Askerlik görevini yapan 36 vatandaşımız yabancı topraklarda bombalandı. Böylesine büyük ve acı verici bir olaya toplumumuzun bir kesiminin verdiği yanıt, şehitlik güzellemeleri ve intikam sloganları oldu.
Toplumumuzun diğer kesiminde ise en çok şu cümleye denk geldim:
“Sabahtan beri yazıp yazıp siliyorum...”
Kobe Bryant’ın ölümünden, Cem Yılmaz ve Serenay Sarıkaya'nın ilişkiye başlamasına kadar hemen hemen hiçbir konuda düşündüklerini saklamayan ve ortaya döken bir toplum, bu kadar önemli bir konuda, yoğun ama içi boş tezahüratlar ve memnuniyetsiz bir sessizlik arasında kalıyor.
Bu durum aklıma Aleksandr Soljenitsin’in bir hikayesini getiriyor:
Moskova’da parti kongresi gerçekleşir. Kongrenin başkanlığını da, daha henüz tutuklanmış sekreterin yerini alan yeni sekreter yapar. Kongrenin sonunda Stalin hakkında bir alkışlama çağrısı yapılır. Elbette herkes ayağa kalkar ve küçük salon “tezahürata dönüşen bir alkış dalgasıyla” yankılanır.
Bu alkış dalgası dakikalarca sürer; fakat insanların da avuç içleri acımaya, havada tuttukları kolları ağrımaya başlar. Hele yaşlı yaşlı insanlar yorgunluktan nefes nefese kalır ama kimse durmaz. Durum, Stalin’e içtenlikle tapanlar için bile dayanılmaz bir aptallık halini alır.
On bir dakika sonra, kağıt fabrikası müdürlüğünü yapan adam dayanamaz ve alkışı kesip yerine oturur. İşte bu sırada bir mucize gerçekleşir! Bu evrensel, bu teklifsiz, bu tarif edilemez coşku birden bire kaybolur. Tek bir adam sayesinde herkes birdenbire durur ve şevkle yerine oturur. Kurtulmuşlardır!
Çünkü bir sincap, dönmekte olan tekerden atlayacak kadar zekidir.
Gelin görün ki, bağımsız insanları işte böyle tespit ediyorlardır. Ve onları işte böyle ortadan kaldırıyorlardır. Aynı gece, o ilk oturan fabrika müdürü tutuklanır. Başka bir gerekçeyle üstüne on yıl yıkarlar. Fakat sorgulamanın son belgesi olan 206 numaralı formu doldurduktan sonra, sorgu yargıcı ona acı gerçeği, yani işlediği asıl suçu hatırlatır:
“Hiçbir zaman alkışı durduran ilk kişi sen olmayacaksın.”
Yaratılan korku imparatorluğu, birileri için alkışlamayı durdurmayı, diğerleri için sessizliği bozmayı engelliyor.
Oysa, konuşmamız lazım. Yetkililere ve sorumlulara sorular sorup cevaplarını almak için ısrarcı olmamız lazım.
Vatandaşlarımız neden başka bir ülkenin topraklarında savaşıyor?
Durumun bu hale gelmesinde kimler sorumlu?
Sorumlu olan kişilere nasıl bir yaptırım uygulanıyor?
Oraya kimlerin çocukları yollanıyor? Kimlerin çocukları kesinlikle yollanmıyor?
Bu önemli kararları kimler alıyor? Bizi temsil etmesi için oy verdiğimiz insanların bu kararlarda herhangi bir etkileri oluyor mu? Eğer etkileri olmuyorsa neden seçime katılıyoruz?
Bu toplum 2004 Pamukova Tren Katliamı'ndan beri soru sormayı bıraktı, sorumluların yaptırımlara uğramasını unuttu. Yaşadığımız onlarca tren, maden, inşaat, darbe, iç politika ve dış politika faciasından sonra geldiğimiz noktada içi boş marşlar ve yazıp yazıp silmeler eşliğinde belki de hep beraber Üçüncü Dünya Savaşı’nın fitillerini ateşliyoruz.
Yazan: Emre Özarslan (Huzursuz Beyin)
Alıntılar: Aleksander Soljenitsin - Gulag Takımadaları
Instagram: https://www.instagram.com/huzursuz.beyin/
Facebook: https://www.facebook.com/huzursuzbeyin/