top of page
Ara

ree

Instagram hesabımda hafta sorduğum soru yetişkinken yaptığınız en büyük haksızlıkla ilgiliydi.

Gelen yanıtlar çoğunlukla kısaydı ve ebeveynlere, eşlere ve çocuklara yapılan haksızlıklarla ilgiliydi. Herkese hak ettiği gibi davrandığına inananların sayısı da tuhaf derecede çoktu.


Bir takipçim, ona aşık olan adamı aldatarak yaptığı haksızlığı detaylıca anlattı. Bana gönderdiği mesajı olduğu gibi aktarıyorum:





Anlatıyorum emre hazır mısın? Uzun ve çok detaylı olacak ama sanırım buna ihtiyacım varmış. Yıllardır üzerimden atamadığım bir yükmüş. Umarım yine de kendini aşırı açıp sonradan pişman olmam. Başlıyorum;


Üniversite arkadaşım olan, benden yaşça büyük, sakin, dingin ruhlu ve bana çok aşık biriydi. Ben ona pek ilgi duymuyordum sanırım ama çok güveniyordum. Ne olursa olsun çünkü her durumda illa beni seçecek biriydi. Kara sevdalıydı belki bilmiyorum. Uzun zaman bana aşık olduğunu görmezden gelerek arkadaşlık ilişkisini sürdürdüm. Bir zaman sevgili olduk ve eften püften bir gerekçeyle ayrıldım. Dediğim gibi ben ona aşık değildim, bana sağladığı o özel olma hali ve güven hissi iyi hissettiriyordu sadece.


Ayrıldıktan sonra iki sene geçmişti yeniden doğum günümde iş yerime gönderdiği çiçekle bir kez daha denemeye karar verdim. Özgüvensiz hissediyordum, bana aşıktı. İkinci deneyimimizde elinden gelen her şeyi yaptı, hayatta en istemediği şey bir gün beyaz yakalı olmaktı, sırf benim için, hiç sevmediği bir işe girdi, düzenli geliri olursa belki bu defa onu terk etmem diye umuyordu belki bilemiyorum. Ama bana öyle aşıktı ki, gönlünce sevemiyordu beni, her an kırılıp dağılacak bir bibloydum sanki onun için ve bu beni çok rahatsız ediyordu, git gide huysuzlanmaya, onu beğenmemeye başladım, moralim bozuk deyip günlerce görüşmemeye başladım, yine moralim bozuk beni arama dediğim bir gün, bana kesinlikle cinsellik dışında herhangi bir ilgisi olmayan bir çocukla dışarı çıkıp, sevgilimi aldattım.


Asıl kötülüğüm, o esnada bir sevgilim olduğunu dahi hatırlamayışım oldu. Gerçekten bir sevgilim olduğunu ancak sabahında hatırladım, ve o zaman gerçekteki en büyük kötülüğümün kendisini sevmediğim halde sırf beni sevdiği için hayatıma aldığım arkadaşımın, dostumun duygularını hiçe saydığımın ayırdına vardım. Ve onun gözündeki imajımı ne pahasına olursa olsun korumak istediğim için ona, onu aldattığımı hiç bir zaman söylemedim. O sabah, herhangi sıradan bir mesaj atarak ayrıldım. Sonraları yazışmalarımızı okuduğumda, çok değil sadece iki gün önce ona ne kadar da aşık olduğumu yazmış olduğumu gördüğümde günahımın sandığımdan çok daha fazla olduğundan emin oldum. O çocuk, sonrasında bütün arkadaşlarıyla iletişimi kesti, kendini sonsuz bir yalnızlığa mahkum etti. Aradan beş yıl geçtikten sonra bile sosyal medya üzerinden arkadaşlık göndermeyi denedi bir umut ve ben onu engelledim. Ama sanırım bazen, acısız olsun diye iyiliğe bürümeden saf kötülük yapmak daha hayırlı oluyordur.




ree

Instagram hesabımda hafta sorduğum soru yetiştirilme tarzımızdan kaynaklanan olumsuz özelliklerimizle ilgiliydi.


Gelen yanıtlar çoğunlukla "günah işlemek, utangaçlık, isteyememek, aşırı stresli olmak ve sinirli olmaktı."


Bazılarını burada paylaşıyorum. Bir takipçim, sanırım terapi almasının da yararıyla, bir liste şeklinde özetlemiş:




1. Olumsuz ve obsesif bakış açısı: Babam genellikle, hatta daima, en kötü ihtimalleri hesaplar ve ona göre davranır. Bu, kendisinde bir karakter özelliği ve hayatını zorlaştırsa da yaşam kalitesini etkilemiyor. Fakat bende ve kardeşimde panik bozukluk olarak tezahür etti. Bunun yanında genetik olarak da depresyona yatkın olduğumuzu düşünüyorum. Halam ve amcamda da benzer problemler var.


2. Hatasız olmaya çalışma: Yine babamın her konuda görev odaklı olması ve görev bellediği önemli ya da önemsiz her neyse hatasız gerçekleştirme hedefi. Bizden beklentisinin de bu olması. Bu beklentiyi karşılamayı eskisi kadar iyi beceremediğim lise zamanlarından itibaren yavaş yavaş yıllar sürecek bir depresyona sürüklenmiştim.


3. Üşengeçlik: Babamın bizim sorumluluklarımıza da hata yapma ihtimalimizi elemek için karışması ve tek başına yapmamız gereken şeyleri onun yapması. Her ne kadar bazen hala şu işi biri benim için yapsa diye beklesem de ailemden ayrı yaşamaya başladıktan sonra kendi başıma çözebileceğim problemlerimle ilgili bilgilendirmeyi kendilerine problemimi çözdükten sonra yapıyorum.


4. Aşırı tevazu: Annemin toplumumuzdaki çevresine aşırı duyarlı her kadın gibi özgüven problemleri var. Kendini sevebilmeye 40 yaşından sonra falan başladı diye tahmin ediyorum. Kendimde de aynı gereksiz tevazuyu çoğunlukla fark ediyor ve önlemeye çalışıyorum. Birkaç sene öncesine kadar iltifat edildiğinde gözümün içine baka baka yalan söylüyorlar gibi geliyordu.


5. Değişimlere aşırı tepki: Bu yine annemle ilgili. Ben küçükken annemin tayinleri sebebiyle çok şehir değiştirdik. Bana bunu hissetirmemeye çalışsa da sanırım onun stresini algılıyordum. Ben de hayatımdaki değişikliklere, özellikle henüz gerçekleşmeden önce aşırı tepki veriyorum. Bu, anksiyeteye yatkın olmamla da ilgili gerçi.


6. Boyun eğicilik: Dedem çok aksi bir insan olduğu için anneannem dolayısıyla anneme aktarılan bir özellik bu. Ufak bir anlaşmazlıkta ya da karşıdaki kişi dedem gibi aksi biri olmasa bile kendi fikrini belirtmek yerine “he deyip geçmek” ya da gülüp geçmek gibi bir huyumuz var. Aslında bazı durumlarda çok mantıklı olabiliyor. Ama çok otomatik olan bir şey. Bunun gereksiz olduğunu fark ettiğim bir durumda, benim için önemliyse, sonradan konuyu tekrar açıp fikrimi söylüyorum.


...



Annem ve babamda sevmediğim, kınadığım ne kadar özellik varsa hepsi bana miras kaldı sanki. Oysa ben onları yetiştirenleri, bizzat kendi akrabalarımı suçlardım böyle olmalarından ötürü. Yine de kendimi şanslı sayıyorum. Yaşım genç olmasına rağmen gördüğüm için kendimi. En azından ben gördüğümü sanıyorum. Annem gibi huzursuz biri olmaya meyilliyim, babam gibi öfkeli olma, birilerinde hata arama gafletine de sık sık düşerim. Özgüvenimi sormayın kendisi ara ara kaybolup benliğimle oynamayı sever. Bu da yetiştirilme tarzımdan kaynaklı diye tahmin ediyorum. Çocukken bile fazla usluydum, ağırbaşlıydım. Bu yüzden bazen şımarık biri olmayı diliyorum. Öyle işte. Yine de onlar iyi ki varlar. Beni büyüten annem ve babama borçlu olduklarım öyle çok ki şimdi biraz nankör hissettim az önce yazdıklarım yüzünden. Ha ama onları yetiştirirken hata yapan büyüklerime sövmek serbest.


...


Sorun yaşadığımda kendimi ifade etmek yerine susmayı tercih ettiğim için ilişkilerimde yaşadığım sorunlar ve yakamı bırakmayan suçluluk hissi.


...


Yalan söylemek. Her insanın hatalarının olabileceği bana öğretilmiş olsaydı, yaptığım hataları gizlemek zorunda hissetmezdim kendimi. Dolayısıyla yalan söylemeyi kendi içimde bu kadar normalleştirmemiş olurdum. Bu yüzden ilk ve en büyük yalanlarımı hep anneme söylemişimdir.


...


Herkesin kendim kadar vicdanlı ve iyi niyetli olduğunu düşünmem. Zaten hassas bir çocukmuşum, yeterli özen gösterilmemiş bu konuda, bir problem olduğu düşünülmemiş yani. Annem 8-9 yaşlarımda iyice fark etmiş ama değiştirememiş. Hala okuduğum bir habere saatlerce ağlarım, gördüğüm bir fotoğraf gecelerde uyutmaz. Kendimi yalnızlaştırdım, ayda iki hafta falan da tüm sosyal medya detoksu yapıyorum. Böyle idare ediyorum.


...


Büyüdüğüm evi severdim. Annem ben üç yaşında öldükten sonra bana ve ablama babaannem baktı. Mutlaka onun yaptığı bir takım şeylerden de kötü etkilenmişizdir ama hem onun yaptığı iyi şeyleri düşünmek ve güzel anmak istediğimden, soruyu baya düşündüm ve benim için bugün de en önemli ve en yorucu olan özelliğimin kaygı bozukluğu olduğunu fark ettim. Bunu da babamın ara sıra eşiyle uğrayıp her gelişinde birileriyle kavga etmesi, her ortamı terörize etmesi, annesine bile kocaman bir kül tablası fırlatacak kadar şiddete düşkün olmasının bir sonucu olabileceğini düşündüm. Eşi de kendisi de öyle sorunlu insanlardı ki yanlarında nasıl bir sorun çıkabileceğini kestiremiyordunuz. 12-13 yaşlarında bir yıl onlarla yaşamak zorunda kaldıktan sonra bende bıraktıkları hasarları tarif bile edemem.. ama hepsiyle savaştım. Kendime daha iyi bakmayı ve olan bitenin etkisini onarmayı başardım. Sanırım sadece tüm bu travmatik olaylardan sonra kaygı bozukluğunu aşamadım.


Benimki yetiştirilme değil, daha ziyade yetiştirilememe meselesi de olabilir. Hayatımda her an kendimi işlerin ne kadar yolunda gitmeyebilecegini hesaplarken bulabiliyorum. Henüz yaşamadığım kötü olayların stresini öncesinde ve belki de hiç var olmayacakken yaşayabiliyorum. Bu her zaman böyle olmuyor ama tekrar tekrar kendimi sakinleştiriyorum, sonra bir gün çok alakasız bir şekilde tekrar gün yüzüne çıkıyor.


Yanılmıyorsam ablam 18-19 yaşlarında, ben de 13-14 yaşımdayken yalnız yaşamaya başladık. Tüm ihtimalleri düşünüp ona göre davranmaya adamıştık kendimizi. Tüm ihtimalleri hesaplamak yer yer bize yardım etmiş olsa da ikimizi de çok yordu.

İnsanların size yazdıklarını okuyunca bazen kalbime dokunan bir şeyler buluyorum, bana yardımcı oluyor. Belki benim hikayem de birilerine yardım eder dedim. İstediğiniz gibi bir cevapsa tabi.


İçimizdekiler de dahil çocukların kalbinin çok da kırılmadığı güzel günler dilerim :)


Not: Ya yazdıktan sonra tekrar düşününce babaannemin bizi ne kadar güzel yetiştirdiği, nasıl mücadeleci insanlar olduğumuzu da eklemeden geçemeyeceğimi fark ettim. Hiç unutmam ben gözleme yapmaya merak sardım diye bana hiç karışmadan istediğimi yapmama izin vermiş ve evde bulunan en az on kişiye kendi hazırladığı güzelim pasta böreklerle o eciş bücüş gözlemeleri pay edip yedirmişti :) Kendime olan güvenim ve mücadeleci yanımı da onun bizi destekleyen sevgisine borçluyum.


...


Ben ne istediğimi söylemesem bile, çevremdekilerin ne istediğimi anlamalarını beklemem, anlamadılar diye pasif agresif tavırlar takınmam.


...



Babam tarafından en ufak hatada sürekli azarlandığımız için hayatta herhangi bir adım atarken hata yaparsam herkes bana kızar ya da alay eder düşüncesi hakim bende ve kardeşlerimde.


Hata yapınca bunu gizlemek ve bundan dolayı oluşan sorunları içinde tutup daha farklı psikolojik sorunları yaşamak. Ayrıca kimseden destek görmeyeceğimi kimse tarafından sevilmeyeceğimi düşünüyorum. Arkadaşlıklarımda bunu aştım zaman zaman ancak hep içimde var bunlar.


Çok büyük özgüven eksikliği de cabası. Neyse ki büyüdüm de artık bazı şeyleri kendim aşabiliyorum.


...


Annem hep şey derdi kızım allah dermiş ki kanlı kulum gelsin ama kıllı kulum gelmesin. Ya da şey mesela aman ağdanı yap yolda araba çarpar kıllı kıllı bacakla hastaneye gidersin mazallah falan gibi :)) bu nedenle hiç bir zaman vücudumdaki tüylerle barışamadım. Hatta bunları kusurummuş gibi görmeye başladım. Sonra üniversite, ilk ilişkiler falan baktım ki harbiden bu benim cinsel anlamda partnerimle önümde bir duvar. Bunun gibi çocukluktan ve annemden geldiğini gördüğüm bedenimi sevmeyişimle ilgili birçok farkındalığım oldu.


...


Sürekli tenkit etme, tenkit edilecek şeyler bulma, varsa kafamın içinde ışıkların patlaması ve illaki müdahale etme güdüsü (hane içinde).. tabi ki kendimi susturduğum zamanlar da oluyor ama yaş gereği otokontrol gençlik zamanına göre zayıflıyor.


...


Günah olan bir şeye öncelik olarak ayıp gözüyle bakmak. Yani açıkçası çevre ne der! İnsanlar ne der kaygısı!


...


Antisosyalliğim eleştirilerek azarlanarak suçlanarak büyümüş olmam kırılgan ve tahammülsüz olmama sebep oldu 7 yıldır hiç bir arkadaşımla çay içip sohbet etmişliğim yok. Telefonda da taş çatlasın 6'dır. Korona'dan öncede aylarca dışarı çıkmadığım oluyordu, yazınca garip geliyor ama benim normalim.


...


Hayattaki her şeye (insan, nesne, mekan) anne rolü ile yaklaşmak. Bir insanın daha kendi bile farkına varmadan susadığını öngörmek mesela ya da bir mekanı terk etmeden orada mutlaka olumlu bir dokunuş geride bırakmak. Bu liste böyle uzar gider. Özünde; başkalarını memnun etmek ve annelik yapmak üzerine kurulu, kendi gerçekleştirme davranışı.


...


İsteyemem. Yardım isteyemem, param bitse eşimden para isteyemem, bana sorulmazsa ben de geleyim diyemem. İstemek ayıptı çünkü.


...


Başkalarının beklentilerine uygun hareket etmek, tepki çekmekten ölümüne korkmak, herkesle uzlaşmak zorunda hissetmek ve daha bir sürü şey...


...


Herkesin memnun olması gerektiğine aşırı inanıp sürekli olarak başkaları için bir şeyler yapma, yapamadığımda suçluluk, yetersizlik hissi.. Konum, statü, yaş gibi kriterlere göre kendini savunamama, gerçekleri söylemekten çekinme bir büyük, bir müdür, bir öğretmen karşısında kendi fikirlerini söyleyemeyip susmak zorunda kalmak gibi). Bunun sonucunda doğan özgüven eksikliği, zayıf savunma mekanizmasının oluşumu.. Sevgiyi, kapalı ifade edişin (ebeveynin sözlü veya dokunsal temasa geçmeden uzaktan sevmesi) yanlış hissettirdiği sevilmeme hissi, sevilmiyorum kaygısı.


...


Muhattabımın kafasında benimle ilgili bana söylemek istemediği gizlediği düşünceler olduğuna olan kesin bir inanç / bunu terapim sırasında yaşadım, aktarım gerçekleşti ve açığa çıktı. Oluş nedeni ise aile içinde çocuktan gizli konuşma ortamının olması / yaşasın bilim.


...


Olumsuz olmaması gerekli ama maalesef günümüz hoyrat yapısında “nezaket”. İşyerinde bu özelliğim sebebiyle “Ayşegül tatilde” deniyormuş arkamdan. :) Eskiler bilir bir “Ayşegül Tatilde, Ayşegül Okula Gidiyor, Ayşegül vs” diye bir çocuk kitabı vardı oradaki Ayşegül işte. Saçı kurdeleyle bağlanmış güzel giyimli filan. Eğer yetiştiriliş tarzınıza uygun insanlarla aynı yerde değilseniz sizin için normal olan herhangi bir davranış biçimi dalga konusu olabiliyor.


...


Gündelik yapılacak işler tamamlandığında dinlenmeyi hak etme, kafadaki tüm sorular cevap bulduğunda tamamlanacakmışlık hissi, hayattaki her şeye çözülmesi gereken bir problemmiş gibi bakış açısı, ancak her şeyi doğru, zamanında yaparsam ve ahlaklı davranırsam sevilmeyi hak ederim içgüdüsü, her zaman olumsuzu düşünme ve 'ben zaten şanssızım' inanışı, değersizlik ve/veya koşullu değerlilik.


...



Sosyal ortamlarda sessiz ve çekingen kalmak, başka insanlar söz konusu olduğunda sık sık ayıp olur mu diye düşünmek.




ree

"Hayatınızda başka birine yaptığınız en büyük kötülük neydi?"


Instagram'ın bu haftaki sorusu yaptığımız kötülüklerle ilgiliydi. Gelen yanıtların bir kısmı çocukluk çağında yapılan kötülükler olduğu için, gerçek anlamda "kötülük" filtresinden geçemediler.


Bana en ilginç gelen "sıradan biri" rumuzlu okuyucumun attığı email'di. Aramızdaki emailleşmeyi paylaşıyorum:


Benim en büyük kötülüğüm kız arkadaşımın sırlarını sevgilisine ifşalamak oldu.

İletişimimiz çok iyiydi birbirimizle her şeyi paylaşırdık. Dışarıdan tuhaf görülen ya da yadırganan birçok şeyi birbirimizde yadırgamazdık. Hatta bunlar üzerine konuşur sebebini sorgulardık. Hayat üzerine derin sohbetler gerçekleştirirdik. İkimizin de kafası birbirine benziyordu ben onu o da beni çok iyi anlıyordu. Bir gün bu kız arkadaşım benim aracılığımla bir erkek arkadaşla tanıştı, ben tanıştırdım. Tanışma amacı evlilik yönlüydü. Ve ikisi de kafamda çok uyuşuyordu. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Çok iyi anlaştılar birbirlerine karşı yoğun şeyler hissettiler. 4 ay oldu 5 ay oldu derken her şey güzel gidiyordu. Yol ciddiye koyuluyordu iyice. Sonrasında kız arkadaşımın, birçok şeyi, tanıştırdığım şahsa söylemediğini öğrendim. Bu beni çok korkuttu. Birkaç kez konuştum ağzını aramaya yeltendim ama söylemeye 'henüz' pek niyeti yoktu. Kendimi sorumlu hissettim. Tanıştırdığım şahısla normalde çok samimi bir muhabbetim yok. Bir gün akşam onunla buluştum. Kızın ondan sakladığı her şeyi bir bir söyledim. Bir psikiyatri tedavisi gördüğünü, sigara alkol kullanımını. Kız en basitinden sigara kullandığını bile saklamıştı. Birkaç yalan vs daha vardı. Vs dediğime bakmayın basit şeyler değildi. Sonrasında ayrıldılar. Çok sevdiğim bir insana böyle bir kazık atmış olmak içimde büyük bir yara, çok büyük bir kötülük yaptım. Siz siz olun eğer böyle iki insanı tanıştırırsanız da gerisine kulaklarınızı kapatın. Hatta siz siz olun en çok tanıdığım canını ciğerini bildiğim biri dediğiniz kişiyi bile evlilik gibi büyük bir amaçla birisiyle tanıştırmayın. Çünkü bu tanıştırma meselesinden sonra iki tarafın da hiç bilmediğim huyları alışkanlıkları olduğunu öğrendim. Aslında ikisi de benim bildiğim insanlar değillermiş. İki tarafı da tanıyor olunca bir sürü yalan yakaladım. Tanıştırdıktan sonra olaya karışmak büyük yanlıştı. Yalan söylüyorsa yalan söylüyor. Bundan sonrası iki insanın meselesiydi. Ben ne diye gidip müdahil oldum. Kimsenin bilmediği yalnızca benim bildiğim bilgileri gidip tanıştırdığım şahsa söyledim. Böyle korkunç bir ihanet yaptım. Belki de söylemeseydim de yine buraya gelmiş bu mesaja şöyle cevap yazıyor olurdum: Bir arkadaşım benim aracılığımla biri ile tanıştı evlendiler. Kızın yalanları ortaya çıktı. Çocuk geliyor bana hesap soruyor, bunları bile bile nası sustun. Bu aşamaya gelene kadar nasıl bir şey demedin. Bu sefer de yaptığım en büyük kötülük konuşmak değil de susmak olurdu belki de.. Bu arada kızın bilgilerini gidip de ona buna anlatmadım. Aileme anlatmadım, başka kimseye anlatmadım. Gittim o çocuğa anlattım. O da çok olgun biri değilmiş ki bu bilgileri kızı utandırmak, yerin dibine geçirmek için kullandı. Çünkü aralarında bir ego savaşımı vardı. Stajyer bir psikoloğum. Şu an geriye dönüp bakınca ilişkilerinin hiç sağlıklı olmadığını henüz çok bir deneyime sahip olmadığım halde anlayabiliyorum. Bu iş bitecekti buna eminim ama benim yüzümden bitmiş olması ve acabalar beni yiyip bitiriyor. Her iki taraf da 20 yıllık aile dostlarımızdı. Şu an iki aileyle de görüşmüyoruz. Anlatırken mümkün olduğunca kötülük yaptığımı düşündüğüm kısımla sınırlı kalmaya çalıştım. Olay bu anlattıklarımla sınırlı değil, çok daha çirkin yönleri var. Sevgiler Sıradan Biri


...


Ben kendisine şöyle bir email attım:


Merhaba,


İçten ve detaylı yanıtın için çok teşekkür ederim.


Dilersen daha da detaylandırabilirsin. Özetlenmesi gerekiyorsa, bültene koymadan önce bazı yerlerini kırpabilirim.


Bir de merak ettiğim bir şey var: Neden buluşup, söyleme gereği duydun? Neler hissettin?


Adama söylemek yerine arkadaşını söylemeye zorlamayı neden seçmedin?


Lütfen yanlış anlama, bir okuyucu olarak, merakımdan soruyorum.


Yine, çok teşekkür ederim.


Sevgiler,

Huzursuz Beyin


...


Huzursuz beyinlere buluşup kaynaşma fırsatı sunduğunuz bu platform için asıl ben teşekkür ederim.


Merak ettiğiniz nokta ve sorduğunuz soru çok yerli yerinde. Bu soru zihnimde serbest çağrışım yapmama sebep oldu. Asıl pişmanlığım söylemekten de öte kızgınlık, kırgınlık gibi bir duyguya yenik düşerek söylenmiş, harekete geçilmiş olmasıymış şu an bunu anlıyorum. Kız arkadaşımın erkek arkadaşından sakladığı şey kadar benden sakladığı şeyler de varmış. Bir olaydan örnek vermek gerekirse:


Bir gün kız arkadaşımın evde olduğunu düşünüyorum, bana evde olduğunu söylüyor. Ama o gece yakın arkadaşlar listesinde instagramda gece kulübünde fotoğraf çekilip paylaşıyor. Yakın arkadaş listesine beni almadan paylaştığı için doğal olarak bu resmi ben o gece görmüyorum. Sonrasında tanıştırdığım şahıs aracılığı ile tesadüfen böyle bir hikayenin varlığından haberdar oluyorum. Birçok paylaşım için de bu dediğim gizleme durumu gerçekleşmiş. Benden saklamış. Neden saklama gereği duydu onu da anlamadım.


İkimizinde ailesi fazlaca muhafazakar, toplumsal cinsiyetle alakalı birçok basmakalıp yargı ile donanmışlar. Evin kız çocukları olarak bizde bu zihniyetlerden çokça payımızı aldık tabi, çeşitli kısıtlanmalar vs. Biz ise onunla sabahlara kadar oturur evrimden konuşurduk. Bir kadının kolu ya da gülüşünün neden saklanması gerekli olabilir acaba, diye kafa patlatırdık. Yani o da ben de her görüşe her düşünceye her yaşama açıktık. Benim onu yargılamayacağımı ya da yadırgamayacağımı biliyordu. Onu zor duruma sokacak bir şey yapmayacağımı da biliyordu. Neden saklamıştı benden, anlamamıştım. Hala da anlamadım. Ama şunu biliyorum ki içimde yer alan bu pişmanlıktan önce yoğun bir acı, öfke, kızgınlık, hırs ve çokça da kırgınlık vardı. İçinde bulunduğumuz hücrede koğuş arkadaşıydık, o parmaklıkların ardında gökyüzüne beraber bakıp yükselirdik. O beni anlar ben onu anlardım.


Bu hikaye gizleme olayından 2 gün sonra o şahısla buluşup söyledim her şeyi. Hava hafif karanlıktı. Dışarıda oturuyorduk bu yüzden çok ışıkta yoktu. Yüzü çok seçilmiyordu. Ama o an o söylediklerimi duyarken yüzünde beliren ifadeler, işte onlar tam benim duygularımın bir yüze yerleşmiş halleriydi. Sanki içimde kız arkadaşıma karşı hissettiğim duygular, karşımda o adamın bedenine bürünmüş oturuyorlardı.


Evet, tanıştırdığım şahsa söyleyip söylememek konusunda uzun süredir düşünüyordum. Arkadaşımın benden bir şeyler sakladığını öğrenmeseydim yine söyler miydim. Bilmiyorum.. gerçekten bilmiyorum.


Sevgiler

Sıradan Biri





Gelen diğer bazı yanıtlar da şöyleydi:


Teyzemin dördüncü derece kanser olduğunu öğrendikten sonra aynı şehirde olmamıza ve kimseyi sevmediği kadar sevdiği yeğeni olmama ve sadece yarım saatlik bir uzaklıkta olmasına rağmen ne yanına gittim, ne yürüyüşe çıktım, ne elini tuttum, ne de aradım. o yanında kendini hiç de iyi hissetmediğini pek ala bildiğim insanlarla son günlerini geçirirken ben sevgilimle beraber olmayı seçtim. arayıp çağırdığında işim var diyerek gitmedim. nasıl ve neden kesinlikle anlayamıyor, o zamanki benle empati kuramıyor, ne düşündüğümü hatırlayamıyorum bile. ama göz göre teyzemi, öleceğini öğrendiği gün itibariyle terk ettim, ve sonra mecbur bir iki görüşmemde de hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya ve havadan sudan konuşmaya devam ettim. ve teyzem ölürken sadece annemin ölmemesi için dua ettim.


.........................


Benim de erkek şiddeti mağduru olduğum bir konuda, başta faille el ele verip ardından mağdur olduğunu beyan eden bir kadının bazı yalanlarını yakaladığım için, onu yalnız bırakmıştım.


Hatta bana destek vermem için ulaştığında onu ezdim, küçük düşürdüm, üzdüm. Üstelik beni bir dost olarak tekrar kazanmaya ihtiyacı olduğunu bildiğim halde yaptım bunu. Öfkemi hak etmediğini hâlâ düşünmüyorum, ama bu davranış bana yakışmadı.


......................


Hayatımda yaptığım en büyük kötülük, evli olduğunu bilmeden birinin sevgisine karşılık vermem ve sonra öğrendiğim halde kopamamam oldu. Hem kendime hem onun ailesine bilmeden çok büyük kötülük yapmışım. Yaşım çok küçüktü. Benden 11 yaş büyüktü. Hala çok üzülürüm. Ömrümün en güzel yıllarını mahvetti, mahvettim. Yıllar sonra kurtuldum ama diyeti bitecek gibi değil sanırım. Yani hala da cezasını çekiyorum. Çok cahil ve aptalmışım.


..........................


Yargı. Kolektif hareketlerin, çalışmaların dünyasından geri çekilme kararı aldığım dönemdi. Psikolojik olarak zorlandığım bir süreç oldu. Ve aynı zamanda yenilendiğim bir süreç. Yıllarca inanarak emek verdiğiniz onca şeyden sonra hüsrana uğramış olmanızın getirdiği bir öfke de vardı tabi. Siyasilerin ayrıştırıcı politikalarının etkisinde kalmış da olabilirim belki, zaten onlara karşıyım ama çok karmaşık bir dönem geçirdiğim için ihtimal dahilinde. Yargılıyordum insanları. Direkt olarak yüzlerine bunu söylemiyordum fakat beden dilimle bunu yansıtıyordum. Yargılıyordum, farkındaydım, engel olamıyordum ve yaptığımdan dolayı kendime öfkeliydim, rahatsız ediyordu bu beni. Seans aldım bunun için o dönem. Psikologlar gerçekten mucizeler yaratıyorlar. Ve tabi ki ben de mucizeler yaratıyorum. :) O zaman topluma öfkeliydim. Hâlâ da öfkeliyim. Ama bu öfkenin kötü bir şeye dönüşmesine izin vermiyorum. Beni rahatsız eden bir şeye, hiçbir amaca hizmet etmeyen bir şeye. Duruyor olduğu yerde. İnsan, en büyük kötülüğü kendisine yapabiliyor. Söyledikleriyle, sustuklarıyla, yaptıklarıyla, yapmadıklarıyla vs vs. Her adımda muazzam bir öngörüye sahip olunmalı sanki. Bunu söylediğimde/yaptığımda nasıl bir insan olurum? Öncesinde nasıldım? Söylemeseydim ya da yapmasaydım nasıl bir insan olacaktım? Söylediğimde/yaptığımda bana ne kazandıracak? Bunları yazasım mı gelmiş anlamadım. Ne kadar uzun oldu. Okuyanlara teşekkür ederim.


............


Bana yaptığı haksızlıktan ve beni değersizleştirmesinden duyduğum öfke ile onu çok uzun bir süredir yok sayıyor olmam onun için en büyük kötülük olsa gerek. Aslında onu cezalandırırken, beraber yaşayarak kendime de eziyet ediyorum. Sanırım en büyük kötülüğü kendime yapıyorum. Ömrüm olur da yaşlanırsam, geriye dönüp baktığımda ''Neden bu insanla yaşamaya devam ettim'' diye üzüleceğimi biliyorum, ama bana yaşattığı mutsuzluğun aynısını yaşayıp yaşlanmasını diliyorum. Bu yüzden onu özgür bırakmak istemiyorum.

..........


Gençken başka bir ülke de salak bir nedenle yarı yolda bırakmıştım birini. Gereksiz kibir işte.


........


Birlikte olduğum kadınların, kendi güvenlik ve ilişki ihtiyaçlarını giderebileceği, aynı zamanda çok uzun vadeli bir adammış gibi görünüp -bir anlamda da role bürünüp- elimdeki özelliklere kanmalarını sağlamak ve deyim yerindeyse çoğuyla gönül eğlendirip sonrasında canım sıkılınca ne olduklarını bile anlamadan ayrılmak, hatta konuşmadan mesajlaşmadan, ne olduklarını bile anlamadan ortada bırakmak. Sonrasında bir şekilde iyi kötü hepsinin evli ve çocuklu hale büründüklerini görünce, en azından artık çok yeterli bulmadıkları eşleriyle arasında sıkıntı çıkarsa, her anlamda benim gibi özelliklere sahip biriyle birlikte olmak isteyeceklerinde başlarına neler geleceğini görüp bir şekilde ellerindeki bu basit ama naif, güzel aile ortamını korumak, huzurlu olmaya çalışacaklarını düşünerek de kendimi avutuyorum. Yoksa pişmanlığımı affettirecek bir yol bulamıyorum. Gençlere birbirlerine saygı ve değer vermelerinin, etrafta benim gibi vahşi yaratıklarda olabileceğinin, ama bu yaratıkların bile size öğretebileceği şeyler olabileceğini elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum.


......




30.000 üyeli haftalık Huzursuz Bülten'e ücretsiz abone olabilirsin:

Teşekkürler.

HUZURSUZ BEYİN

  • Instagram
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
bottom of page