- Beynimizin sadece yüzde onunu kullanmıyoruz.
- Bazı insanlar sağ, bazı insanlar sol beyinli değil.
- Bebekken klasik müziğe maruz kalınca daha zeki olmuyoruz.
- Yaşadığımız çoğu travmatik olayı bastırmıyoruz.
Psikolojiye yönelik yoğun ilgi nedeniyle her yıl on binlerce yeni psikoloji kitabı basılıyor. Ancak pek azı bilimsel eşiği geçebiliyor. Bu kitapların çoğu “kişisel gelişim” adı altında okuyucuların hayatlarını değiştirmeyi vadediyor. İçlerinde harika olanları da var ama genellikle bu tip “psikolojik mitlerin” yayılmasına neden oluyorlar.
Bilimsel gerçekleri es geçerek yazılmış her on bin -sözde bilimsel esere karşı belki de sadece bir adet bilimsel, şüpheci kitap basılıyor. Ancak bu kitaplar yayımlandıklarında dünyayı değiştirebiliyorlar.
Örneğin dört psikoloji profesörünün şüpheciliklerini, ilim ve irfanlarını birleştirip ortaya çıkardıkları “Popüler Psikolojide 50 Büyük Mit” bunlardan biri.
Kitabın başlığı bizi yanıltmasın, içeriğinde elliden fazla doğruluğu ispatlanmamış psikolojik mit barındırıyor. Bazıları:
- Eşik altı mesajların bize ürün aldırdığı miti
- Birçok insanın orta yaş krizi geçirdiği miti
- Hafızamızın kamera gibi çalıştığı miti
- Hipnozun unutulan olayları hatırlattığı miti
- Öğrencilerin kendi öğrenme tarzlarına uyan eğitimlerde daha iyi öğrendiği miti
- Uyurken yabancı dil öğrenme miti
- İlişkilerde zıt kutupların birbirlerini çektiği miti
- Mürekkep lekesinin kişiliğimizi ortaya çıkardığı miti
- Yalnızca ağır depresyondakilerin intihar ettiği miti
- Çocuklarda otizm salgını yaşandığı miti
- Akıl hastalarının şiddete daha yatkın olduğu miti
- Psikoterapi için çocukluğa inmenin zorunlu olduğu miti
Bilimsel şüphecilikle yazılmış, dört çığır açıcı eserden daha bahsetmek istiyorum.
İlki, Steven Pinker’ın “Boş Sayfa”sı. Genetik biliminde aldığımız onca yola rağmen neden hala insanların “boş sayfa ”olarak doğduğuna ve tamamen çevremiz tarafından şekillendiğimize inandığımızı sorguluyor. Otizmin anne soğukluğundan kaynaklandığı inancı gibi, “boş sayfa” inancının tehlikelerini anlatıyor.
Dennet ve Hofstadter’ın “Aklın Gözü” ise “benlik yanılgısı” konusunda yazılmış mükemmel bir felsefi eser. Yaratıcı ve şaşırtıcı senaryolarıyla benim gibi kaç okuyucunun “benlik algısını” değiştirmiştir, kim bilir.
Nasıl oluyor da miniminnacık nöronların birleşmesinden bilinç oluşabiliyor? Büyük sinir bilimci Eric Kandel’in otobiyografisi “Beleğin Peşinde”si bize eş zamanlı olarak zihin biliminin tarihini de anlatıyor.
Beyin biliminin en etkileyici eserlerinden biri sayılan Ramachandran’ın “Beyindeki Hayaletler” kitabı ise beynimizin bütün tuhaflıklarını bir bir ortaya döküyor. Ele aldığı “hayalet uzuvlar” gibi fenomenleri okuyunca “içimizde kim var?” diye sormadan edemiyoruz.
Ne yazık ki, saydığım bu beş eserin tek ortak noktaları bilimsel şüphecilikle yazılmış ve çığır açıcı olmaları değil.
Bu beş eseri de araştıran, bulan, uzmanlar tarafından çevrilmesini, yayımlanmasını ve yayılmasını sağlayan Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’ydi.
Bu yayınevinin, dün, Boğaziçi’nin atanmış rektörü Naci İnci tarafından kapatıldığı iddia edildi.
Atanmış rektör, daha sonra yaptığı açıklamada, yayınevinin kapatılmadığını, kötü yönetildiği için “gözden geçirilerek” faaliyete devam edeceğini söyledi.
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, bilimin ve bilimsel düşüncenin bilerek ve isteyerek çoraklaştırıldığı topraklarda geriye kalan, tutunduğumuz birkaç daldan biri.
“Gözden geçirilme” adı altında zapt edilmesi, TÜBİTAK’ın içinin boşaltılmasıyla başlayan bilim düşmanlığının, bu bitmek bilmeyen, uzun karanlık gecenin yeni bir hamlesi olur.
Ne denli doyurucu ve rahatlatıcı olsalar da mitlerde ısrar etmektense, evreni gerçek haliyle kabullenmek isteyen bizler, sadece vefa için değil, gelecek kuşaklar için de ışık kaynaklarımızı korumayı bilmeliyiz.