Ana fikir: Mutluluğun varılan bir yer olduğuna, geçmişimizin mutu olmamızı imkansız kıldığına, mutlu olmak için ne istediğimizi bilmenin şart olduğuna, karşılaştığımız sorunların mutluluk yolunda engel olduğuna inanırız. Peki, gerçekten öyle mi?
1. Mutluluğun “varılan” bir yer olduğuna inanırız.
Bu nedenle kendimize sık sık “ne kadarını tamamladım?” “ne kadar yaklaştım?” “ne kadar kaldı?” “neden olmuş gibi hissetmiyorum?” neden yaklaşmış gibi hissetmiyorum?” diye sorar ve asla tatmin edici bir yanıt bulamayız. Gerçek şu ki, sürekli yaklaştığımız ve sonunda varacağımız tek yer ölümdür. Hayatımız ise bazısı diğerlerinden daha tatmin edici binlerce parçadan oluşan, ancak hiçbir parçanın da tek başına bütünü tamamen temsil etmediği bir yapboz gibidir.
2. Mutlu olmak için ne istediğimizi bilmemiz ve bu isteğimizin peşinden gitmemiz gerektiğine inanırız.
Gerçekte çoğu zaman bizi neyin mutlu edeceğini öngörmede psikolojik olarak yetersiz kalırız. Hayatta kalmayı ve çoğalmayı önceleyen evrimimiz için uzun vadede ne kadar mutlu olduğumuz önemli değil. Çevremiz bize haz vereceğine inandığımız ancak uzun vadede felaketimize dönüşecek tuzaklarla dolu. Statü için, çevre onayı için, üreyebilmek için hayaller kurup, bu hayallere ulaşmak için hedonik bir koşu bandının üzerinde kendimizi hırpalarız.
3. Geçmişimizin bizi tanımladığını düşünürüz. Ve daha da kötüsü; bunun değiştirilmez olduğuna inanırız.
Geçmişimiz binlerce farklı anıdan oluşur ve o anki psikolojik durumumuza uygun anıları hatırlarız. Mutsuz olduğumuzda kendimizi kurban, geçmişimizi ise istediğimiz kişi olmayı engelleyen bir travmalar zinciri olarak görebiliriz. Oysa geçmişimiz, sadece bugünkü sorunların değil, sahip olduğumuz değerli varlıkların da kaynağı. Kendimizi tanımak istiyorsak, bizi biz yapan hayat hikayemizin sadece karanlık taraflarını değil, aydınlık taraflarını da okumalı, algımız değiştikçe hikayenin de değiştiğini anlamalıyız.
4. Sorunların, ulaşmak istediğimiz yere giden yoldaki engeller olduğuna inanırız.
Oysa engeller, yolun kendisidir. Marcus Aurelius’un dediği gibi, yolumuza çıkan, yolumuza dönüşür. Karşılaştığımız sıkıntılar bizi eyleme iter. Bizi konfor alanımızdan çıkarır; farklı düşünmek, farklı davranmak, farklı seçimler yapmak durumunda kalırız. Durağan, monoton, standart hayatımızdan yaşadığımız bu sapma, deneyime ve çarpan etkisiyle bilgiye dönüşür. Engelle karşılaşmadan önceki biz değilizdir artık. Sorun da, bizi biz yapan yolla harmanlanmıştır.
5. İçgüdüsel olarak bütün olumlu duyguların iyi, korku ve acının kötü olduğuna inanırız.
Oluşturmaya, emek vermeye ve sevmeye değer her şey, içinde kaybetme korkusunun, endişenin ve acının da bulunduğu bir kırılganlık paketiyle gelir. Olumsuz duyguları her seferinde caydırıcı olarak görmek, değerli olan bir şey yapmamızı da engeller. Kırılmamak adına kayıtsız kalacağımız eylemlere girişmek ise hayatımızı sıradanlaştırır. Belki daha az acı çeker, daha az endişe duyarız ama daha az anlamlı hissederiz.
6. Çevremizdeki insanları değiştirmemiz gerektiğine inanırız.
Başkalarında sevdiğimiz özellikler genellikle kendimizde de sevdiğimiz özelliklerdir. Başkalarında sevmediğimiz, tuhaf bir öfkeyle karşıladığımız özellikler ise kendimizde saklamaya çalıştığımız özellikler olabilir. Bizim karakterimize eklemlememek için yoğun bir şekilde mücadele ettiğimiz özelliklerin başkaları tarafından bu kadar rahat bir şekilde ifade edilebilir olması, içimizde kıskançlık ve nefret doğurabilir. Karşımızdakini değiştirmek gibi beyhude bir çabaya girişmek yerine, öfkemizin nedenlerini anlamalıyız.
7. İnançlarımızı değiştirmemiz için düşüncelerimizi değiştirmemiz gerektiğine inanırız.
Hayatımızı değiştirmenin kendimiz ve çevremiz hakkındaki inançlarımızı değiştirmekten geçtiğini fark ederiz. Ancak bunun için “düşüncenin” yeterli olduğuna inanırız. Oysa en güçlü inançlarımızı düşünerek değil, deneyimleyerek kazanırız. Dolayısıyla inancımızı değiştirmek istiyorsak, kendimizi farklı düşünmek zorunda kalacağımız deneyimlerin ortasına atmalıyız.
8. En ufak şeyden sorun yarattığımız için mutlu olamayacağımıza inanırız.
“Her şeyde sorun yaratmak” bir kaçınma stratejisi olabilir. Hayatı yaşamaktan korktuğumuz için küçük krizler yaratırız. Asıl olan, bizi kırılgan yapan, anlamlı olan “büyük” sorunlarımızla baş etmekten kaçınmak için odaklanabileceğimiz onlarca küçük sorunumuz olur böylece. Kızdığımızda, üzüldüğümüzde ve öfkelendiğimizde de konu asla bu küçük krizler olmaz. Daha derinlerde; yüzleşemediğimiz o “büyük sorun” için ağıt yakarız.
留言