Sezen Aksu, beş yıl önce yazdığı şarkı sözünde geçen “selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e” cümlesi için ülkenin başkanı tarafından camide “o dilleri koparmak görevimiz” diye tehdit edildi.
Oysa, teorik olarak yanlış değil; Bilgi Ağacı’nın yemişlerini yemeden önce bilgisizdiler, yedikten sonra hakikati görüp çıplaklıklarından utandılar ve cennetten kovuldular.
Adem ve Havva’nın bu bilgisiz günleri “cehalet mutluluktur” lafının da kökü sayılabilir.
Örneğin John Milton, eserinde, bu günleri şöyle özetler:
Mutlu uyuyun ey güzel çift!
Bundan daha mutlu olamaz ve bundan fazlasını bilemezsiniz.
Ama bilmek istediler. İlk Günah’ı işlediler.
Hal böyleyken, neden beş sene sonra bu saldırı başladı?
Bunu, iktidara yakın sanatçıların topyekun Gülşen’in sahne kıyafetlerine saldırmasından bağımsız düşünemeyiz.
Her iki saldırıda da kullanılan ortak terim ise “milli değerler” oldu.
Artık popülist iktidarların mili değerler üzerinden “kutuplaştırıcı” söylem üretmelerine şaşırmıyor, hemen neyi örtmeye çalıştıklarına bakıyoruz.
Muhtemelen devasa elektrik faturalarına yönelik kitlesel isyanın bunda payı vardır.
Çünkü kendi seçmenleri de bu isyana katılıyor.
İktidarın, faturalardan yakınan kendi seçmenine, “sen onlardan mısın?” “Sen kutsallarımıza hakaret edenlerden misin?” diye ikilemde bırakma gayretini anlayabiliyoruz.
Ancak, “taktiksel bir manevra” diyerek tehlikeyi görmezden gelmemiz hata olur.
İktidarların, “Biz ve onlar” söylemi tarihteki en tehlikeli söylemdir. Bütün soykırımların yapı taşını oluşturur.
Öldürmese bile bir sindirme, geriletme, suskunlaştırma, cesaretsizleştirme aracıdır.
Hiçbir siyasetçinin bu aracı kullanmasına izin vermemeliyiz.
Bu nedenle, hangi partiden olursak olalım, neye inanırsak inanalım, bu tür popülist ve tehlikeli söylemlere karşı birlikte “temiz siyaset” mesajı vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazıyı, hiçbir iktidarın “biz ve onlar” stratejisi gütmediği günler umuduyla yazıyorum.
Yazıyı da Melis Alphan’ın uyarısıyla bitiriyorum:
“Biz, Sezen Aksu’nun şarkı sözünü, Gülşen’in kıyafetini tartışaduralım, bu arada iş İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinin de ötesine geçerek nafaka tartışmasına, dolayısıyla Medeni Hukuk’a yönelik saldırılara dayandı. Bu ülkede kadınlar olarak karanlığı yaşıyoruz.”