark ettikçe kızgınlık duymaya başlar.


2. Güçsüz olduğu için kızgınlığını ebeveynlere gösteremez. Kendisini yalnız ve çaresiz hisseder. Duygularını bastırır.


3. Bastırdığı kızgınlık biriktikçe düşmanca duyguya dönüşür ve bilinçaltına yerleşir.


4. Bilinçaltındaki duyguların etkisinde olan çocuk tuhaf bir tedirginlik hisseder.


5. Nedenini bilmediği bir suçluluk ve değersizlik duygusu hissetmeye başlar. Kendisini sevgiye layık görmez.


6. Böylece bilincinde olmadığı, düşmanca dürtülerden kaynaklanan korku, suçluluk ve değersizlik duyguları, ileriki yaşamında çevresindeki insanlara yönelmek üzere yerleşir.


Bu nedenle fark edilmekten, reddedilmekten ve suçlanmaktan korkar.






Neden aynı anda farklı şeyler isteyebiliyoruz?


Bunu sorgulayan filozoflar bir sonuca vardılar:


Arzularımızın kaynağı olan zihnimiz tek parçadan oluşmuyordu.


Farklı bölümler birbirleriyle savaşıyor, bu savaş sonucu tek bir davranış ortaya çıkıyordu.



Örneğin Buda, zihni vahşi bir file benzetti.


İrademizi ise onu kontrol etmeye çalışan güçsüz bir biniciye...


Yani büyük, düşüncesiz ve dürtüsel tarafa karşılık küçücük bir akıllı tarafa sahiptik.


Biniciyi eğitirsek kendimiz için daha yararlı davranışlar sergileyebilirdik.



Platon, zihni at arabasına benzetti.


Bu sefer iki hayvan vardı; şehvet gibi olumsuz duyguların atı bizi felaketlere, şeref gibi olumlu duyguların atı bizi güzelliğe doğru çekmeye çalışırdı.


Binici iyi atı koşmaya çabalardı.


Şöyle dedi Platon: kötü at duvar gibi sağırdır.



Freud isim verdi: Arabacı egoydu. Atlar id.


Arkada bir de arabacının babası duruyordu ve sürekli ona neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyordu: Buna da süperego dedi.


Psikanalizin amacı, id üzerinde denetim, superego üzerinde bağımsızlık kazanması için egoyu güçlendirmekti.



Sonra beyni açtık. Nörobiyoloji bize dört farklı bölünmeyle daha geldi:


Zihne karşı beden: Beynimiz tek sorumlu değildi; örneğin midemizin de bağımsız süreçleri vardı.


Sola karşı sağ: beynimizin farklı yarım küreleri, farklı konularda uzmanlaşabiliyordu.




Yeniye karşı eski: Beynimizin eski ve büyük bölümü dürtüleri, sonradan evrilmiş bölümü ise akıllı planlar yapmamızı sağlıyordu.


İradeye karşı kendiliğinden: Hem bilinçli hem de içgüdüsel süreçlere sahiptik.


Bütün bu bölünmeler, çelişkiler yaratıyordu.



Yani, aynı anda farklı isteklere sahip olmamızın nedeni muamma değil.


İstek ve davranışlarımız arasında çelişki yaşarız, çünkü bölünmüş bir zihne sahibiz.


Fil, yani dürtülerimiz, önündeki yemeği isterken, binici, yani irademiz, perhiz yapmayı isteyebilir.



Önemli olan kim olmak istediğimiz.


Çünkü kim olmak istediğimize karar verirsek, binicimizi de ona göre eğitebiliriz.



30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page