top of page

Haftalık Psikoloji Bülteni'ne üye ol

Teşekkürler.

HUZURSUZ EMOŞ.jpg

Davranışta Değil, Düşüncede Sınırsızlık: Sınırlara alışmamış çocuklar, ergenliklerinde zorlanıyorlar



Profesör Yankı Yazgan’ın ergenlikte oluşan problemlerle ilgili söyleşi kitabını okuyordum, sıra “Sizin gençlerde gördüğünüz, genel bir davranışsal eğilim var mı” sorusuna geldi. Profesör Yazgan şöyle yanıtladı:


“Hayata yeterince asılmama” diyebilirim.


Hayat, ergenlikle birlikte giderek zorlaşıyor. Çevre genişliyor; oyuna yeni karakterler, yeni rekabetler giriyor, çocuk duvara çarpmaya, başarısız olmaya ve reddedilmeye başlıyor, bu da günümüz ergeninin pek alıştığı bir şey değil.


Bütün bunlar başa çıkması zor hale gelince, yeterli psikolojik donanıma sahip olamayan ergenler vazgeçiyor. Vazgeçmek ise depresyona doğru atılan en sağlam adım. “Vazgeçişe depresyon diyebiliriz” diyor Profesör Yazgan, “Hayatın gereklerini yerine getirmede ve hayata asılmakta güçlük o kadar fazla oluyor ki, artık bıkmış ve bırakmış oluyorlar.”


Profesör Yazgan’a göre ergenlerin bu kadar kolay vazgeçmelerinin ana sebeplerinden birisi ise “kendi sınırlarını bilememek.”


Bunu tabii ki "küstahlık" anlamında söylemiyor Yazgan, bu dönemin gençleri gerçekten kendileriyle ilgili sınır oluşturmakta zorluk çekiyorlar.


“Ben kimim, benim sınırlarım nerede başlıyor, başkasınınki nerede bitiyor, toplum nerede başlıyor” gibi sorulara net yanıt veremiyorlar. Çoğu, bunu daha önce düşünmek zorunda bile kalmadan büyümüş.


Burada ana etken ise ebeveynlerinin onları yetiştirme tarzı. Kendi çocukluk dönemlerinde ebeveynleri tarafından sınırlandırıldıkları için sınırlardan hiç hoşlanmayan bir önceki kuşak, artık büyüyüp ebeveyn olduklarında, bu sınırsızlığı kendi çocuklarının da ihtiyacı sandılar.


Bu nedenle çocuklarına, kendisi ve bir başkası arasındaki sınırı, sadece kendisine yontarak yorumlamayı öğrettiler.


“Canın ne isterse yap,” “Başkasının senin davranışlarından nasıl etkilendiği onun meselesidir, seni ilgilendirmez” tarzı düşüncenin özellikle aydın, orta ve üst sınıflarda yaygınlaşıyor. Bu da ne yazık ki çocuklarda düşüncede sınırsızlığı değil, davranışta sınırsızlığı getiriyor.


Çünkü düşüncede sınırsız olmak, özgür olmak, davranışlarımızda belli sınırların olmasında geçiyor.

Profesör Yazgan’a göre biraz da ebeveynlerinin yüzleşmekten korkmasından ve çocuklarıyla mücadele etmekten çekinmesinden dolayı etrafta, istediklerini almaya alışmış, hiçbir şey düşünmeyen, hiçbir şeyi umursamayan, “bana araba almazsan üniversiteye gitmem” sözünü hiç çekinmeden sarf edebilen gençler türüyor.


“Oysa sınırsızlık, durabilmeyi biraz olsun bilenler için keyifli olabilecek bir şey.”


Kendimizi sınırlayabilmek; kendimizi tutabilmeyi ve arzularımıza ya da hedeflerimize odaklanmayı getirir. Sınırlar, yoğunlaşmayı, yapabileceğimizi tam yapmayı sağlar. Böyle olmadığında gençler, bir yanda içlerinde özgürlük arzusu ve ihtiyacı varken davranışsal olarak kendilerini sınırlayamadıklarında, o sınırı dışsal otoritelere havale etme eğiliminde olurlar. Bu da, paradoks gibi görünse de, faşizmi ve despot liderleri besleyen ana pınarlardan biridir.

“Çünkü gençler de çocuklar gibi bir yandan özgürlük, bir yandan da özgürlüklerine sınır konmasını ister. Kendileri o sınırı koyamadıklarında, dışsal kontrolü davet ederler.”


Profesör Yazgan'ın söyledikleri benim izlenimlerimle de örtüşüyor. Bugün dünyanın refah seviyesi en üst düzey ülkelerinde gençlerin bu kadar sık depresyona girmesinin ve mutsuz olmasının ana sebeplerinden birinin, yetiştirilme tarzına bağlı olarak zora gelmeye ve sınırlandırılmaya alışkın olmamasından kaynaklandığına inanıyorum.




Yazan: Emre Özarslan (Huzursuz Beyin)


Alıntılar: Yankı Yazgan - 99 Sayfada Ergenlikten Gençliğe