top of page

Güle Güle Hayatımın Kadını

"Cesaret temenni ediyorlar. Ama cesaret zamanı, onun hasta olduÄŸu zamandı, acılarını, hüzünlerini görüp onun bakımını yaptığım ve aÄŸladığımı gizlemem gerektiÄŸi zamandı. Her an bir karar almak, bir yüz ifadesi takınmak gerekiyordu. Ä°ÅŸte cesaret oydu. -Åžimdiyse cesaret, yaÅŸamayı istemek demektir, bu da bizde fazlasıyla var.  "

 

Roland Barthes

"Yas GünlüÄŸü"

'Gitme kal' desem? Yakışık almaz,

 'Peki git.' demekte de sevgiden eser yok,

 'Benim yanımda kalacaksın!' Küstahlık olurdu bu.

 'Nasıl istersen...' sözü katı ve soÄŸuk.

 'Sen gidersen yaÅŸayamam, ölürüm!' desem,

  Belki inanırsın, belki inanmazsın.

 ÖÄŸret bana sevgili kocam,

 Sen giderken ne desem acaba?

 

Vakkuta

Yedinci Yüzyıl Hint Åžairi

“MeÄŸer, ben çocuklarıma annelik yapacak birini deÄŸil, torunlarıma büyük annelik yapacak, onlara masal anlatacak birini aramışım hep...”

​

Anneannemin cansız bedeninin içinde bulunduÄŸu tabuta bakarken böyle cevap verdim kendime sorduÄŸum o soruya. Kalabalık içerisinde olmama raÄŸmen bambaÅŸka bir varlık düzeyinde, yalnızca ben, tabut ve bulutlar vardı sanki. Zaman gibi mekan da sonsuzlaÅŸmıştı.  Acı kesinlikle vardı ama anlam konusunda ÅŸüpheliydim artık. Kendimi uzaya fırlatılmış düÅŸünebilme yetisine sahip bir solucan gibi hissediyordum. Varlık nerede baÅŸlar? Becker'in durumumuzun trajikliÄŸini gösteren sorusu gibi;

​

Kendisinin bilincinde olan bir hayvan ne anlama gelir?

Anlam bunun neresinde? BaÅŸlangıçta var olan söz, baÅŸlangıçtan beri anlamın eteÄŸine dahi ulaÅŸamıyor. Kıyısından izliyoruz okyanusu içinde ne olduÄŸunu bilmeden.  Anneannem, bir tek o yapardı bunu, adımı iyelik ekiyle bir daha söylemeyecek ve ben bunu anlayamıyorum. Varlık nedir, yokluk nedir idrak edemiyorum. Ölüm her gün sokaklarda, denizlerde, televizyonlarda ve kitaplarda bas bas bağırdığı halde göz ucuyla bakıp geçiyorum, ta ki bir gün kendisine çarpıncaya dek. Ensemden kaldırıyor beni ölüm ve soruyor, ben neyim? Cevap veremiyorum ve bu cevapsızlık büyük bir boÅŸvermiÅŸlikle eylemsizliÄŸe itiyor beni. ​

 

Kıpırdayamıyorum.

​

YaÅŸayıp gidiyordu kırkayak, oldukça mutlu,

Ta ki bir kurbaÄŸa gelip de eÄŸlencesine

Sorana dek ona ÅŸu soruyu:

"Hangi ayağın, hangisini izliyor yalvarırım söyle"

Aklı öyle bir karıştı ki kırkayağın

Kalakaldı hendekte, pek bir dalgın

Bilemedi nasıl koşacağını,

Kıpırdayamadı şaşkın.

Hastalığını öÄŸrendikten sonra anneannemi büyük bir medeniyet yok oluyormuÅŸ gibi izledim günlerce. Kartaca gibi Ä°skenderiye, Saraybosna, BaÄŸdat gibi. KiÅŸisel tarihimin bu en özel kadını, kültürüyle ve bunu bana masallarıyla, deyimleriyle, kendine has benzetmeleriyle, stres yaratmayan evhamı, tek gülümsememle bağışlayacağı suçlamalarıyla, en düÅŸük sorumluluk beklentisiyle verdiÄŸi en yüksek ilgisiyle ama en önemlisi, ben nerede olursam olayım onun hep orada olacağının rahatlatıcı garantisiyle kiÅŸiliÄŸimin en önemli ÅŸekillendiricilerinden biri olmuÅŸtu.

 

Ona olan baÄŸlanmamın kökü o kadar güçlüydü ki benim için, fikren ve yaÅŸam biçimi olarak ondan ne kadar uzaÄŸa gidersem gideyim, hep dizlerinin dibindeymiÅŸim gibi hissediyordum.

Yine de trajik bir yanı vardı bu iliÅŸkinin, bu saydığım çoktan yok olmuÅŸ ÅŸehirlerle ilgili bile daha çok ÅŸey biliyordum anneannemin hayatı hakkında bildiklerimden. Çünkü önemli olan hep onun benimle olan iliÅŸkisi olmuÅŸtu. Benimle baÅŸlamıştı o, benden öncesi yoktu. Benim suçum deÄŸildi ama, o öyle hissettirmiÅŸti bana bunu. Ve bu kiÅŸisel tarihimin en büyük medeniyeti, bir daha var olmamak üzere toprağın altına inerken, bunca yıldır fark etmesem de onun sayesinde güvenle bastığım zemini de beraberinde götürüyor, arkasında bıraktığı dünya daha da ürkütücü bir hal alıyordu.

Bir daha kimse böyle sevmeyecek beni.

Bir daha kimse böyle kabul etmeyecek beni.

Bir daha kimse böyle korumayacak beni.

Bir daha kimse... asla... asla ve asla...

 

Onun gibi.

“Burada bitmemeli, bu gelenek devam etmeli.” dedi,  varlığına yavaÅŸ yavaÅŸ alışmaya baÅŸladığım içimdeki o cılız ses. Derin bir nefesi içime çektim ve gözlerimi kapadım. Etrafımdaki fısıltıları duymazdan gelerek ona odaklandım. “Hangi gelenekmiÅŸ bu Odi?” diye sordum.“Biliyorsun, masal geleneÄŸi...” dedi.

​

“Anlatıcılar bir bir gidiyor, anlatılan çocuklar da bir yerden sonra resmi masallardan baÅŸka masal dinlemiyor oluyorlar. Bu resmi masallarda ne insanın düÅŸkünlüÄŸüne dair bir ahlak dersi var, -tam tersine, daimi bir böbürlenme, fethetme, sürekli haklı olma hali var, ne de güler yüzle anlatılıyor. Oysa Quintilianus, bir masal ne kadar güler yüzle anlatılırsa o kadar iyidir, der. Bu sert ve ciddi yüzlerle anlatılan resmi masallarla büyüyen çocuk da büyüyünce Türüt - Sezer arası bir ÅŸey oluyor.”

​

“Evet, haklısın” diye cevapladım. “Bir ÅŸeyler yaptım, daha da yapacağım bu konu hakkında. Ama onların iÅŸaretini bekliyorum.”

.2.

Ä°mamın köydeki bu tek geniÅŸ sokağın ortasında bulunan caminin önünde dua okumaya baÅŸlamasıyla geri döndüm dünyaya. Gözlerimi açıp etrafımdaki kalabalığı sevimsiz bakışlarla süzdüm, yalnız kalmak istiyordum anneannemle.  “Dua bilmiyorsan bile bir ÅŸeyler mırıldan”demiÅŸti,  dinle pek alakam olmadığını anlayan biri. “Ne mırıldanayım,  Winds of Change mi?”diye sormadım. Anneannem çok kızardı kutsal ÅŸeylerle ilgili alaycı sözlerime. Ama ne kadar kızarsa kızsın, dudağının kıvrımında sevgi dolu bir gülümseme yakalardım hep. Tek yapmam gereken o yakaladığım kıvrıma tutunup yıldızlı bir geceye doÄŸru açılan bir perde gibi açmaktı dudaklarını. Hazırdı zaten dudakları sevmeye, tek yapmam gereken sırnaÅŸmaktı.

Ben yapardım bunu, yani iÅŸi gereÄŸi hizmet eden kiÅŸilerden bile bir ÅŸey istemeye çekinen, utangaçlığından 

kaynaklanan donukluÄŸu çoÄŸunluka kibirli olmanın soÄŸukluÄŸu ile karıştırılan ben, hemen girerdim koltuk altına sevilmeyi bekleyen arsız bir kedi gibi. Şımarır dururdum. Onunla benim olduÄŸum dünya dışında ne kadar tutuklaşıyorsam, o kadar bırakırdım kendimi onun yanında. Ne kadar sıradansam dışarıda, o kadar olaÄŸandışılaşılaşırdım  onun yanında. BaÅŸkalarından dilediÄŸim ama isteyemediÄŸim her ilgi ve sevgi kırıntısını ondan isterdim.

 

Hep fazladan verirdi sanki durumumu bilir gibi. Hep.

Ä°nsan, her fikri, her eylemi, her düÅŸüncesi ve her haliyle kabullenilmek ister. Ama hayatına yeni katılan her kiÅŸi  de yanında görünmez bir yapılabilecekler ve yapılamayacaklar listesi ile gelir. Oysa anneannem her halimi kabul ederdi. HoÅŸnut olurdu, olmazdı ayrı, bütün gün dırdır da ederdi,  "aman oÄŸlum..." da derdi, ama beni asla itmezdi. 

​

“Beraber olacağınız insanın, kendi standartlarına göre sizden daha iyi birisiyle karşılaÅŸtığında sizi bırakmayacağından nasıl emin olabilirsiniz?”

Böyle sormuÅŸtu Steven Pinker 1997 basımı 'Beyin Nasıl Çalışır' kitabında. Ona göre cevap basitti; sizi yalnızca siz olduÄŸunuz için seven birisiyle beraber olarak. EÄŸer sevgiliniz "beni neden seviyorsun" diye sorarsa, ki haftada en az iki kere sorar, Pinker'e göre ÅŸöyle bir taktik izlemeliydiniz; 

 

Kesinlikle nedenler sıralamayın, çünkü saydığınız her özellik, bir baÅŸkası tarafından geçilebilirdir. Sevgilinizden daha güzeli, daha yakışıklısı, daha zekisi, daha zengini bulunabilir. Seviyorsanız asıl cevap bunlar deÄŸildir zaten ve karşınızdaki de bunları duymak istemez. Asıl cevap daha derinlerde, genlerinizde, biyolojinizde, fizyolojinizdedir.

 

Bilimsel cevap, aynı zamanda en romantik cevaptır:

​

“Seni seviyorum, çünkü bu elimde deÄŸil.”

Pinker'dan bin sene evvel Ä°bn Hazm da, "Güvercin Gerdanlığı- Sevgiye ve Sevenlere Dair"  eserinde benzer ÅŸeyi yazmıştı:

​

"AÅŸk bizzat ruhta oluÅŸan bir ÅŸeydir. Kimi zaman olur ki gerçekten aÅŸkın nedeni dışarıdan bir neden olur. Ama o zaman nedeni yitince, aÅŸk da yiter ve biter. Öyleyse siz herhangi bir nedenden dolayı seviliyorsanız, bu neden ortadan yok olunca, sizden kolaylıkla yüz çevrilecek ve artık sevilmeyeceksiniz." 

​

Ä°ÅŸte hissettiÄŸim güvenli zeminin mayası bu sevgiydi. Anneannem beni, bütün dışsal nedenlerden, sahip olduÄŸum bütün özelliklerden ayrı severdi. 

Konu bu tür özel bir sevgi olunca, Montaigne gibi neredeyse her konu hakkında muhteÅŸem makaleler yazabilmiÅŸ bir deha bile açıklamakta zorlanır. Yazar, Denemeler’in 1588 basımındaki “Dostluk” bölümüne önce “onu niçin bu kadar çok sevdiÄŸimi öÄŸrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifade edemem sanıyorum” diye itirafta bulunur. Ama dört sene sonra artık ölümü yakınken, bir yanıt bulur Montaigne ve bunu basılı kitabının saÄŸ boÅŸluÄŸuna, yani “ifade edemiyorum sanırım”ın sonuna not düÅŸer:

​

"Ancak ÅŸunu söyleyebilirim:  Çünkü o, o idi.”

Burada da bırakmaz ama Montaigne, hala eksiklik hissediyordur. Biraz daha zaman geçince farklı bir mürekkeple, daha titrek bir yazıyla bir eklemede  bulunur ve gerçek açığa çıkar:

​

“Onu niçin sevdiÄŸimi öÄŸrenmekte ısrar edecek olursanız, bunu ifade edemem sanıyorum, ancak ÅŸunu söyleyebilirim:"

 

"Çünkü o, o idi;  ben de bendim.”

Çünkü o, o idi; ben de bendim.

 

Artık o, yani beni, bütün niteliklerim deÄŸiÅŸse bile sevmeye devam edecek anneannem gitmiÅŸti.  Ben ise benden artık geriye ne kalmışsa, hayranlık ve üzüntü ile izliyordum bu gidiÅŸi. Ä°bn Hazm yine haklıydı:

​

" Bu dünyada ayrılığa denk olabilecek baÅŸka hiçbir felaket yoktur. Sonunda gözyaÅŸları aka aka ruhları yerinden oynatmasaydı; ayrılık, önemsiz, küçük bir ÅŸey sayılırdı belki.

​

Bilge kiÅŸilerden biri 'Ayrılık ölümün kardeÅŸidir' diyen adama, 'Hayır' dedi, 'doÄŸrusu, ölüm ayrılığın kardeÅŸidir.' "

.3.

Kalabalık sağı solu selamlamaya giriÅŸince yine uyandım dalıp gittiÄŸim düÅŸüncelerimden. Artık burada dua etmem gerektiÄŸini hissetmiÅŸtim, çünkü orada yatan anneannemdi. Sürekli dua okuyan, başını saÄŸa sola çeviren, namazı bitse de bana börek yapsa diye beklediÄŸim kadındı. Ben de anneannemin geceleyin yatarken korkmamam için küçücük yaÅŸta bana  öÄŸrettiÄŸi, büyüyüp eÅŸek kadar olduktan sonra, hatta inançsız birisi olduktan sonra bile okumaya yıllarca devam ettiÄŸim, bildiÄŸim o tek duayı boÄŸazım düÄŸümlene düÄŸümlene mırıldandım üç defa:

​

“Yattım taÅŸ gibi, kaldır Allah'ım beni kuÅŸ gibi...”

“Yattım taÅŸ gibi, kaldır Allah'ım beni kuÅŸ gibi...”

“Yattım taÅŸ gibi, kaldır Allah'ım beni kuÅŸ gibi...”

​

Anneannemin bana verdiÄŸi tılsımdı bu. Çocukken geceleri neden korktuÄŸumu bile bilmeden korktuÄŸumda bu sihirli sözcüklerle yarardım karanlığı. Onu çağırırdım ve yanımda olduÄŸunu hissederdim. Oysa artık öyle bir ÅŸey hissetmiyordum. GitmiÅŸti. Burnum sızladı ama tuttum kendimi. Gözlerim sıklıkla yaÅŸarır, gözlerimden yaÅŸ döküldüÄŸü de çok olurdu ama aÄŸlamayalı 20 seneden fazla olmuÅŸtu.

Kendimi kandırdığımı fark ettim. EÄŸer gerçekten yanımda hissetmiyorsam, neden sanki beni izliyormuÅŸ gibi sahte bir gülümseme göndermeye devam ediyordum cansız bedenine? 

 

AÄŸlamayı, sızlamayı yasaklamıştım kendime.  Kanser olduÄŸunu öÄŸrendiÄŸimizde hemen söylememiÅŸtik ona, ama o, her zamanki gibi sezmiÅŸti bir ÅŸeyler. Sonunda söylemek zorunda kaldık. Ben Ä°stanbul'da yaÅŸadığımdan, söylendiÄŸinde yanında deÄŸildim. Ä°zmir'e hemen yanına koÅŸturduÄŸumda görmüÅŸtüm bana bakan o gözleri. Depresyondaydı konuÅŸmuyordu. Yanına eÄŸilip gözlerinin içine baktığımda fark etmiÅŸtim o büyük acıyı.  Kanser olduÄŸu için deÄŸil, benim acı çektiÄŸimi bildiÄŸi ve buna sebep olanın kendisi olduÄŸu için öyle bakıyordu bana. Sesini çıkarmadan, özür diler gibi, anlaşılıp bağışlanmak için bakıyordu. Hatırladığım her türlü sevgi ve hayranlık dolu bakışının arasına bu en can acıtısı da eklenmiÅŸti böylece.

​

Hayatımda belki ilk defa bu kadar canım yanarken gülümsedim ve elini öptüm. Ä°lk defa büyüdüÄŸümü hissettim.

 

Onu hep gülümseyerek anacağıma dair kendimce yemin ettim, hayatımın kendime ettiÄŸim yeminler çöplüÄŸü olduÄŸunu bile bile.

Tabut kalabalıklar üzerinde sahipsiz bir tekne gibi dalgalanmaya baÅŸladı mezarlığa doÄŸru. Arkalardan izledim, tutanların çoÄŸunu tanımıyordum bile. Birisi yanaÅŸtı yanıma, yine tanımadığım biriydi ama hareketlerinden ve ses tonundan beni tanıdığını anladım. “Üzülme sakın, bak, ne kadar çok insan gelmiÅŸ cenazesine, ne kadar çok seveni varmış...” dedi bana sırtımı okÅŸayarak. Dönüp “Olmasa ne olacaktı?  Ben tapıyordum ona, hayatımın kadınıydı o benim, bu az ÅŸey mi!” demedim. Yuttum. Gülümseyip başımla onayladım.  

 

Mezarlığa girdiÄŸimde hayal meyal ilk defa bir mezarlığa girdiÄŸim gün geldi aklıma. Çok küçüktüm. Yine köye getirildiÄŸim bir yaz günüydü. Bayramdı. Annem ve babam tartışmıştı öncesinde mezarlığa götürülüp götürülmememle ilgili. Çok küçükmüÅŸüm, kötü etkilenebilirmiÅŸim.  Nihyayet karar verilmiÅŸ, köy mezarlığına götürülmüÅŸtüm. Tezek kokuları arasında tam bir Fransız asilzadesi gibi dua ediyordum “sayın amca, sizinle tanışma fırsatım olmadı, ama iyi ÅŸeyler duydum hakkınızda, umarım orada mutlusunuzdur” diye teker teker dolandım mezar taÅŸlarının arasında.. Bu olayı büyük bir olgunlukla karşıladığım için tebrik edildim. Tabi asilzadelik geceye kadar sürdü. Sabah büyük bir farkındalıkla uyandım.

 

Rüyamda ne gördüysem, uykumda altıma sıçmıştım.

Elime küreÄŸi tutuÅŸturdular birden. Üzerine toprak atmaya baÅŸladığımda ise aklıma yaÅŸarken gömdüÄŸüm insanlar geldi. Her terk edilenin cevaplaması gereken o eski soru bekliyordu beni:

​

Bugüne dek böyle sevilmiÅŸ olmama mı sevineyim yoksa bir daha böyle sevilmeyecek olmama mı üzüleyim?

​

Seven kiÅŸi, yani anneannem bu sevgisini baÅŸka hiçkimseyle paylaÅŸamayacağı bir yere gittiÄŸi için belki de, buna cevap vermem kolay olmuÅŸtu. Seviniyordum.

 

Bundan önce tersi olmuÅŸtu hep. Yani gidenler, ileride baÅŸkalarına sunmak için alıyorlardı ilgisini ve sevgisini benden. Bu katlanılacak ÅŸey deÄŸildi. Bu sebeple, ne kadar güzel ÅŸeyler yaÅŸanmış olursa olsun, bütün anıları gömmek zorunda hissediyordum.  Akheneton'a yaptıkları gibi var olmuÅŸ bütün kayıtları siler, adının anılmaması için gerekli kiÅŸilere müracaat ederdim.

Bunun aslında kendi geçmiÅŸimi, kendi tarihimi, dolayısıyla kendimin büyük bir parçasını yok etmek olduÄŸunu anladığımda ise büyük bir üzüntü ve piÅŸmanlık hissetmiÅŸtim. O günden beri ne zaman orjinal el yazmalarının, kitapların, haritaların, sanat eserlerin bulunduÄŸu bir bina zarar görse benzer üzüntüyü hissederim.

Ä°ÅŸte toprak atarken, birden bire fark ettim gerçeÄŸi. Bunca zaman nasıl kuÅŸkuya düÅŸmüÅŸtüm bunun hakkında? Nasıl bu kadar inançsız olmuÅŸtum? Anneannemin torunlarına karşı sevgisi gibi bir sevgi vardı dünyada. Yani böyle sevmek, böyle odaklanmak, insanların her birini apayrı ÅŸekilde özel hissettirebilmek mümkündü. PaylaÅŸtıkça azalan bir ÅŸey deÄŸildi bu. 

​

Çünkü bir gece önce torunları olarak onu anarken bir kuzenim "yaptığım en basit yemek, pazardan seçtiÄŸim en sıradan elbise için bile överdi beni, ve bu beni inanılmaz mutlu ederdi"demiÅŸti. Bir diÄŸeri "o zaman Rock Station vardı, bir gün Bon Jovi çıkınca bağırmıştı yan odadan 'koÅŸ bak boncovi çıktı, koÅŸ" diye, en az ilgisinin olduÄŸu ÅŸeyle bile ilgilenir gözükürdü benim için." Bir diÄŸeri ise "sorunum olduÄŸunda kendi yöntemleriyle her ÅŸeyi yapmaya çalışırdı; adak, dua hatta büyü, hayatındaki en öncelikli   sorunu benim sorunummuÅŸ gibi hissettirirdi beni." demiÅŸti.

​

Koskocaman bir ilgi fabrikası gibiydi anneannem. Sana doÄŸru döndüÄŸünde her ÅŸeyiyle dönerdi yalnızca bir parçasıyla deÄŸil. Bundan bir ders çıkartabilirdim. Yani ben de sevdiÄŸim insanlara bu ÅŸekilde ilgi ve sevgi gösterebilir, onların özel hissetmelerini saÄŸlayabilirdim. Hatta histerik bir ÅŸekilde durumu abartarak "neden illa sevdiklerim olsun ki, o kadar yakın olmadığım insanlara bile böyle hissettirebilirim" diye düÅŸündüm ve kararımı verdim.

Ben de anneannem gibi bir sevgi makinesi olacaktım!*

​

​

​

​

(*Bu kararı aldıktan ve kendime gerekli sözler verdikten beÅŸ saat sonra çoktan bir arkadaşımı gerekli ilgiyi göstermediÄŸi için, diÄŸerini üzerime çok düÅŸtüÄŸü için azarlamıştım bile. Twitter'dan psikolojik linç operasyonuna katılmış, benim gibi düÅŸünmediÄŸi için bir baÅŸkasına ana avrat sövmüÅŸtüm. Yine de beÅŸ saatlik performansım, bütün hayatımı göz önüne alırsak, gerçekten uzun bir süreydi. Terapimden öÄŸrendiÄŸim meditasyon teknikleri sayesinde psikolojik antremanlarla bu süreyi geliÅŸtirebilir, dokuz yüz kırk yaşıma geldiÄŸimde belki istediÄŸim gibi bir insan olabilirdim.)

Bedeninin üzerine toprak atma iÅŸi bitip, toprağın da üstüne su döktükten sonra tam  karşısındaki mezara sırtımı dayayarak çöktüm ve izlemeye koyuldum mezarını.  "Vay be", diye düÅŸündüm, "hep korktuÄŸum ÅŸey geldi başıma, anneannemin cenazesine katıldım ama yine de kendimi koyvermedim, soÄŸukkanlılığımı korudum. Demek çocukluÄŸumdan beri bu günün yaÅŸanacağına dair korku dolu düÅŸüncelerin nedeni beynimin beni buna hazırlamasıymış."

​

Bu düÅŸünce, anneannemin kanser olduÄŸunu öÄŸrenmeden yıllarca önce bile vardı zihnimde. Kuzenlerimizle ufacıkken, yani ranzanın alt katına yattığımızda kaldırdığımız ayaklarımız henüz üst katının tabanına deÄŸmiyorken bile anneannemiz ölürse nasıl üzülürüz diye düÅŸünür, bazen minik ruh hastaları gibi hıçkıra hıçkıra aÄŸlardık. Sonra annelerimizi düÅŸünür daha beter aÄŸlardık. Özellikle Adile NaÅŸit'in vefatı bizde kırılgan bir çocuk farkındalığına neden olmuÅŸtu.

​

Hayatın ne olduÄŸunu daha küçük yaÅŸta anlamıştık yani.

 

Hayat, her ÅŸeyi yaratıp kontol ettiÄŸini düÅŸündüÄŸün varlıktan hüzünle sıralı ölüm dilediÄŸin yerdi.

Seneca, oÄŸlunu kaybeden Marcia'ya ÅŸöyle demiÅŸti:

 

"Hayatın bize getirdikleri için gözyaşı dökmeye ne hacet? Hayatın kendisine ÅŸöyle bir bakmak bizi gözyaÅŸlarına boÄŸmaya yetmez mi?

Ben, annelerin çocuklarının kemiklerine hasret kalarak öldükleri bir ülkede yaşıyorum. Ölü çocuklarının yuhalatıldılkları, cesetlerinin sürükletildiÄŸi, naaÅŸlarının verilmediÄŸi bir ülkede yaşıyorum. 

 

Benim bu ülkede hiçbir hüznüm yok ki, yanında utanç eÅŸlik etmesin.

.4.

“Eski bir masalla avutacağım kendimi,

Her ÅŸeyde ve herkeste sevginin olduÄŸuna inanan

Bir çocuk hakkında, aynı benim gibi

Nasıl da safsın...

Önünde sonunda istediÄŸini alır onlar

Önünde sonunda mutsuzlaşır sonu,

Yine de buna deÄŸer dedim kendi kendime ve

Çevirdim sayfaları ağırbaÅŸlı bir biçimde

Ve o saf çocuÄŸun muzafferce gülümsediÄŸini

Saflığın kazandığını gördüm.

Sonunda da ağlayıverdim.

 

Ben hep sonlarda aÄŸlamışımdır zaten.”

Ben sadece sonu kötü bitmek zorunda olduÄŸunu daha başından bildiÄŸim, çok güzel bir masal okumuÅŸtum ve açtığım her sayfa buna, bu üzüntüye, bu boÅŸluÄŸa deÄŸerdi. Mezara bakıp içtenlikle, içimde bulduÄŸum bu yeni tür olgunlukla, gururla gülümsedim bu sefer. Ama sıra dönüp gitmeye geldiÄŸinde,  aklıma o bana hep gülümseyen yüzü, hele bayramlarda, ona ziyarete geldiÄŸimde sürekli baktığı pencereden beni görünce mutluluktan havalara uçarcasına başını sallayışı geldi ve kontrolümü kaybettim, titrek burnum daha fazla dayanamadı ve başımı dizlerimin arasına gömüp sessizce "anneannem" dedim ve yıllar yıllar sonra hıçkıra hıçkıra aÄŸladım.

O halde ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum. Mendil çıkartmak için elimi cebime daldırdığımda fark ettim o katlanmış kağıdı. Önce anlayamadım. Sonra birden fark ettim bu kısa notun ne anlama geldiÄŸini. Burnumu koluma sürerek  "Bak Odi" dedim heyecanla,  "sonunda beklediÄŸim iÅŸaret geldi!"

 

Ama Odi'den bir daha ses gelmedi.

​

"Ä°yileÅŸmeden önce, en son içindeki ses terk edecek seni" demiÅŸti terapistim. "Gerçi iyileÅŸmek, iyi bir ÅŸey mi, emin deÄŸilim." diye eklemiÅŸti. O zaman çok tuhaf gelmiÅŸti bu açıklama. Kendimi yapayalnız ve savunmasız hissettiÄŸimde anladım bu sözdeki doÄŸruluk payını. Yine de devam etmeye gücüm olduÄŸunu biliyordum, yoksa yalnız bırakılmazdım sesler tarafından. Artık gerçekliÄŸin hükmü altındaydım. Notu tekrar okudum. "Seneye bugün, her ÅŸeyin baÅŸladığı yerde buluÅŸmak üzere. B.P." 

​

Tamam dedim kendi kendime. Ben hazırlanmaya baÅŸlayayım o zaman. Çünkü;

"Kalp kaybettiÄŸi ÅŸey için aÄŸlarken,  ruh bulduÄŸu ÅŸey için gülümser."

bottom of page