İnsanların hayatlarını yakından incelediğimizde bir yandan büyük zorluklara dayanabildiklerini görürüz, diğer taraftan bize basit gelen eylemler konusunda nasıl aciz kalabildiklerini fark ederiz; özür dileyememek, arayamamak, bir mesaj bile gönderememek, hatta bazen, konuşmayı durduramamak gibi.
Oysa bu basit eylemlerin derinlerinde birbirine karışmış ve demir bir çapa gibi ağırlaşmış anılar yatabilir.
Geçen gün Vigdis Hjorth'un Miras’ını okurken bu konuda güçlü bir paragrafla karşılaştım; elli yaşındaki kadın karakter, yirmi yıldır görüşmediği ve artık seksenlerinde olan anne ve babası ile karşılaşma ihtimaline karşı hissettiği korkuyu anlatıyordu.
Kardeşi tarafından davet edildiği yaş günü partisine ebeveynlerinin de katılacağını duyan karakter endişelenir ve kardeşine içerler. Biz de onun bilinç akışına tanıklık ederiz:
“Ona göre olay çok soyut, diye düşündüm. Benim içinse çok somut. Annemle babamın bulunduğu bir odaya girip ellerini mi sıkacağım? Kucaklaşacak mıyım onlarla? Ne diyeceğim? Onlar yıllardır belli aralarla görüşüyorlar, geçinip gitmeye alışmışlar, bense sürüden ayrılanım, kara koyunun ta kendisiyim. N’aber deyip sırıtarak ortaya mı çıkacaktım yani? Dünyayı bambaşka görmüyormuşuz gibi, beni ben yapan olayı, yapı taşlarımı göz ardı etmiyorlarmış gibi. Yaptığım şeyin nedenini, bunun beni ne kadar derinden yaraladığını kardeşim hiç mi anlamıyordu?”
“Benimle sanki bu bir tür kapris, sabit bir fikir, gerçekle cidden yüz yüze geldiğimde bir kenara bırakabileceğim çocukça bir isyan arzusuymuş gibi konuşuyordu. Kendimi toparlayabilirmişim, akıllı olup tavır değiştirmeye karar verebilirmişim gibi. Yıllardır adımımı atmadığım, annemle babamın ise düzenli olarak ziyaret ettiği bir eve girme ve onlarla karşılaşma düşüncesinin bünyemde nasıl bir korku yarattığını anlamıyordu. Kardeşim ve başkaları için onlar giderek yaşlanan, zararsız ve zayıf insanlardı eminim, ama benim için cenderesinden kurtulmak için yıllarca terapi görmek zorunda kaldığım güçlü kişiliklerdi, bu muydu mesele?”
“Kardeşim, kamburu çıkmış, bir ayağı çukurda bu yaşlı yaratıklardan korkmamı anlamıyordu, oysa ben beklemediğim bir anda onlara rastlayabilirim diye havaalanına bile gittiğimde korkudan titriyordum. Neden korktuğumu sorardım kendime havaalanına giden trende. İnsanın fobileriyle mücadele ederken yaptığı gibi onları gözümün önüne getirmeye çalışırdım. Diyelim ki havaalanına girdim, onlar da check-in kuyruğunda duruyorlar, ne olacak şimdi? Korku tüm bedenimi ele geçiriyor! Tamam ama ne? Yanlarından geçip gidecek miyim? Hayır. Çok aptalca olur, çocukça. Elli yaşında bir kadın, check-in kuyruğunda bekleyen anne babasına merhaba diyemiyor, buna cesaret edemiyor.”
“Durup onlara nereye gittiklerini sorardım herhalde, cevap verecek ve bana nereye gittiğimi soracaklardır, ben de cevap verir, zoraki gülümseyip iyi yolculuklar dilerdim. Boş laflar işte, belki de neredeyse ‘normal bir aile’ gibi davranmak işleri kolaylaştırırdı, ama hayır! Çünkü sonra tuvalete gidip kendimi içeri kilitlemem ve tir tir titreyerek klozetin üzerine oturup uçağımı kaçırma pahasına onların ortadan kaybolmasını beklemem gerekirdi. Hiç faydası yoktu. Bu olayın beni ne zaman olursa olsun içine çekmesini aşmayı başaramamıştım, içine çekilmek istemiyordum, içine girmek istemiyordum, ama yine içindeydim işte!”
“Yetişkin olmayı, sakin, derli toplu olmayı ne çok isterdim, elli yaş doğum günü partisine gitmemeye karar vermeyi, bir mazeret bulmayı, her şeyi unutmayı ne çok isterdim. Ama yapamadım. ...Bu bir yenilgiydi. Öylesine felce uğramış, öylesine ürkek bir haldeydim ki bana faydası dokunabilecek şeylerden uzak durmak zorunda kalıyordum. Aptal çocukluğumda çakılı kalmıştım. Dünyadaki işlevimin adını şöyle koyabilirdik:
Çocukluğunda çakılı kaldı.”
Tematik olarak sürekli tekrarlanan rüyalar bize nasıl bir şey anlatmaya çalışıyorsa, basit olduğu halde bir türlü elimizden gelmeyen ve görünmez duvarlarla örülmüş gibi duran veya sık sık kaçındığımız eylemler de aslında bize bir şey göstermeye çalışır: açık yaralarımızın nerede olduğunu.
Ve konu insan psikolojisi olduğunda, hiçbir şey göründüğü kadar basit değildir.