“Tüm hayat felsefem, araştırmalarım ve teorilerim köklerini annemin savunduğu değerlere karşı duyduğum tiksinti ve nefretten almıştır.”
Bir Nazi teorisyeninden duysak şaşırmayacağımız bu cümlenin, hümanistik psikolojinin yaratıcılarından biri olan ve pozitif psikoloji alanında eserlerinden sık sık faydalanılan tarihin en önemli psikoterapistlerinden birinin ağzından duymak şaşırtıcı geliyor.
Ama Abraham Maslow'un hayatını incelediğimizde bunun doğru bir beyan olduğunu fark ediyoruz.
Brooklyn’de doğan Abraham Maslow’un çocukluğu berbat geçiyor. Babası sürekli başka kadınları ayartmaya çalışan, alkolik ve insanlardan çok “şeylerden” hoşlanan bir adam. Yedi çocuktan biri olan Abraham’la pek ilgilenmiyor, ilgilendiği zamanda ise kendisinden beklenilenleri yerine getiremiyor diye onunla kavga ediyor.
Oğlunun hem aptal hem de çirkin olduğunu düşünüyor ve bu bilgiyi ondan kesinlikle saklamıyor.
Annesi ise babasından bile daha kötü. Olur olmaz nedenlerle sürekli onu cezalandırıyor, üstelik buzdolabını kilitli tutup sadece kendi istediği zaman açmak gibi zalim uygulamalar yürütüyor. Hatta bir gün Abraham'ın asla affetmediği bir şey yapıyor; sokakta ölmek üzere olan iki kediyi eve getirdiğinde, annesi onun gözleri önünde iki kediyi kafalarını duvara vura vura öldürüyor.
Annesi öldüğünde cenaze törenine dahi katılmıyor.
Belki de bu nedenle, Adler’in “aşağılık duygusu ve ödünleme mekanizmalarıyla" ilgileniyor ve hayatının birçok yönünde hissetmediği bütünleşme duygusunu ve kendini sağaltma ihtiyacını kitaplarda ve psikoterapide buluyor.
Psikoterapist olduğunda, dönemin “davranışçı” ekolüne rağmen kendi teorilerini geliştirmekle kalmıyor, o dönem yaşayan insanlar tarafından bir kahramanmışçasına seviliyor ve 1967’de Amerikan Psikoloji Birliği’nin (APA) başkanlığına seçiliyor.
Annesinden gördüğü zalimlikle İkinci Dünya Savaşı'nda daha büyük ölçekte binlerce kez karşılaşınca, bazı insanların nasıl bu kadar zalim olabildiğini anlamak onun için önemli hale geliyor.
Kendisiyle 1968 yılında yapılmış bir röportaja denk gelip kızlarına hangi nasihatte bulunduğunu öğrendiğimde, bütün yaşamının izilerini taşıyan o cevaptan epey etkilenmiştim:
“Kötülükten nefret etmeyi öğrenin. Kötü ve zalim olan insanlardan uzak durun.“
Maslow, kötülükle ilgili çalışmalarından çıkardığı sonuçları şöyle özetliyor:
“Yeryüzünde kötülük var ve eğer kötülüğün kaynağını daha iyi anlayabilirseniz, onunla daha iyi savaşabilirsiniz. Ama dengeli olmalısınız. Eğer sadece kötülüğü düşünürseniz Freud gibi kötümser ve umutsuz olursunuz. Eğer kötülüğü görmezden gelirseniz, o zaman da Polyanna olursunuz. Anlamamız gereken şey sıradan bir insanın nasıl melek, kahraman, aziz, alçak ve katil olabilme kapasitesine sahip olduğudur."
Tuhaftır ki o gün yapılan röportajda konu “siyahların o günlerdeki isyanlarına” geliyor. Bundan 50 yıl önce Maslow şöyle diyor:
“Eğer tarafsız bir gözle bakarsanız, umutsuz, aşağılanmış ve yenilmiş hissetmektense isyan etmek çok daha iyidir. Evet isyan etmek insan olmaya çalışmanın çocukça yolu olabilir ama nefret ve düş kırıklığı cehenneminden çıkmak ve insan olarak kabul edilmek için isyan etmek gerekebilir.”
“Eğer güçsüzseniz veya hakkınızı savunamıyorsanız, insanlar size zalim davranabilir. Bu nedenle oturup başıma gelecekleri beklemektense, bayrağımı göndere dikmeyi tercih ederim.”
Bu röportajdan elli yıl sonra bugün hala dünyanın birçok yerinde bireysel ve organize kötülük insanların canlarını, özgürlüklerini, arzularını, benliklerini çalıyor.
Karşılarında bayraklarını göndere çeken milyonlarca insan ise direnmeye devam ediyor.
Bu mücadele hiç bitmiyor.
Alıntılar:
Duane P. Schultz - Modern Psikoloji Tarihi
E. Hoffmann - Overcoming Evil: An interview with Abraham Maslow, founder of humanistic psychology.
Comments